Feraset sahibi gelişmiş toplumlarda yönetime aday olanlar, insanlarının daha iyi yaşamalarını sağlamak, adalet, huzur ve gelecek için çalışma ve her alanda üretimle ilerlemek için seçmenlerin oy’una talip olurlar. Yaşamın farazi, seçmenlerin seyirci olduğu toplumlarda ise seçilmeye aday olanlar ya bir öğreti/din veya milliyetçi (halk) kurtuluş ya da seçmeni asla ilgilendirmeyen vaatlerle seçmenlerin oy’una talip olurlar. Bir sonraki aşamada kaderleri insanlar tarafından yazılan toplumlar yer alır bu, seçim olmadığı için ilgilenmek gereksizdir.
Gelişmiş toplumlarda siyaset adamları seçmenlere yakın, diyalogcu, birçok tercihinde seçmenle eşit, sansürsüz, aşırı tüketim/lüks odaklı olmadan seçimlerden sonra da seçmenlerini unutmaz ve seçmen ile makamı arasında gerçekten köprü vazifesi görmeye çalışırlar. Farazi yaşayan ikinci şıktaki toplumlarda siyaset adamları seçmenlerinden gizlenmesi gerekli yaşama sahip olduklarından kitlelerinden uzak ve üzerinde yaşarlar. Yüz yüze gelmemeye çalışıp diyalogdan kaçarlar, manipülasyonları daimidir. Seçmenleriyle asla eşit şartlarda yaşamazlar, iç içe geçmiş hileli, farklı yaşam tarzlarına sahip olurlar. Yaşamları sansürlüdür, yoksul görünüp saltanat sürerler ve seçimden sonra seçmenleri unutup güzel konuşmalarını hatıra bırakırlar.
Sorumluluk ilkelerine bağlı toplum bireyleri oy verdikleri adayların yaşamını söz konusu ederek ve yakın temas kurarak tercihte bulunurlar: İslam kültüründe de bu böyledir, sorgulayarak tercihte bulunmak. Herhangi bir öğreti, din, hayata dair düşünce manzumeleri de hiçbir adayın davranış ve tutumlarından önce sözlerini kanıt kabul ederek insana güvenilmesini telkin etmemiştir. Çünkü güçsüz zamanda aşırı güven güçlülükte katiyen istismar edilecektir ve sözleri güzelleştiren eylemlerdir (35/10). Farazi yaşayan toplum bireyleri bir kullanımlık eşya, birkaç kilo sebze-meyve aldıklarında dahi hem ürünün iyisini almak hem de ucuza almaya çalışmakla efor sarf eder ve satıcıların sözlerine inanmazlar. Ancak aynı toplum kendi ve yakınlarının gelecek umutlarını heyecanlı bir söze, dini veya milli bir sebebe, geleneksel bir sembol ya da isime gözünü kırpmadan feda eder. Seçilecekler de bu argümanların toplumlardan üstün olduğunun fakında olarak öne sürerler. Oysa tüm bunların üzerinde ahlak, insanlık ve ihtiyaçları yer alır.
Peki, bu sistem nasıl işlemektedir? Aslında her iki taraf farkındadır, fakat ihtimaller şöyle sıralanabilir: 1- karşılıklı aldatma söz konusudur, 2- seçmen adaydan bir şey beklememektedir, 3-seçmen kandırılmaya layıktır, 4-gelecek hayalleri yok, gündelik yaşarlar, 5-iradelerinin sahipleri değildirler, 6-yaşam sevgisini kaybetmişlerdir, 7-sorgulanacak bir gündemleri yoktur. Bunlar ve daha fazlasından seçmen sorumludur, ancak seçileceklerin aşırı kurnaz tertibiyle baş edemez ve hep yenilirler. Böyle bir toplumda geleneksel kültür sisteminin çarklarıyla en çok hile yapabilen, illeri derecede servete düşkün olan en fazla eğri böğrü konuşabilenler ve doyumsuz kibre sahip olanlar hep üstte yer alırlar. “İnsanlar layık olduğu şekilde yönetilirler” sözü, burada biraz anlamsızlaşır, söz konusu durum, tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıktı sualine benzemektedir. Neden? Çünkü böyle bir toplumda tabir caizse günahkâr, suçlu, hatalı yoktur. Herkes dezenfekte olmuş haliyle ortada iş yapmaktadır. Tam da bu tür cevaplar, toptan kirliliğin teyididir.
Böyle bir seçimde bulunmamak için elimizde ciddi imkan ve çıkış yolları vardır, böylelikle doğru yolu bulur/seçimimizi yapabiliriz, bunlar: akıl, vicdan, kitap, geçmiş, psikoloji ve bizden hariç başkalarının mutluluğudur diyebiliriz. Yine geçmişte feraset sahibi insanların değerli görüşlerinden de yararlanabiliriz. Sonra, seçmenler adayların tüm savlarında önce kazançlarını, nasıl aday olduklarını, niye böyle bir makama talip olduklarını, komşuluk ilişkilerini, güçlü-güçsüz zamanlarını öğrenmek zorundalar. Hatta bu öğrenme süreci adaydan ya da taraftarından değil rakibinden öğrenilmelidir. Adaylar hangi düşünceden, iddiadan olup sözleri ne olursa olsun bu gibi kriterler tüm iddia, inanç ve sözlerinden üstün tutulmalıdır. Adaylar kendi için mi yoksa söz konusu ettikleri için mi aday oldukları bu saptamalar doğru yapıldıktan sonra açığa çıkabilir.
“Sen onları gördüğünde kalıpları hoşuna gider; ve konuşacak olsalar sözlerine kulak verirsin: aslında onlar giydirilmiş kalas gibidirler. Ve her çığlığı kendi aleyhlerine sanırlar.” (63/4)
“Eğer bir insanı su üzerinde yürürken ya da havada uçarken görseniz onun işini kitaba ve sünnete arz etmeden ona yüz vermeyiniz.” İ. Şafii