İslam dünyasında ekseriyetle kabul gören görüşlerle sosyal yaşam kuralsızlıkları ve ahlaksızlıklarla ilgili ceza ve ödül ayetleri ahirete havale edilmiştir. Yani, insanoğlu yaptığı kötülük, görgüsüzlük, adaletsizlik ve ahlaksızlıkların cezasını cehennemde şu veya bu şekilde görecektir ifadeleriyle izah edilmişti. Bunlardan biri Tin süresi 5. ayette geçen ‘esfele safilin’ (aşağıların aşağısı) vurgusudur. Bu izahla insanlar; ayetler ve İslama karşı suç biriktirmekle cehennemde en alt tabakayı hak edecektir denilmiştir. Hal böyle olunca, bu dünyada yaşanılanlar ahirete havale edilir pozisyonda kalarak yozlaşmaları bu dünyada müşahede etmeyecek karşı karşıya gelmeyecektik. Oysa hayata inen vahyin, ahiret vurgusu geçmeyen ve insana hitap eden ayetleri bu dünya, insan ve onun yaşamıyla alakalıdır. Elbette ahiretin geçtiği muhtelif ayetlerde yine düzgün bir hayat yaşamaya atıftır; bu bakış başka bir konu olabilir.
İnsan bu dünyada aşağıların aşağısına inemez mi? insanların bu dünyada aşağıların aşağısı hayatı yok muydu? Aşağıların aşağısı sadece cehennemin şu veya bu tabakası mıdır? En önemlisi, insanlar yeryüzünde ne kadar aşağıların aşağısı hayat yaşamıştır. Başka canlılardan ne kadar sefil durumlara düşmüştür. Allah’ın yeryüzünde yarattığı misallerle şahit olmuş, okumuş veya duymuşuz ki insanoğlu ölçüsünü kaybettiğinde aşağıların aşağısına bu dünyada adımlar atmıştır. Başka canlılardan, toprak, su, taş, ağaçtan daha duyarsız ve işe yaramaz halde hayatını sürdürebilmiştir.
Dostluklardaki ihanet, sevgisizlik, adaletsizlik, acımasızlık ve ahlaksızlıklarla insanların yaptıkları görünen varlık alemindeki her türü alt etmiştir. Bu gözlem, kayıp, geçmiş ve bir görüş değil insanlık tarihinin gerçeğidir. Bunu boyayarak, kendi dışımızda tutarak ya da insana özgü umut vakasıyla izah etmeye çalışarak kurtulmaya çalışırız. Lakin kurtulmaya çalışmak beyhude bir çaba gibi görünmektedir. Çünkü vuku bulan her tür kötülük kendi zamanımızın sosyal dokularını içinde barındırmaktadır.
Acılar konusunda ‘Esfele safilin’e, dünyamız, bölgemiz ve bizler kaç kez dokunmuş ve yaşamışız acaba? Sayıyı bilemeyiz. Acılarımız bölünmüş, hassasiyetlerimiz bitkisel hayatta, empatiyi sempati haline çevirmiş bulunmaktayız. Allah varsa gam yoktur, insan nesli devam edecekse umut daimidir ama gözün gördüğü çürümüşlük içinde umut takviye etmek de ya aldatma ya da çıkar namınadır. Öncelikle acılarımız, ilahi yorumlar adına bölündü, sonra içtihatlar, ırk ve toprak adına, sonra bilgi, mezhep, soy, makam ve fikirler adına, daha sonra aile, yerleşim yerleri, kutsal insanlar, kurumlar hatta giyim kuşama kadar indi. Bu acıları tekrar bir vicdanda toplamak ve harekete geçirmek insan işi gibi görünmüyor. Oysa ilk insandan ebede kadar tüm insanlığın gülmesi, ağlaması, acısı, kanı ve ölümü gibi aynıdır. Hepiniz tek ümmettin üyelerisiniz (21/92)ayeti bir bakıma bu hakikate ait olsa gerektir. Ancak tek ve bir olmak yarar, fayda ve ek çıkardan yoksunluk demek olduğundan bölünmek insana daha cazip görünür. Herkeste kendi tarafıyla övünmeye başlar.
Bu ahval ile baktığımızda acılarımızın çok farklı olduğunu görmekteyiz. Herkes kendi hizibiyle övündüğü gibi herkes kendi acısına gözyaşı dökmekte, başkalarına da adeta sevinmektedir. Maalesef bu durum hemen hemen her yerde aynı sonuçları vermiştir. Toplumda cılız seslerle vicdan, evrensel vurgular, büyük insanlıktan söz etsek de görünen köyümüz bunu söylemiyor. Pasif iyilik, suçu hep başkalarının boynuna atmak, damgalamak ve kendini vazifesiz bırakarak topu kurumlara, patronlara, egemen ve hükümetlere atıp aklanmak artık karakterimizdir. Toplumda aydın diye bilinen, itibarlı bir kimliğe sahip olan, bir mevki işgal eden kaç bilgili, alim, makam sahibi insan hangi toplumsal aktiviteleri desteklemiştir. Şimdiye kadar ve göründüğü gibi bundan sonra da hep şikayet edip ‘bakın bu olmadı, yapmadı, haksızdır’ diyerek çok şey yaptığımızı zannetmeye devam edeceğiz. Ve kendi konfor ve geleceğimizi güçlendirmeye, buna yatırım yapıp konuşmaya devam edeceğiz. Sadece güzel konuşmakla hiçbir şeyin olmadığını, olmayacağını en iyi bu topraklarımız yakinen görmüştür. Yakın tarih ve bugünkü durumumuz ‘öğretmenim bakın o şunu yaptı, bu da böyle yapacak’ diye dil döküp şikayet eden ilkokul talebesi gibidir.