Tarihte gelişmemiş ve gelişmekte olan her ülke, dünyanın “süper güçleri” tarafından sıkı markaja tabi tutulmuştur.
Markajın gerekçesi çok basittir; o ülkelerde çıkan enerji kaynaklarının millîleştirilme girişimine engel olmak.. Bu “millileştirme” hadisesi emperyal güçler için hegemonyaları altındaki devletleri kaybetme anlamına geleceğinden onlar açısından kâbustan farksızdır.
İran'da Musaddık’ın yapmak istedikleri ile kendisine yapılanlar günümüz Türkiye’sinde yaşananlardan en azından “amaçsal olarak” çok farklı değil. Fark;emperyallerin şu ana kadar Türkiye’nin “millileştirme politikasına” karşı verdikleri mücadelede başarılı olamamalarıdır.
Türkiye’deki yaklaşan seçim çalışmalarına, Türkiye’den önce emperyalist güçlerin “start” vermesi bu başarısızlıklarının yol açtığı psikolojik travmadan kaynaklanıyor. Şimdi biraz İran’ın geçmişindeki başarısız millileştirme olayına bir göz atıp şuanda Türkiye’nin verdiği mücadelenin görünen görünmeyen zorluklarını anlamaya çalışalım..
70 yıl önce ,seçilmiş İran başbakanı Muhammed Musaddık, İngiliz ve ABD gizli servisleri olan MI6 ve CIA tarafından bir darbeyle devrilmişti. Sebebi ise Nisan 1951'de İran Petrollerini MİLLİLEŞTİRME girişiminde bulunmasıydı. Ardından Şah Muhammed Rıza Pehlevi ABD tarafından silahlandırılan ve desteklenen baskıcı bir rejim kurdu.Darbenin kendileri tarafından yapıldığı ABD eski dışişleri bakanı Albright tarafından kabul edilmişti.
Aslında İran hiçbir zaman bir İngiliz sömürgesi olmadı,ancak yine de İngilizler tarafından kontrol edildi. Mesela 1901'de BP'nin kurucusu olan William D'Arcy, 500.000 mil karelik bir alanda petrol aramak için bir imtiyaz elde edip İran topraklarında petrol işletmesine sahip oldu. 1905'te Darcy'nin imtiyazı, İngilizlerin sahip olduğu Burmah Oil şirketinin bir yan kuruluşu oldu.
Huzistan eyaletinde petrol bulunduğunda, Anglo-Persian Oil Company (APOC) olarak bilinen yeni bir şirket kuruldu. Daha sonra Anglo Iran Petrol Şirketi (AIOC) olarak yeniden adlandırıldı, her yerde sondaj yapabiliyor ve istediği yerde boru hatları ve rafineriler inşa edebiliyordu.
Şirket vergi ödemedi, mühendisler İngiliz ve yönetici personel Hintliydi. İranlılara yalnızca "düşük seviyeli" işler verildi çünkü bir "petrol endüstrisini yönetemeyecek kadar aptal oldukları" düşünülüyordu.
İngiliz hükümeti,914'te şirketin kontrol hissesini aldı.
Kendi topraklarında çıkan petrol rafineriisinde köle koşullarında çalışan İranlılar İngilizlerin çalışma ortamlarına ancak uzaktan bakabiliyorlardı.
Musaddık İngilizleri bertaafa edip petrolü millileştirmek istediğinde bunun "bir şaka" olduğunu düşündüler.
Musaddık BM'de yaptığı konuşmada sömürgeci güçlere adeta meydan okudu.İran'ın kendi kaynaklarını kontrol etme hakkı olduğunu üstüne basa basa söyledi.
Bu durum İnglizlerin büyük gelir elde ettiği AIOC şirketini tehlikeye sokabilirdi. Nihayetinde İngilizler harekete geçecekti..
Diğer yandan ABD Musaddık'ın Rusya'ya kayma tehlikesini görmelikten gelmiyordu.
İngilizlerde petrol meseleleri üzerinde çalışan Sir Peter Ramsbotham 1991'de verdiği bir röportaja, İran'ın petrol gelirlerindeki kaybın imparatorluğa Hindistan'ın bağımsızlığından daha büyük bir darbe olacağını söylüyordu.
Ama ABD ile İngiltere arasında İran politikalarında bir zıtlık başladı. ABD kendi hegeamonyasında bir İran isterken İngilizler da aynı şeyi istiyordu. Fakat ABD İngilizleri de kaybetmek istemiyordu.İngilzlerin sözüm ona kaybı için Musaddıkla uzun görüşmeler sonuç vermedi.
Nihayetinde ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles 11 Nisan 1953'te darbe düzenlemeye karar verdi.
Nihayetinde Musaddık devrildi ve Şah ABD desteğiyle iktidara geldi. Şah tam bir ABD piyonu olarak kendinden istenenleri yaptı. İngilizlerin kaybı fazlasıyla telafi edilecekti. Örneğin "AIOC, şirket artık İran'da mevcut olmasa da oldukça karlı bir şekilde bu krizlerden çıkmayı başardı.
ABD, gerçeğin ABD Dış İlişkiler belgelerinde ortaya çıktığı 2017 yılına kadar CIA'nın rolünü reddetti.
Reddetme sebebi ise çok ilginç ve anlamlıydı;Başkan Dwight D. Eisenhower 8 Ekim 1953'te günlüğüne, ABD'nin müdahalesine ilişkin gerçekler kamuoyuna açıklanırsa, 'gelecekte benzer nitelikte bir şey yapma şansımızın neredeyse kesinlikle ortadan kalkacağını' yazmıştı. Bu darbeyi reddetme gerekçesini açıkça dile getiriliyordu;aynı zamanda kabullenmesini..
1947'de ABD Başkanı Truman, "Komünizme" düşme olasılığı olan her ülkenin ABD tarafından müdahaleye açık olduğunu açıkça belirtmişti. Sovyetler Birliği ile ABD arasındaki sınırların çizildiği Soğuk Savaş'ın başladığı yıllarda
Başkan Truman, eski İran Büyükelçisi Henry F. Grady'ye yazdığı bir mektupta “'İsrail, Mısır, yakın doğu savunması, Sudan, Güney Afrika, Tunus ve NATO anlaşmalarının çizdiği “sınırların” hepsine sadık kalacaklarını İran’nın da bu sınırlar içinde olması gerektiğini belirtiyordu.
O dönemi inceleyen yazarlardan ve kendisini İran tarihçisi olarak belirten Gregory Brew “Petrol anlaşması, İran petrolünü dünya pazarlarına yeniden entegre etti ve İran'a önemli ve artan petrol gelirleri sağladı. Aynı zamanda millileştirmeyi tersine çevirdi ve en azından geçici olarak dünya petrol ekonomisinin büyük uluslararası şirketler tarafından kontrolünü güçlendirdi. Bu "başarılar" İran halkının pahasına geldi, çünkü yerleşim, ABD'nin desteğine bağlı olarak giderek otokratikleşen bir şah altında otoriter yönetimi sağlamlaştırdı ve güçlendirdi." Şeklinde bir değerlendirme yapacaktı.