Bireyler kendilerini sosyal vazifelerden sorumlu görmediklerinden olsa gerek ahlak hastalıklarını önemsemezler. Çünkü bireysel anlayışla yaşamak demek ahlaksızlıkların topluma yansımayacağının hesabını kişiye telkin ettirerek genel durumlardan vazife almak istememek demektir. Oysa insanın sosyal bir varlık olduğu gerçeği hepimizce bilinir ve insan yaptıklarından sorumludur. Ayrılıklar ve hizipler, birlik ve beraberlikte yaşamanın önündeki ciddi engellerdendir. Böylelikle bu anlayış birimizin ötekinden sorumlu olmadığını benimsetir ve başıboş yaşamı sözde hayat tarzı haline getirebilir. Hizipler ve fanatiklikler, abartma ve kutsallıkları belirleme içtihatları hak, adalet ve ahlak sorumluluklarından bağımsız yaşamayı gündelik işlerle bütünleştirmiştir. Vicdan sahibi her birimizin ret edemeyeceği gerçek, İslam dininin bu tarz yaşama prim vermeyip, insani görmediğidir. Mezhepçilik, cemaatçılık, lidercilik, sözün kıymet yitirmesi, dünyalık fetişizmi, kibrin kaliteyi yenmesi ve öncülerin toplumu diriltecek sözleri söylemekten çekinmeleri söz konusu sorumsuzlukların destekleyicileri olmaktadır. Dikkat eder isek bir hakikat ifade edilmek istendiğinde önce ‘söz meclisten dışarı’ diye söylenir. Ve aslında, meclisten dışarı söylenen her söz meclislerin içlerini ilgilendirmektedir.
*****
Siyaset-pollitik heyecanlar zamanında olduğumuzdan bu zamanlara da yaşamak istediğimiz dindarlık nazarıyla bakabilme fırsatımız vardır. Çünkü maalesef, dini yaşamımızda, siyasi-politik ahlaktan yoksunluk ve heyecanlarla örtüşmektedir. Toplumların, dürüst, emektar, öncü, aydın ve itibarlıları toplumlarına muhalefet edenlere muhalif görünüp kendi çevrelerini memnun etme uğraşıyla şirin bir yücelme peşinde olmazlar. Bilakis bu kategorilerin dürüst olanları kendi toplumlarını acımadan hakikate davet eder ve cesaretle eksikliklerini ifade eder ve de karşı tarafla gereğinden fazla uğraşmazlar. Fakat hikmeti idrak edilmesine rağmen herhangi bir alan ve anlamda bizlerde işler böyle gelişmez. Hep başkalarına muhalefet edilir, çünkü kendi çevrelerine değil de başkalarına muhalefet en kazançlı ve kısa yoldur. Zor olan, cesaret isteyen, çıkarsız olan yaşadığı çevreyi diriltebilecek söz söylemektir. Kolay olan bir muhalif belirleyip sözde cesaretle üzerine yürümektir.
*****
Hz. İsa’nın bağlılarına: ‘Ben sizin aranıza barışı değil kılıcı getirdim’ sözü, şımarmış toplumunu aklama yerine, ahlak ve sorumluluktan uzak yaşamlarına bir tokattı. Yakın zaman ve günümüzde böyle bir yaklaşımdan uzak yaşadık (birkaç erdemli insandan hariç). Toplum ve inançları adına başkalarına muhalif görünüp toplumunu aklamak bir statü, makam ve dolgun bir gelire ulaşmak demektir tersinde böyle bir imkan yoktur. Bunun için gerekli gereksiz muhaliflik en fazla tutulan ve sermayesi daimi bir alan, ölmeyen bir iştir. Yıllarca birbirleriyle can ciğer dost olanların aralarında kendilerine ait gerçekleri dile getirememe korkusu toplum ve inancı da beslemektedir. Dolayısıyla iç sancılar çoğalmakta, kutsal iktidarlar gibi kutsal muhaliflik de sürüp gitmektedir. Kendini aklamak ahlak yoksunluğunun başıdır ve böyle bir yapıyı diriltecek yoktur.
*****
Sebebi ise, kutsal haklılık bağlamının giderek sağlamlaştırılmasıdır. Böyle bir anlayış haklılıktan öte hatalarını da kutsar ve günü geldiğinde uğradıkları yanlışlık ve haksızlıkları gözünü kırpmadan yapabilirler. Hakkı ve adaleti kutsamak ile hatalarını örterek mütemadiyen haklılık konumuna göz dikerek aklanma tarafını tercih etmek tamamen farklı şeylerdir.
*****
Böyle bir toplum, inanç ve yapının hayatın öz değerlerine yabancılaşması olağandır. Bunun için hayatın elzem değerlerini tekrar tanımlanması gerekmektedir. Tevhit-şirk, iman-küfür, tasdik-inkar, doğruluk-yalan, emek-hırsızlık, sulh-nifak, cömertlik-cimrilik, adalet-zulüm, karşılaştırmalarını sırf din üzerinden değil hayat, insan hakları ve vazife üzerinden tekrar yoruma açmak gerekmektedir. Söz konusu değerler ve karşılıklarına hayat manaları ve insanların algılayabileceği hareketlilik yüklenmeden ahlaki sorumluluklara ulaşılması neredeyse imkansızdır. Çünkü insanlar yapabileceklerinin sadece dine zarar verebileceğini hesap ederek ahiretin ceza-ödül hesabına ertelemeye yatkındırlar. Ancak insan ilişkileri ve bugün için zararlarını hesap ederek ve peşin önlerinde gördüklerinde sorumsuzluk ve ahlakdışı bazı yanlışları kutsamazlar. Dahası, günün birinde sorumsuzlukların kendilerine dönebileceği de ihtimaldir ki geri adım söz konusu olacaktır.
*****
Oruç günleri ve tefekkür zamanları sorumluluklarımızın muhasebesi zamanlarıdır. İbadetler aynadır. Bu zamanlarda itikaf, gözyaşı, zikir, Kur’an okumaları sesli aynanın bizlerle konuşmaları ve davetidir. Bu gün ve gecelerde insana kendisini gösteren ayetlere mi yüzümüzü döndüreceğiz, yoksa aklanıp sorumluluktan kaçmak için mi yüzünden okuyacağız? Belki de Kur’an’ı anlama korkumuz bundandır: bizlere bizi anlatıyor olmasıdır. Her birimiz için, Kur’an ayı olan ramazanda kendisini anlama ve eleştirme zamanı olması dileğiyle.