Meslek yaşamı boyunca saygın basın-yayın kuruluşlarında önemli görevler üstlenen Cengiz Halil Çiçek’i yıllardır takdirle takip ediyorum. Gazetecilik ilkelerine bağlılığı, habercilik anlayışı ve dil konusundaki titizliği son derece yüksektir. Mesleğini büyük bir heyecanla sürdürüyor. Gazeteciliğe dair tespitleri ise her zaman dikkate değerdir. Sorularımızı yanıtlayan Çiçek, “Bülten ve ajans gazeteciliği sonrasında, basın mensubunun katacağı ruhtan yoksun kalan ‘Anadolu Basını’ kavramının yerini, ‘Anadolu Bülteni’nin alması gerektiğini düşünüyorum.” diyor.
RÖPORTAJ: MEHMET ŞAHİN
Cengiz Bey, sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Adıyaman Gölbaşı nüfusuna kayıtlı olmakla beraber, 7 Şubat 1961’de babamın öğretmenlik yaptığı Gaziantep Sarısalkım köyünde doğmuşum. Babamın görevi dolayısıyla ilk, orta ve lise eğitimimi Gaziantep’in yanı sıra; Balıkesir, Adana, Mersin ve Adıyaman Gölbaşı’nda tamamladım. Gaziantep Eğitim Enstitüsünde başlayan yükseköğrenimim, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinde devam etti. Özel koşullar nedeniyle son sınıfta ayrılmak durumunda kaldım. Merkezi Gaziantep’te bulunan Güneydoğu Tarım Satış Kooperatifleri Birliği’nde 15 Aralık 1978-15 Mart 1983 tarihleri arasında görev yaptım. 1983-1984 yıllarında serbest çalıştım. 1984 yılının sonlarına doğru Adana Bölge Ekspres gazetesi temsilcisi Metin Aybey’in ofisinde basın sektörüne adım attım. Kısa süre sonra Gaziantep Zafer gazetesinde Vahittin Bozgeyik’in yanında bu mesleği öğrendim.
Mart 1985’te basın mesleği ve insani değerleri öğrenip geliştirmem açısından bana “Allah’ın lütfu” olarak değerlendirdiğim Mehmet Sağlam üstadın Yeni Gazetesi’nde görev aldım. Yeni Gazete’de çalıştığım dönemde, 1986 yılında kaşeli görev aldığım Anadolu Ajansında (AA), 30 Eylül 1987’de kadrolu olarak çalışmaya başladım.
Temmuz 1992– Ocak 2003 yılları arasında bölge müdürlüğü yaptığım Anadolu Ajansı’ndan 31 Ocak 2003’te emekli oldum. Mart 2003-Ağustos 2024 yılları arasında SANKO Holding’de İletişim Danışmanlığı yaptım. 1 Eylül 2025’ten bu yana da ASCE GYO’da İletişim Danışmanlığı görevini sürdürmekteyim.
GAZETECİLİK YAŞAM BİÇİMİDİR
Gazetecilik kariyerinizin önemli dönüm noktalarını ana hatlarıyla paylaşır mısınız?
Gazeteciliği meslekten ziyade topluma karşı sorumluluk duyanların yaşam biçimi olarak değerlendiriyorum. Üstat Şinasi Nahit Berker’in işaret ettiği gibi, “Gazeteci olunmaz, gazeteci doğulur.” Bazen kişide gazetecilik ruhu ilerleyen dönemlerde kendisini gösterir. Çalışma yaşamım gazetecilikle başlamadı; ama kısa sürede o alana yöneldi. Bölge Ekspres gazetesinde yaşanan belirsizlikler ve beklentiler nedeniyle işi bırakma kararı almıştım. Bölge Ekspres Gaziantep Zafer gazetesinin bürosunu kullanıyordu. Gazete sahibi Vahittin Bey’e “gidiyorum” dediğimde, “Bırakma, sende gazeteci kumaşı var; çünkü bu işten anlarım. Ancak burada çalışman karşılığında para vermem, zaten bende de yok.” sözü hayatımın akışını değiştirdi.
GÜNDE EN AZ 18-20 SAAT ÇALIŞTIM
Gazeteciliği öğrenmek için, -iki çocuğum olmasına rağmen- aylarca maddi karşılık beklemeden günde en az 18-20 saat çalıştım. Bir süre sonra, amcamın komşusu olduğu için tanıdığım entertype dizgi ustası Bezmi Özkan geldi ve “Tanıdığımız, saygı duyduğumuz eskiden de gazete sahibi olan Yeni Gazete’yi çıkaran Mehmet Sağlam abimize seni anlattım, görüşmek istiyor.” dedi. Gittiğimde, karşımda kelimenin tam anlamı ile; buz gibi, gülmeyen, sakalı uzun, beyaz tenli ve sert bakışlı birisi vardı. Mehmet Bey konuşmaya başladı, tane tane beklentilerini anlattı, maaş önerisini söyledi. Herhalde bakışımdan kabul etmeyeceğimi anlamış olmalı ki, “Lütfen yanıtınızı 48 saat içerisinde veriniz.” diyerek beni uğurladı. Mehmet Bey’in yanından çıktım, Doğuş Gazetesi sahibi Ali İnce ile karşılaştım. Ali Bey, “Nereden geliyorsun” diye sorunca, anlatmaya başladım. Adeta sözümü kesercesine, “Sakın reddetmeyeydin. Mehmet Sağlam, soyadı gibi sağlam birisidir. Siyasi görüşlerimiz taban tabana zıttır. Ama bana, ‘Ali Bey, sizinle çalışmak istiyorum’ dese, hemen gider gazetemi satar, yanında muhabirliğe başlarım.” ifadelerini kullandı.
BANA ALLAH’IN LÜTFUDUR
Ali Bey’in sözleri kararımı etkiledi. Belki Mehmet Bey ile aynı görüşte olan birisi söyleseydi hiç etkilenmezdim. Farklı görüşte olan kişi tarafından dile getirilince anlam kazandı ve ertesi gün işe başladım. Her zaman belirtirim. Mehmet Bey’in yanında mesleği sürdürmem, bana Allah’ın lütfudur. Vahittin Bozgeyik, Mehmet Sağlam, Bezmi Özkan ve Ali İnce Beylere Allah’tan rahmet diliyorum.
Yerel Yeni Gazete’de çalışırken, basından sorumlu merhum Devlet Bakanı Hasan Celal Güzel, 1987 yılı ortalarında, valilikte düzenlediği basın toplantısı sonrasında “kalmam” için işaret etti. Vali Abdulkadir Aksu’nun odasına geçtik, odada Vali Yardımcısı Oğuz Kağan Köksal da vardı. Bakan Güzel, Vali Bey’den bir dosya kâğıdı istedi; bana uzattı ve “söylediklerimi yaz” dedi. Yazıp imzaladığım dilekçeyi aldığında Anadolu Ajansı’nın büro açacağını öğrendim. 30 Eylül 1987 tarihinde atamam yapıldı ve benim için mesleki ve sosyal kazanımlarla dolu bir süreç başladı. Gurur duyduğum birçok konu var; ama en önemlisi, her zaman yolumu açan hiç kimseyi mahcup etmemenin hazzıdır. Bu vesileyle Hasan Celal Güzel Bey’e de Allah’tan rahmet diliyorum.
YOKLUKLAR İÇERİSİNDE ZENGİNLİK
Aktif gazetecilik yaptığınız dönemin koşullarını anlatabilir misiniz?
Yokluklar içerisinde zenginlik vardı. Dostluğun, içtenliğin, dürüstlüğün, meslek onurunun yüceliği bilincinin zenginliği. Ayıplanma duygusunun, başarının takdirinin ve objektif bakış anlayışının sahiplenildiği dönemlerdi. Haberde ismi geçtiği için zor durumda kalan kişinin basın mensubuna farklı gözle bakması mümkün değildi.
Yerel gazetedeyken yarı resmi diyebileceğimiz bir kurumda “yolsuzluk” bilgisine ulaştım. Ciddi rakam, içerisinde ismi geçenler çok güçlüydü. Aylarca uğraşarak derlediğim bilgi dosyası sonrası, kurumun tepe yöneticisinden görüş almak istedim. Muhatap dahi kabul etmedi. Dosyamdaki belgelerden birini kendisine faksladığımda, “yandım Allah dercesine” görüşmek istedi. O belge mahkeme dosyasında yoktu, ancak ben ulaşmıştım.
“YETER Kİ, YAZMAYACAĞIM DE!”
Gittim, çay söyledi; hiç konuşmuyordu, hesap makinesiyle uğraşıyordu. Birden döndü ve şunları kaydetti: “Şu kaynaktan 22,5 milyon lira hazırlayıp getirsinler, hiçbir yerde ismin geçmeden, imzan olmadan parayı al git ve dosya da sende kalsın. Yeter ki, yazmayacağım de...” Şoke oldum. Maaşım 60 bin lira ve o paranın yüzde 1’i bile benim için çok önemliydi. Hiç düşünmeden reddedip çıktığımda hesap ettim; önerilen, maaşımın 375 katıydı.
O dönem Gaziantep’in en lüks semti olan Kavaklık’ta en iyi daire 4,5-5 milyon liraydı. Olması gereken davranışım sayesinde, her zaman başım dik; aileme, çocuklarıma ve torunlarıma mesleğini kullanarak elde edilmiş lokma yedirip içirmedim. Dostlarıma da yüzlerini kızartacak arkadaş olmadım. O gün nasıl bir tavır sergilediysem, bugün de aynı duruşu sergilemenin onuru içerisindeyim. Hem de yalnız kalmak pahasına…
Ailemin öğretileri, dostlarımın tamamına yakınının benden büyük olmasının sağladığı tecrübe ortamı ve gazeteci olmanın toplumsal sorumluluğunun gereğini yapmanın mutluluğunu 38 yıldır yaşıyorum. Bu arada, o dönemin güçlü yayın organı Nokta dergisinde çalışan Fikret Bila’nın bir sabah gelip, haberle ilgili belgeleri benden alıp dergide yayınlaması da ayrı bir gurur kaynağı olmuştu.
BAŞARILIYA SAYGI DUYULURDU
Mesleğin o dönem yaşanılan zorluklarına gelince, iletişim altyapısı, dizgi ve baskı teknolojileri yetersizliği vardı. Avantajları ise insan olma erdeminin sağladığı onurlu duruştur. Gazetecilerin saygınlığı her zaman değerlendirme konusu olmuştur. Ama o günleri yaşayanlar bugünleri görünce kahroluyor. Kıdemliye ve başarılıya saygı duyulurdu. Gazeteciler hemen her ortamda bir arada olabiliyordu.
Karşılıklı sevgi ve saygı, kaynaşma, etkilenme ve yetişme anlamında destek vardı. Bugün herkes her anlamda ve her alanda maalesef en iyisinin kendisi olduğunu düşünüyor. Daha da kötüsü tüm ulvi değerlerin yerini tamamen “bunu yapmanın bana getirisi ne olacak” sorusuna yanıt aramak uğraşı aldı. Gazetecilik gerçeğe ulaşıp yayınlamaktan ziyade, “yayınlamayarak” kazanç elde etme alanı oldu.
Zaman zaman, bundan 40–50 yıl önceki yerel gazeteleri okuduğumda; o dönemde yapılan haberlerin, tamamen gazetecilik duygusuyla yazıldığını görüyorum. Şimdiki gibi birilerini memnun etmek, şirinlik yapmak ya da itibarsızlaştırmak için “nasıl olsa hakkımı verirler” düşüncesiyle gönüllü görev üstlenmediklerini fark ediyorum. Gelinen noktanın fotoğrafı, maalesef tırmanmanın değil, düşülen yerin göstergesidir.
HABERİN OLMAZSA OLMAZI 5N 1K’DIR
Yaşamın tüm alanlarına giren internet, dijital teknolojiler, yapay zekâ ve sosyal medya ağları geleneksel gazeteciliğin kurallarını nasıl değiştirdi?
İletişim güçleniyor mu, azalıyor mu? Bu soru kişilerin nereden, nasıl baktığı ile yanıtlanabilir. Teknoloji geliştikçe iletişim kanalları artıyor. Fakat iletişime ruh katan, anlam kazandıran insana olan talep azalıyor. Gazetenin haberini yazan, dizgisini yapan, baskısı ve katlaması tamamlanana kadar iş yerinde kalan biri olarak; haberi ya da gazeteyi internet ortamında okumak beni cezbetmiyor. Gazeteyi okurken, mürekkep kokusu bizler için farklı bir duygudur.
Elbette internet ortamında artık haberlere saniyeler içerisinde erişmek mümkündür. Zira haberlerin gün geçtikçe eksik unsurlarla yazıldığını görmek çok üzücüdür. Bir haberin olmazsa olmazı 5N 1K olmasına rağmen, bakıyoruz en iyi yazılmış haber dahi 4N 1 K içeriğinin üzerine çıkamıyor. Basında ve toplumda “neden” sorusunun artık hiç önemsenmemesi en önemli eksikliktir.
NEDEN SORUSU İLE İLGİLENİLMİYOR
Maalesef, herkes artık tabildot yer gibi, karavanda önüne hangi yemek konulursa onu yiyor. Ne basın mensubu ne de kamuoyu, “neden” sorusu ile ilgilenmiyor. Hatta neden sorusunun yanıtının önemini bilmiyor ya da önemsemiyor. İşin acı tarafı şudur: Eksik unsurla yazdıkları haberdeki bu durum sorulduğunda, “Bu kadar bilgi verdiler.” diye müthiş bir savunma yapıyorlar. “Sordun mu?” dediğinizde ise aldığınız yanıt, hep “Hayır” oluyor.
Araştırmacı gazetecilik kalmadı mı, yoksa toplumda karşılığını bulamaz hale mi geldi? Bu çok belirsiz bir alandır. Toplum gerçekleri aramıyor, öğrenmek istemiyor. Sanal bir yaşam tarzının içinde savruluyoruz. Motivasyonumuz, üzüntümüz, sevincimiz anlık yaşanıyor. Hedef olmadan yol alıyoruz. “Bize lazım olana ulaşalım, hedefe konalım da nasıl olursa olsun” diyen bir toplumsal anlayış gelişti. Hedef kelimesi, kolay yoldan elde etmeyi kapsar oldu.
Sosyal medya gerçeklikten uzaklaşma sahası haline geldi. İnternet bağlantısı olan her cep telefon sahibi kendisini doğal gazeteci ve görevli görmeye başladı. Yaptığının, o soruşturmanın gidişatını nasıl etkileyeceğini bilmeden ve umursamadan; herkes eksiği, fazlası, yanlışı ve doğrusu ile kamuoyunu yönlendiriyor.
Veee insanlar maalesef okuduklarına inanıyorlar. Ondan sonra düzelt düzeltebilirsen tablosu…
UMUDUMU KAYBETMEDİM
Gazetecilik, bugünkü noktada kalmaz. İnanıyorum ki gerçek gazeteciler, yalnızca mesleklerini yapmaya başladıkları zaman, asli görevlerine dönecektir. Umudumu kaybetmedim; çünkü kaybedersem yarınlarımdan umudumu yitirmiş olurum. Basın, çağdaş, demokratik her toplumun olmazsa olmaz unsurudur. Gün gelecek nitelikli, tarafsız, gördüğünü yazıp ve yorumlayacak gazeteciye talep patlaması yaşanacak; bu konuda karamsar değilimdir.
Yapay zeka yardımı ile haber yazılması konusuna gelince… Aslında yapay zeka kullanıcıya yardımcı olduğu kadar, kişilerden görüş alarak kendisini geliştiriyor. Doğru ve bilinçli kullanılırsa büyük kazanımdır. Ama yaygın basında bile haberi yapay zekaya yazdırıp yayınlıyorlar. Hatta haberin sonuna şunu eklemişler: “Daha farklı istersen genişletebilirim.” Yani komedi, silmeyi unutmuşlar…
YETERLİ MUHABİR ÇALIŞTIRILMIYOR
Yerel gazeteler, sektördeki “değişim ve dönüşüme” ayak uydurabiliyor mu?
BİK marifeti ile resmi ilan alan yerel gazetelerin sayısının azaltılması, düşüncenin ruhuna uygun gelişmedi. Değişen bir şey yoktur. “Bu çalışma yapılırken; resmi ilan alan mevcut gazetelerin birleşmesi, nitelikli gazetecilerin istihdam edilmesi, baskı kalitesi ve içerik gibi alanlarda sıçrama yapılması amaçlandı; ne yazık ki bu olmadı. Evet, resmi ilan alan gazete sahipleri şirket kurarak belli sayılarda bir araya geldi. Ancak resmi ilandan feragat ettikleri gazeteleri kapatmadılar.
Gazeteyi internet ortamında paylaşıyorlar ve haber siteleri kuruyorlar. Gazetelerindeki idari çalışanları resmi ilan alan gazetelerin kadro mecburiyetini karşılamakta kullanıyorlar. Resmi ilan aldıkları gazetede yayınlanan haberlerin tamamı, resmi ilandan feragat ettikleri gazetelerde yer alıyor. Ne değişti, hiçbir şey… Gerçi değişen bir husus var. O da iş dünyasına abone ve reklam almak için gittiklerinde, resmi ilandan feragat ettikleri yayın için de istiyorlar. Maalesef durum bu…
Gazeteler ve haber siteleri, yetkin ve yeterli sayıda muhabir çalıştırmıyor. Çalıştırılanlar da zorunlu kadro için istihdam ediliyor. Kimsenin muhabirden haber alma istediği yok. Nasıl olsa hemen her resmi ve özel kurumdan bülten gönderiliyor. Bir iki haber ajansına da abone olunduktan sonra ruhsuz, tek düze, hatası ve imla yanlışları tamamında aynı olan gazeteler okuyucuya sunulmaya başlandı. Bülten ve ajans gazeteciliği sonrasında, basın mensubunun katacağı ruhtan yoksun kalan “Anadolu Basını” kavramının yerini, “Anadolu Bülteni”nin alması gerektiğini düşünüyorum. Yerel basın maalesef eski konumunu kaybetti; zorunluluktan yayınlanır oldu.
KEŞKE YANILSAYDIM!
Bu vesileyle bir anımı aktaracağım. 1999 veya 2002 genel seçimleri öncesinde, Ankara’da Anadolu Ajansı Müdürleri toplantısındayız. Merkez ve bölge müdürleri, seçim öncesi hazırlıkları ve genel konuları konuşuyoruz. O dönem Anadolu Ajansı, İhlas Haber Ajansı ve diğer ajanslar, Anadolu basınının yararlanması için abone ücretlerini çok düşürmüşlerdi. Bu durum, yerel basın tarafından büyük mutlulukla karşılanmıştı. Toplantıda söz alarak uygulamanın yanlışlığına dikkat çektim: “Anadolu basınına destek konusunda hareket noktası yanlıştır. Haber ajansları düşük rakamlarla abone hizmeti verirken, aslında gazeteciliği, Anadolu basınının özgünlüğünü bitiriyorlar. Bundan sonra kimse muhabir çalıştırmaz, aile efradını ve gazete idari çalışanlarını kadroya alırlar. Daha da önemlisi bundan böyle Ankara ve İstanbul’a sıçrama yapabilecek hiçbir kimse olmayacaktır. Çünkü kendisini ortaya koyacağı mecrayı bitiriyoruz. Üç ajansa ödenecek ücret, bir muhabirin brüt ücretinden düşüktür. Bundan sonra ‘Anadolu Basını’ yerine mecburen ‘Anadolu Bülteni’ demek zorundayız. Artık gazetecilerin ruhu ile şekillenen Anadolu gazeteleri maalesef olmayacaktır.” Keşke yanılsaydım. Kim bu öngörülerime itiraz ediyorsa, dinlemek isterim.
Yorumlar
Kalan Karakter: