Kişinin, geçmişte yaşanan bir olayla ilgili “gözüyle gördüğü yahut kulağıyla duyduğu” yani bizzat kendisinin vakıf olduğu bilgi ve görgüyü mahkeme huzurunda yeniden beyan etmesine tanıklık denir. Her ne kadar savcılık veya kolluk (polis, jandarma vs.) önünde de tanıklık icra edebiliyor olsanız da gerek akademik çevrelerce gerek Yargıtay tarafından; duruşma salonunda yapılmayan tanık beyanı, tanıklık olarak nitelendirilmiyor.
Tanık Türk Ceza Kanunu’nun 6. Maddesi C fıkrasından ötürü Kamu Görevlisi olarak adlandırılmaktadır. Bu da bir kez tanık olarak ismi geçen kişinin tanıklık görevinden bazı özel durumlar harici kolay kolay çekinemeyeceği anlamına gelir. Bu özel durumlar ise Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 45. Maddesine şu şekilde sıralanmıştır;
- Tanık, şüpheli veya sanığın nişanlısı ise; burada nişanlılıktan kastı ,türk medeni kanununda geçen “nişanlanma evlenme vaadiyle olur” şeklinde belirtilen nişanlılık halidir. Yani; iki ayrı biyolojik cinsiyetteki kişi arasında karşılıklı olarak evlenme vaadi var ise bu çevrelerince bilinebilir/ kanıtlanabilir durumda ise nişanlı çiftimizden biri, bir diğerinin şüpheli veya sanık sıfatıyla bulunduğu yargılamada tanıklıktan çekinme hakkında sahiptir.
- Tanık, Evlilik bağı kalmasa bile şüpheli veya sanığın eşi; evli kimseler için eşleri adına getirilmiş bu kanun maddesinde bir özel durum ise daha önceden evli olup boşanmış kimselerin de bu fıkra kapsamında kaldığı ve eski eşinin şüpheli veya sanık sıfatıyla bulunduğu yargılamada tanıklıktan çekinme hakkında sahiptir. Aynı şekilde şüpheli veya sanığın çocukları da bu hakka sahiptir.
- Şüpheli veya sanığın kan hısımlığından veya kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyu; şimdi öncelikle kan hısımlığı bildiğimiz hısım akrabalık anlamına gelmektedir. Kayın hısımlığı ise bir kişinin evlilik yoluyla akrabası olmuş kişilere denir. Üstsoy ve altsoy ise anne, baba ve çocukları ifade eder. Bu durumda Kişinin biyolojik anne ve babasının yanı sıra kayın anne ve kayın babasının da içerisinde bulunduğu bir denklemde taraflar tanıklıktan çekinme hakkına sahip olur.
- Şüpheli veya sanığın üçüncü derece dahil kan veya ikinci derece dahil kayın hısımları. Biraz önce üst ve altsoyun ne olduğunu açıklamıştık. Kanun koyucu, kan ve kayın hısımlarında diğer akrabalık bağları konusunda bir farklılık ön görüyor.
Kan hısımlarında 3. Dereceye kadar kimseler tanıklıktan çekilebiliyor. Üçüncü derece demek üç doğum bağı demek. Sözgelimi aile ağacında kardeşlerinize ulaşmak için önce sizden anne-babanıza çıkmak gerektiği için bu bir, daha sonra anne-babanızdan kardeşlerinize indiğiniz için bu da ikinci doğum bağı oluyor. Bu nedenle kardeşleriniz sizin ikinci dereceden kan hısımlarınız olmakta. Büyük anne ve büyük babalarınız da 2. Dereceden kan hısımlarınız, onların anne babaları ise 3. Oluyor. Yine aynı mantıktan ötürü dayılarınız, amcalarınız, halalarınız ve teyzeleriniz; 2. Dereceden hısım olan büyükanne ve büyükbabalarınızın çocukları olduğu için 3. Dereceden hısımlarınız olarak sayılıyor. Bir başka deyişle tanıklıktan çekinme hakkı kan hısımlarınız arasında oldukça geniş bir yakın akraba çevresinde var ancak halk arasındaki tabir ile kuzenlerinizde bulunmamakta.
Kayın hısımlığında ise bu dereceyi ikide bırakmışlar. Böylece eşinizin dayıları, amcaları, halaları ve teyzeleri de yahut eşinizin büyük büyük anne ve babası aynı kendi tarafınızdaki kuzenleriniz veya daha uzak akrabalarınız gibi tanıklıktan çekinme hakkını kullanamıyor.
- Şüpheli veya sanıkla aralarında evlatlık bağı bulunanlar. B maddesinde şüpheli veya sanığın çocuklarının tanıklıktan çekinme hakkına değinmiştik. Yalnızca biyolojik olarak anne, babalık ettiği kimselerin haricinde; bu madde ile evlatlık bağı ile şüpheli veya sanığa bağlanmış kişiler de tanıklıktan çekinme hakkına sahiptir.
Bunların dışında tanıklıkla ilgili en çok merak edilen bazı başlıkları da dile getirmek isterim. Sanıklar elbette aynı davada tanık olarak dinlenemez. Bunun yegâne istisnası ise aynı dava dosyası kapsamında yargılanan birden çok sanık arasından birisinin beraat etmesi halidir. Bu durumda beraat eden sanık dosya kapsamında tanık olarak dinlenme hakkına sahip olur.
Mağdurun tanıklığı ise CMK 236/1 maddesinde mümkün kılınmıştır. Özellikle şikayetinden vaz geçerek davaya katılma isteği bulunmayan mağdurlarda yani kamu davasına dönüşmüş dosya kapsamında buna başvurulmaktadır. Mağdurun tanıklığında normal tanık ile aynı hükümler öngörülürken yalnız usulen bir farklılık bulunmaktadır o da yemin. Normalde yemin ederek kişinin tanıklığına başvurulması gerekmekte iken mağdurun tanıklığı halinde yemine gerek yoktur.
Tanık, yargılamayı yapan yargıç yani hâkim sormadıkça kanaat ve değerlendirmelerini söylememelidir. Bunun haricinde önemli maddelerden biri ise kanunda alenen yazdığı halde uygulamada kullanılmayan CMK’nın 201. Maddesidir. Bu maddeye göre “...müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler.” Fakat biz avukatlar duruşma disiplinine uygun olarak kısmında fazla takılmış olacağız ki maddenin devamında sanıkların, tanıklara soru sorması için öngörülen “mahkeme başkanı veya hâkim aracılığıyla” usulünü takip ederek tanıklara soru sormaktayız. Oysa kanun açıkça doğrudan soru yöneltme hakkını avukatlara vermiş bulunmaktadır.