MUSTAFA ÖZKE
ADANA (GÜNAYDIN) – ‘Dostum Dinle Beni’ kitabından sonra ‘Benim Köy’ adlı o muhteşem eseriyle okurlarının karşısına çıkan Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi eski Dekanı Prof. Dr. Ahmet Necmi Yaşar, kitabında doğduğu bölgenin dilini en ince ayrıntılarına kadar yaşatmasıyla dikkat çekiyor.
Mahmut Makal’ın ‘Bizim Köy’ eserinden de esinlenen Prof. Dr. Ahmet Necmi Yaşar, bu konuyu kitabında, “Mahmut Makal’a mı öykünüyorsun, diyeceksiniz. Evet aynen öyle. Bu bir öyküntü ama çalıntı değil. Tamamen made in A. Necmi Yaşar. Yaşar Kemal’lerin, Talip Apaydın’ların, Necati Cumalı’ların, Fakir Baykurt’ların, Mehmet Başaran’ların, Dursun Akçam’ların hemen hemen hepsi kendilerinden öncekilere öykünmediler mi ki? Hepsi de edebiyatımıza bu sayede birbirinden güzel unutulmayacak başyapıtlar kazandırmadılar mı?” diye dile getiriyor.
Prof. Dr. Ahmet Necmi Yaşar’ın ‘Benim Köy’ adlı kitabındaki bölümleri okurken, gözlerinizi kapatıp çocukluk yıllarına gidiyorsunuz. O yılları birebir ve bölgeye has diliyle anlatan Yaşar’ın bu eseri aslında bir belgesel olma özelliği de taşıyor. Belgesel yapımcıları belki ilerleyen yıllarda bu kitabı önüne koyup, tarihin dehlizlerine bir yolculuk yapabilir.
‘Benim Köy’de yer alan her öykü, dolu dolu yaşanmış ve büyük bir yüreklilikle yazılmış.
İşte, Prof. Dr. Ahmet Necmi Yaşar’ın kendi dilinden ‘Temizlik’ öyküsü: “Analarımız, babalarımız iki güne, üç güne bir yıkanırlardı biz ise on beş güne bir. Elbette onlar bizden daha sık yıkanacak. Bizleri dünyaya getirmek için çok ter dökmüşler çok! Müslümanlığın gereği de bu değil mi?
Maşallah, maşallah!
Şu komşu dört eve bak da anla durumun vahametini:
10 çocuk Halil Emiroğlu’nun evinde.
10 çocuk Veli Efendi’nin oğlu Osman Şahin’de.
8’erden 16 da anamla dezzem Fatma’da (namı diğer Hapbam).
Ceman ne etti?
36 değil mi?
Bu 36’yı da böl 4’e.
Al sana hane başı 9 çocuk. Sev sevebildiğin kadar.
Her ev sanki çamaşırhane. Annemin çamaşır (kendi deyimiyle yunak) yıkamadığı günü hiç hatırlamam.
Avlunun ortasına bir koca kazan (o zamanın çamaşır makinesi) kurulur. Altına da ver harlı ateşi. İki marka deterjanın birinden biraz dök kazanın içine ki, çamaşır yumuşasın, biraz da kiri çözülsün.
Deterjanlardan biri kil toprak, diğeri odun külü. En meşhur deterjan markalarıydı bunlar; hem de beleş.
Kirler çözüldü ya, çamaşırları çıkart çitile! İnatçı kirler olmaz mıydı? Olurdu olmasına tabii. O zaman o çamaşırı bir taşın üstüne koyacaksın; elinde de çınar kütüğünden yapılmış tokaç denen bir nesne. Yen mi yemen mi?. Yen mi yemen mi?. Vur Allah vur. Al sana kar gibi beyaz çamaşır!!!
Bu makinelerin hepsi kurutmalıydı. Hem de güneş enerjisiyle çalışan modellisi. Çitilenmiş, biraz da suyu sıkılmış çamaşırları al avlunun etrafını çevreleyen kamış duvarların üstüne ser. Elleme, güneşlene güneşlene, gerine gerine kurusunlar.
Ya güneş yoksa?
Yelle çalışan modellerimiz ne güne duruyor?
Evin yel alan bir tarafına ser. Yellene yellene kurusun.
Kıtır kıtır, kırış kırış olurmuş. Varsın olsun.
Ütü derdimiz yok ki!
Gömlekleri akşamdan yastık altına, fistanları, varsa pantolonları da döşek altına koy, jilet gibi olsun sabaha dek!”
Yorumlar
Kalan Karakter: