Gecenin bir yarısında ardı ardına silahlar sıkılınca korktum… Çocuktum.
Gözlerimi açtım, her yer karanlık... “Anne” diye seslendim korkumdan. O da silah sesinden uyanmış olacak ki yanıma geldi. “Korkma oğlum, hadi yat” dedi. Annemden aldığım güvenle uyudum.
Sabah penceremizin önünden geçen büyük bir aracın gürültüsüyle uyandım. Perdeyi az aralayıp baktım. Askerler önden giden aracın peşinden yürüyorlardı.
Belli ki mahallemizde bir olay vardı.
Annem ve babamın dışarı çıktığını görünce ben de onların ardından gittim. Küçücük bahçemizin tahta kapısından seyretmeye başladım olan bitenleri.
Askerler karşı sokaktaki bir evin önünde bekliyordu.
Sebzecinin evi.
At arabasıyla sabah çıkardı evden. Akşama kadar o mahalle senin bu mahalle benim ‘Sebzeci geldi hanım” diye bağırır, ekmek parasını çıkarırdı. Ekmeğinin peşindeydi, kimseye zararı yoktu. Denk gelirse iş dönüşünde çocuklara kasada kalan elmalardan verirdi. Sevindirirdi bizleri.
Kapı önünde birden bir hareketlilik oldu. Sebzecinin büyük oğlunu dışarı çıkardı askerler. Sebzeci şaşkın şaşkın çevresine bakıyordu. Mahalleli evin önünde toplandı. Annem ve babamın yanında ben de oraya gittim. Çocukların arasında duruyordum. Askerler, sebzecinin büyük oğlunu aracın arkasına bindirdiler. Biri sağına diğeri soluna oturdu.
Söylediklerine göre, gece silahı sıkan oymuş. Kimse artık, biri askere ihbar etmiş.
Sebzecinin küçük oğlu da benim oyun arkadaşımdı. Ağabeyinin arkasından hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. “Ağabeyimi götürmeyin, ağabeyimi götürmeyin” diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
Sebzecinin büyük oğlunu götürdüler.
Arkadaşım askeri aracın peşinden ağlaya ağlaya koşuyordu. Annesi ve babası perişan bir haldeydi. Ne yapacaklarını şaşırmış bir durumda sağa sola bakınıp duruyorlardı. Komşular da onların kollarına girip sakinleştirmeye çalışıyorlardı. “Merak etmeyin akşama getirirler” diyorlardı.
Bir asker, aracın arkasından koşan arkadaşımın kolundan tutup, “Ağlama, ağabeyini akşama getiririz” dedi. Boynunu büküp geri döndü arkadaşım. İçini çeke çeke yanımıza geldi. Aramıza aldık onu. Çocuktuk ama aklımız eriyordu gördüklerimize, yaşadıklarımıza.
Ağabeyinin askerler tarafından götürülmesini içine sindiremeyen arkadaşım; “Kim şikayet ettiyse ben ondan hesabını sormaz mıyım, öcümü almaz mıyım?” dedi birden. Bir çocuğun söyleyeceği söz müydü bu. Yüreği nasıl dolduysa artık. O çocuk haliyle içindekileri dışına taşırdı.
Sebzeci onurlu bir insandı. Dedim ya ekmeğinin peşindeydi.
Akşam çöktü. Askerler sebzecinin oğlunu getirmediler.
Adam sokağa çıkamaz hale geldi. “Sebzeci geldi hanım” diyemez oldu. Annesinin de hastalandığını söylediler. Mahallede oynarken arkadaşımın da eski tadı yoktu. Ağabeyinden gelecek haberi bekliyordu.
Aradan 3 ay kadar bir süre geçti. Sebzeci eski bir pikaba eşyalarını yükleyip kiralık evinden göçtü. Pikaba koyamadıklarını da at arabasının arkasına yükledi.
Çocukluk arkadaşımdan ayrılmak benim çok ağırıma gitti.
O günden sonra bir daha haber alamadık. Sebzecinin büyük oğlu suçlu muydu?. Silahı sıkan o muydu?. Boş yere mi götürüldü?. Şikayet eden kimdi?. Hiç öğrenemedik.
“Ben bunun hesabını sormaz mıyım?” diyen arkadaşım öcünü aldı mı almadı mı?. Doğrusu onu da bilmiyorum.
Olay kapanıp gitti anlayacağınız…
CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay'ın parti otobüsüyle gelişini gören kızı Yağmur’un ‘Dağ gibi dimdik duran’ halini televizyonda izleyince çok duygulandım. Çocukluğum geldi aklıma..
Çünkü çocukların gözünde babalar kahramandır.
O baba ister sebzeci olsun, ister paşa, isterse gazeteci…
Yağmur, babasının gelmesini beklemeden otobüse doğru koşup, ona hasretle sarıldı. Balbay, kendisine doğru koşan kızına sarılarak özlem giderdi.
Birden aklıma düştü.
Mustafa Balbay’ın kızı da acaba sebzecinin oğlu gibi “Ben babama yapılanların hesabını sormaz mıyım?” diye içinden geçirmiş midir, sizce!