Bu sütunlarda bir gazeteci arkadaşımın yazısını 7 Ocak’ta paylaşmış ve yorumlamıştım.
Yazının girişi aynen şöyleydi:
Gazeteciler bazen köşe yazısını yazarken hiç zorlanmaz… Eski tabirle daktilonun tuşlarına, şimdiki tabirle bilgisayarın tuşlarına vurursunuz bir bakmışsınız köşe yazınız su akar gibi gitmiş bitmiş…
Ancak, bazı köşe yazıları vardır ki yazmakta zorlanırsınız. Hele de kendinizle, ailenizle, annenizle, babanızla, eşinizle ya da evladınızla ilgili yazı yazmaya sıra geldiğinde zorlanırsınız…
İşte bu gazetecilerden bir tanesi de meslektaşım Osmaniye’den Mustafa Düzenli…
Kıymetli kardeşim Mustafa önceki gün kendisine ait olan “Düziçi Halkın Sesi” internet sitesinde bir yazı yazmış. Yazıyı okudum ve söyleyecek söz, yazacak kelimeler bulamadım…
Ne mi yazmıştı Mustafa Düzenli?
Lösemi hastası olan ve artık vücudu tedaviye cevap veremeyen evladının öleceğini satırlara dökmüştü…
Bence gazetecinin ön zor köşe yazısı budur…
Evladının öleceğini bilmek ve o acı günü beklemek…
Şimdi kıymetli meslektaşım Mustafa Düzenli’nin 7 Ocak’ta yazmış olduğu yazısını aynen tekrar aktarıyorum…
“EVLADIM OKULDAN GELDİ Mİ?”
“Bir baba için annesini aradığı sıradan bir telefon konuşmasının ilk cümlesidir bu "Oğlum-Kızım okuldan geldi mi?" Sonrasında devam eden tümceler.."Akşama ne lazım?" "Ev de eksik gedik var mı?" Sonrası "görüşürüz..."
Ben de yıllarca aynı cümlelerle hayatıma devam ettim. Tâ ki o melun hastalığın teşhisi konana kadar: Lösemi...
Sonra sorular değişti..
"Oğlum okuldan geldi mi?" sorusunun yerini "oğlum bugün nasıl" "kan değerleri nasıl?" "beyaz kan nasıl?" "Bir şey lazım mı?, Bezi bitti mi?, "tatlı alayım mı?"
Lösemi tedavisi zordur. Sağolsun Lösev hiç yalnız bırakmadı. Sonuna kadar yanımızda olsular. Sonuna kadar diyorum; artık sonuna geldik. Sağolsun Lösev yine yanımızda.
Sonuna geldik. Artık oğlum tedaviye cevap vermiyor. Bir süre sonra hayata veda edecek. Adana Şehir Hastanesi bu süreçte elinden geleni yaptı. Dostlarım, eski meslektaşlarım, yeni meslektaşlarım, ilkokul, ortaokul, lise arkadaşlarım, siyasiler (solcu sandığım bir parti hariç) yanımda oldular.
Şimdi sorularım değişti. "Nefes alışı nasıl?" "ateşi ne düzeyde?" "canı yanıyor mu?"
Uzun lafın kısası... Sizin hiç oğlunuz öldü mü? bilmiyorum. Ben, Ömer Bahçeci'den bilirim.. Zordur. Bu benim ikinci sınavım olacak.
Oğlumun mezar yeri için bugün uğraştım.. Anne annesinin yanında olsun istedim. O da öyle istiyor. "Baba, anneannemi özledim" diye defalarca dedi. Bir de.. "Korkuyorum baba" diyor. Korkusunun ana sebebi ölmek değil, bizden uzak kalmak...Biliyorum...
Evladınızın dersleri kötü olablir. Ergendir, isyanı vardır, sorunları vardır, aşık olmuştur... Saygı duyun. Anlayın onları. Sevin. Saygı duyun. Sağlığı olsun nefes alsın. Öpün onları.. Sarılın.. Gece üstünü örtün..Ölecek olmasını bilmekten çok daha iyidir.
O yüzden.. Sağlık.. Sağlık.. Sağlık.. Dileklerinize dikkat edin. Neyin gerçekleşeceğini bilemezsiniz. Ben çektim. Çekiyorum. Siz çekmeyin...
Ez cümle... Evlat candır. Varken onların kıymetini bilin... Gerisi boş...
Çektiklerimi kimse çekmesin dileklerimle...”
Şimdi meslektaşım Mustafa Düzenli için söz bitti, yazı tükendi…
Çünkü, Mustafa kardeşimin oğlu Mehmet geçtiğimiz günlerde vefat etti ve ‘Melek’ oldu…
Evladı için çırpınan ve öleceğini bile bile “Can” vermeye çalışan ve oğlunu bir babaya hangi sözü söyleyebilirsiniz…
Sevgili meslektaşım Mustafa sana ancak sabır dileyebilirim…
Oğlun Mehmet için elinden gelenden fazlasını yaptın. Ama olmayınca olmuyor…
Mehmetimizin mekanı cennet olsun…