40 yıllık siyaset yoldaşlığının bir DEVRAN’a feda edilmesi...
Özgürlükçü anlayışın var olduğu, tüm vesayet zincirlerinin kırılacağı, modern demokratik anlayışın yönetime sirayet edeceği vaadiyle kurulan bir partinin kurucu üyesinin bir "Devran"a feda edilişini hep birlikte izler olduk.
Şimdi sormak gerekmiyor mu?
Sivil unsurları kuşatan, sivil siyaseti boğmaya çalışan, düşünen tüm akıllara kelepçe vuran, karşıt fikirleri terörize eden anlayışların hangisi reformist hangisi halkçı hukuk ve adalete sevdalı?
Ah “Bu ne devrandır. ” Bir başka kurucu kadronun, bir başka pişmanlık duygusu ve 'Tövbeyi Nasuh'a inanmış bir başka aklın söylemleri...
Sn. Cemil Çiçek'in söylemleri Tahrim sûresi 8. ayeti işaret ederek, işlenen büyük günahlar İçin , hukuk reformunun hiçbir şey ifade etmeyeceğini, asıl 18 yıllık hükümet döneminde işlenen büyük günahlar için Kuran-ı Kerim’de belirtilen bir daha işlenmemek kaydıyla iyi bir tövbeye ihtiyacın şartını ortaya koyması değil mi ?
Olabilecek bir hukuk reformu Sn. Bahçeli'nin “Benim dava arkadaşımdır. " diyerek sahip çıktığı Alaattin Çakıcı'yla Sn. Bülent Arınç’ın Devran, DEMİRTAŞ ve KAVALA arasında sıkışıp kaldığı, daha başlamadan reform hayalinin suya düştüğü
' inek içti ve yandı bitti kül oldu(ğu) değil mi?
Çakıcı hatırına çıkarılan af ve 40 yıllık bir siyasi yolculuğun liderinin suç örgütü liderine "dava arkadaşım" demesi, önce cumhurbaşkanını sonra da anamuhalefet liderinin tehdit edilmesine kadar gelen süreçte hukuk reformuna inanç ne seviyede olur, varın siz düşünün.
Ülkedeki en büyük yargı reformu, mafya lideri bir şahsiyetin 13 milyonun üzerinde oy almış büyük bir partinin liderini tehdit etmesine karşı Sn. Erdoğan'ın karşı ve sert demeci karşılık bulsaydı bu reform mümkün olabilirdi. Olmadı. Yargı reformu BAŞLAMADAN bitti, inandırıcılığını kaybetti.
40 yıllık yol arkadaşlığı, büyük abi kimliği, kesintisiz 20 yıllık miletvekilliği, meclis başkanlığı, YİK(yüksek istişare başkanlığı) görevi bir 'Devran'a ve halk tarafından hukuksuz tutulduğuna inanılan kişiyi desteklemesine dayanılarak fitneci hain ve bozguncu ilan edilmesine neden oldu. Bunlar bile yargı reformunun başlamadan bittiğinin kanıtı değil mi?
Sivil siyasetin temsilcileri vekillerin tutuklandığı, ana ve yavru muhalefet partilerinin hain ilan edildiği, kayyumların biri bin para olup yanlış bildiğinden şaşmadağı bir düzlemde yargı reformundan bahsetmek inandırıcı olabilir mi?
Kendimizi Avrupalı görüyoruz ama birliğin birer üyesi gibi davranıp (AİHM) kararlarını tanımıyoruz. Bu ne demek? Yargı üzerinde vesayet kurmak seçilmişleri atanmışlara yem etmek demek değil mi?
Ne var ki asıl sorun, ülkemizde siyasi ayakların “ekonomide, hukukta reform” iddialarının içini doldurabilecek bilgi, birikim, inanç ve toplumsal birlikteliği esas alan söylemlerinin olmaması.
Son yıllarda Ülkemizdeki en büyük sorun demokrat geçinen müslümanlarla Kemalist- ulusalcı zihniyetin çatışmasıdır . Bu çatışma olabilecek tüm reformların önüne settir, engeldir. Bu kutuplaşma ve çatışmacı toplum anlayışı bitmeden, huzurun barışın ve kapsayıcı devlet yönetiminin olması imkansız olur ve bu şartlar altında reform söylemlerinin tamamı günü birlik söylemden ibaret kalır...