İçinde yetiştikleri ve mevki sahibi oldukları siyasi rejimi baskıcı ve ülkenin önünde bir engel olarak görüyorlardı. Oysa edindikleri tüm mevki ve makamı eleştirdikleri rejime borçluydular. Ama bu onlara yetmiyordu. Şayet mevcut rejimi sonlandırırlarsa ülkenin önünün açılacağını düşünüyorlardı.
Ülkede yaşayan farklı dini ve etnik gruplara özgürlük vaadiyle işe başladılar. Her kimliğin ve her farklılığın tanınmasıyla özgürlüğün geleceğini, adaletin sağlanacağını ve hep birlikte kalkınılacağını düşünüyorlardı. Bunun için ilk hedef iktidarı ele geçirmekti.
Otoriteye karşı özgürlük çatısı altında kendileriyle aynı yolda (!) yürüdüklerini düşündükleri farklı gruplarla birlikte hareket ettiler. Devlet içinde aktif görevde bulunan birçok siyasi ve bürokratı yanlarına çekmeyi başardılar.
Artık önlerinde pek bir engel kalmamıştı. Devletin içinde bulunan birçok bürokrat, asker ve siyasetçi onlarla birlikte hareket ediyordu. Tüm gruplarla birlikte mevcut iktidarı alaşağı ederek iktidarı ele geçirmeyi başardılar. Artık yönetim kendilerindeydi.
Devraldıkları yönetimin elbette gerisinde bir ülke kuramazlardı. Bunun için bugün dahi kabul gören büyük bir fikir akımı başlattılar. Ortak bir siyasi fikir ürettiler ve ülke sınırlarıyla yetinmeyerek dünya üzerinde kendilerine yakın buldukları gruplarla irtibata geçtiler.
Fikirlerini yaymak için metodlar geliştirdiler. Farklı gazete, dergi, mecmua vs üzerinden yayınlar yaptılar. Fikirlerini anlatan yazarları vardı. Bu yazarlar köşe yazısı, şiir, makale gibi birçok yazım üzerinden topluma etki etmeye çalışıyordu. Düşünsel anlamda başarıya ulaşmak kaçınılmazdı. Fakat bu o kadar kolay olmayacaktı. Unuttukları ya da görmezden geldikleri en önemli üç konu önlerine engel olarak çıktı.
Öncelikle otoriteye karşı aynı safta durdukları farklı gruplarla ayrıştılar. Aslında hiç yakın olmadıklarını gördüler. İlk ayrışma iktidarın paylaşılmayacak kadar kıymetli olmasından kaynaklandı. Sonrasında çatlak büyüyerek devam etti.
İkincisi, siyasi fikir vermeye çalıştıkları halk yoksulluk ve yoksunluk içindeydi. Önceliği karnını doyurmak olan büyük halk tabakası bu cihan devleti fikirleriyle çok iştigal olamıyordu. Halkın önceliği geçinmek ve karnını doyurmaktı. Bu sebeple halk fikir akımlarına karşı şimdilik duyarsızdı.
Üçüncüsü ise tüm yaşam felsefesi koltuk kapmak ve cebini doldurmak olan yolsuz bürokrat ve siyasi sınıfına güvenmekti. Bu sınıf sözde dava adamı gibi görünüyor ancak devleti ve davayı içten içe çürüten her şeyi yapıyordu. Bu sınıf için rüşvet hak denilecek kadar aleniydi.
İşin sonunda gördüler ki; yoksullukla boğuşan halk ile menfaatperest siyasi/bürokrat sınıfıyla dava yürümüyordu. Fikirlerin yeşerebilmesi için sosyal ve ekonomik koşulların uygun olması gerekiyordu. Aslında yolun başında görmeleri gereken şeyi yolun sonunda yaşamışlardı. Ancak bu acı tecrübe onlara sadece iktidarı kaybettirmekle kalmadı devletin varlığını da tehlikeye soktu. Böylece cihan devleti haykırışı vatan elden gidiyor çığlığına dönüştü.
Evet bu topraklarda geçmişte böyle bir dönem yaşandı!