Nedendir bilinmez.
Ölümünün ardından daha çok tanınıyor insan…
Ünlü olsa bile ölümünün ardından daha çok aranıyor internet ortamında. Daha çok okunuyor gazete sayfalarında.. Şiiri varsa daha çok dinleniliyor. Konuşması ya da bir filmde anlattıkları daha çok merak ediliyor. Paylaşma oranı daha çok artıyor. Haber kanalları onun için özel programlar hazırlıyorlar. Hatta üç beş kişi bir araya gelip geçmişte yaşadıklarını seyircilerle paylaşıyorlar. Yani ölmeden önce yapmayı başaramadıklarımızı öldükten sonra becermenin çabası içerisine giriyoruz. Oysa yaşarken sevsek ve paylaşsak daha iyi değil mi?.
İlla ölmesi mi gerekiyor insanın… Tuncel Kurtiz gibi…
Yaşanan bir gerçektir bu… Güçlü sesler iz bırakır ardında...
Bir tiyatro sahnesinde ya da bir televizyon filminde onun kim olduğundan çok sesi etkiler sizi… Radyoda da öyledir. Şiir çok güzeldir ama okuyan iz bırakır kulaklarınızda.
Değerli sanatçı Tuncel Kurtiz’i bu günlere getiren en önemli özelliği sesiydi. Elbette tiyatro ve sinemadaki başarıları da önemliydi ama sesi tüm yeteneklerinin önüne geçiyordu.
Şiir, kimin olursa olsun onun sesinde daha bir güzellik kazanıyordu. Televizyon oyunundaki metin kime ait olursa olsun onun sesinde daha farklı bir hale geliyordu. Kimin rolü verilirse verilsin onun sesi öne çıkıyordu.
Tuncel Kurtiz bu yüzyılın ses kalitesi bakımından Türkiye’nin en önemli değerlerinden biri oldu. Yaşamı boyunca eğilip bükülmediği için sevildi. Sevildikçe başarıları arttı. Ödülleri arttı. Gittiği her yerde saygı gördü. Çok başarılı sinema sanatçıları ile aynı kareyi paylaştı.
İnsanların düşüncesi ve dünya görüşü ne olursa olsun, Tuncel Kurtiz’in ayrılığı her yürekte güçlü ya da tiz bir iz bıraktı.
77 yıllık onurlu yaşamının ardından güzel bir dostluk kaldı. Ardında onlarca film ve ödüller bıraktı. Elbette ağlayan arkadaşları ve dostları oldu.
İnsanın gerçekten ve içinden geldiği gibi ağlayan üç beş arkadaşının olması ne güzel...
Elbette diğer dostları da gözyaşı döker ama o üç beş arkadaşı kan ağlar!..
Çünkü her ölüm erkendir sevene…