Fotoğrafçı, yazar, tıp doktoru ve araştırmacı Halûk Uygur, kültür ve sanat alanındaki çalışmalarıyla Adana’nın önde gelen değerlerinden biridir. Yıllardır kendisini takip ederim. Kentteki birçok projede imzası bulunan Dr. Uygur, özellikle fotoğraf sanatı alanındaki eserleriyle bilinen, bunları toplumun olumlu yönde değişmesi için kullanan bir isim.
RÖPORTAJ: MEHMET ŞAHİN
Haluk Bey, sizi biraz daha yakından tanıyabilir miyiz?
Bir zamanlar benden özgeçmiş istemişlerdi… Ben de bana sorulmasından “en korktuğum” soru diye cevap vermiştim. Çünkü buna benzer sorulara hep “Şunu yaptım, bunu kazandım, bilmem kaç ödülüm var.” diye cevap veririz. Başarılar önemlidir; ama başarısızlıklar, eğer alınacak bir derse dönüştürülmüşse, yaşamımızı daha çok etkiliyor. Örneğin, tıp fakültesini bitirdim ama uzman hekim değilim. Bir zamanlar 12 Eylül darbecileri tarafından sakıncalı sayılmam nedeniyle, sınavları kazanmama rağmen uzman olmama izin vermediler. Ama bu başarısızlık, Türkiye’de aile hekimliği sistemi için çaba sarf etmeme neden oldu ve tıp fakültesi öğrencilerine aile hekimliği dersi anlatan ilk insanlardan biri oldum. Ayrıca uzman olamamanın doğurduğu boşluğu sanata yönelmekle kapatmaya çalışıp başka bir alanı tanıma şansını yakaladım. Bu yüzden benim için özgeçmiş değil, öz gelecek önemlidir… Bu söylediğimin fotoğrafını da yaptım.
GERÇEĞİ EN İYİ ANLATAN YÖNTEM
Tıp eğitimi aldınız. Doktorluk gibi saygın bir mesleği icra ederken fotoğraf sanatına yönelmenizin sebebi nedir?
1980’li yılların başında fotoğrafa, gerçeği en iyi anlatan yöntem olduğu için ilgi göstermiştim. Yoksa çizgiye de iyi kötü bir yatkınlığım vardı; resimde de ileri gidebilirdim. Ama resim, hayallerden daha çok beslenen bir disiplindir. Halbuki benim ilgim gerçekle ilgiliydi. Gerçeği anlatmak için verdiğimiz çaba, başımıza 12 Eylül balyozunu düşürdüğünden, fotoğrafı dayak yemeden kendimi ifade edebileceğim bir yol olarak benimsemiştim. Bu kabulleniş ve devamında vardığım sonuç, yaşamımı anlamlı hâle getiriyor ve hayata daha sıkı sarılıyordum. Gerçekleri, gerçeği anlatan en inandırıcı yöntemle anlatabilmenin hazzıydı bu. Sonuç da aldım. Müzeler kurdum, kente heykeller diktim, öğrenciler yetiştirdim, festivallere öncülükler ettim, tarihi evlerin restorasyonlarını sağladım, sanat konseyi kurdum, kent konseyinin kuruluşunda yer aldım, doksandan fazla kitap yazdım... Fotoğraf sanatının gerçekliğiyle yaşanılan daha birçok şey…
İKİ UĞRAŞIM BİRBİRİNİ BESLEDİ
Hekimlik ve fotoğrafçılık sizce birbirini besleyen alanlar mıdır?
Hekimlikte almış olduğum eğitim, fotoğrafta ilerlememi çok destekledi. Şöyle ki, hem tıbbın hem de sanatın dayandığı temel alan gösterge bilimidir (semiyoloji). Hekimlikte hasta sana bir şikâyetle gelir. Örneğin, “Başım ağrıyor” der. Siz bu şikâyeti hastalık olarak kabul ederseniz, derin yanlışa düşersiniz. Baş ağrısı sadece bir göstergedir, hastalık değildir. Onun altında yatan nedeni araştırmayıp bir ağrı kesici verip hastayı gönderirseniz; bir beyin tümörünü, yüksek tansiyonu, sinüziti ya da görme bozukluğunu vb. rahatlıkla atlarsınız. Halbuki bilimsel bir analiz ile “baş ağrısı” ile gelen hastanın “beyin tümörü” olduğunu ortaya çıkarıp onu rahata kavuşturabilirsiniz.
DERİN ANLATIMLARA ULAŞABİLİR
Sanatta da ressam size bir çınar ağacı gösterir ama asıl anlatmak istediği bilge bir insandır. İzleyici ağaçtan yola çıkarak, çok daha derin anlatımlara ulaşabilir. Sinema da bir kişinin iyi olduğunu anlatmak için uzun uzun uğraşamazsınız. Çünkü zamanınız az, yeriniz dardır… Ama o kişi yolda yürürken karşılaştığı bir kedinin başını okşadı mı, izleyici onun iyi biri olduğunu düşünmeye başlar. Hekimlik ve sanat eğitimleri arasında böyle bir benzerlik olduğu için, hekimler arasından çok sanatçı çıkar. Benim için de böyle oldu. İki uğraş alanım birbirini besledi. Bu paralellik nedeniyle hekimlikte de fotoğrafta da ufkum açık oldu.
ÖDÜL İÇİN ÇABA GÖSTERMİYORUM
Kırk yılı aşan fotoğrafçılık yolculuğunuzda hangi önemli projelere imza attınız? Başarılarınızı tescilleyen ulusal ve uluslararası ödüllerden bahsedebilir misiniz?
Toplum olarak kabul edilen birçok başarı, aslında görünmeyen birçok şeyden daha kıymetli değildir. Ödüllere de böyle bakıyorum. 1998’den beri ödül almak için hiçbir çaba göstermiyorum. Ben sadece dünya görüşüm yönünde dünyayı olumlu yönde değiştirmeye çalışıyorum. Bir kişinin bile, sergimden çıkarken “Ya, öyle miymiş!” demesi bile bir ödüldür.
Bu yüzden hep projeler üreterek, yanıma da gençleri alıp yetiştirerek sanat yaptım. Ürettiğimiz projelerden doksandan fazla kitap oluşturduğumuz düşünülürse, buna kitap olmayan projeleri de eklerseniz yaptığımız işin önemi ortaya çıkar.
Adana’da ise müzeler, sanat galerileri açılmasına, festivaller yapılmasına, heykeller dikilmesine vb. neden olan onlarca projede ben ve Altınoranlı arkadaşlarım yer aldık.
Bu projeler içinde “Denize İki Yıldız Attık”, hiç okula gidememiş yaklaşık 4000 tarım işçisi veya Roman çocuğun ilkokulu bitirmesini sağladığı için önemlidir… Yine, yıllar önce Mardin bir terör şehriyken arkadaşlarımla yaptığım çalışmalar, kenti bir turizm şehri hâline getirdi; bu da çok değerli bir şeydir. Toroslar ve Nadide Çiçekleri projesi Adana’ya yeni değerler katmıştır.
DÜŞÜNDÜĞÜMÜZ KADAR VARIZ
İnternet, dijital teknolojiler ve yapay zekâ pek çok alanı dönüştürüyor. Bugünkü gelişmeler ışığında sizce fotoğrafçılık mesleği gelecekte hangi noktaya evrilecektir?
Sanatı bir düşünme alanı olarak ele alıyorsak, tehlike teknolojinin ilerlemesinde değil, bizim teknolojinin sağladıkları nedeniyle rehavete kapılıp, düşünmeyi bırakmamızdadır. “Düşündüğümüz kadar varız.” Sanatın, fotoğrafın hatta yaşamın geleceğini de “ne kadar düşünüyoruz?” sorusunun cevabı belirleyecektir. Geçenlerde iki yıllık yüksek okulu bitiren bir gence “yedi kere sekiz kaç eder?” diye sordum, hiç düşünme zahmetine girmeden cep telefonunu açtı, cevabı oradan verdi. Teknolojiye teslim olmaktır bu. Böyle gidersek zincirli köle olacağız.
Ben niye resimde ilerlemedim?
Sosyal medyadaki paylaşımlarınızda “…Şimdi ise fotoğraf elde etmek için fotoğraf makinesine bile ihtiyaç duyulmayan bir yere geldik. Sadece hayallerini yazıyorsun; iki saniye sonra görseli veriyor. O zaman, ‘Ben niye resimde ilerlemedim?’ deyip gerçeğin haz veren duygusundan, fotografik bir anlamsızlık içine doğru yuvarlanıyorsun.
…Fotoğrafa başladığım ilk yıllarda çok sayıda ulusal ve uluslararası ödül aldım. Sonradan uluslararası jürilere çağrıldım. Fransa’da, İsviçre’de, Romanya’da, Yunanistan’da, İran’da, Kıbrıs’ta ve hatırlamadığım birçok yerde sergilerim açıldı. Zamanla gördüm ki, bunların benim yaşam defterime kattığı hiçbir şey yok.” ifadelerini kullanıyorsunuz.
Sanat yolculuğunuza dair bu değerlendirmelerinizi nasıl anlamalıyız?
Fotoğrafa kendi gerçekliklerimi, gerçeği en iyi anlatan bir alan olduğu için başladım. Şu an fotoğraf gerçekleri anlatmıyor artık. Ben de bu boşluk içinde yuvarlanıp duruyorum.
BAŞARILAR İSE ÇOK GÖRECELİDİR
Ödüller, başarılar ise çok görecelidir. Kime göre başarılısın? Bir gazete seni yılın sanatçısı seçiyor, ama o gazeteyi kaç kişi okuyor? Seni seçen kim? Seçme gerekçesi nedir? Kaç kişi arasından sen seçildin? Bunlar hep o göreceliliğin, yani sahteliğin içinde cevap bulan şeyler.
KENDİMİ BOŞLUKTA HİSSEDİYORUM
Bir ömür adadığınız bu alanda, bazı değer ve kavramların sizin gözünüzde anlamını yitirmesine neden olan duygu ve düşünceler nelerdir?
Değerler, benim gözümde anlamını yitirmedi. Aksine, değerler tüm dünyada anlamını yitirdiği için kendimi yalnız ve boşlukta hissediyorum. Ben aksi bir adamım. Ama bunu “aksilik yapmak” olarak ele almayın. Yitirilmiş değerlerle dünyayı dönüştüren sisteme karşı olmak anlamında aksi taraftayım.
Bu yorumlarınızla, fotoğrafın sınırlarını aşan daha derin, daha felsefi bir yaklaşım mı ortaya koyuyorsunuz?
Öyle derin bir şey aramayın! Anlatacaklarımı böyle giderse, fotoğrafla anlatamayabilme korkusu diyebiliriz.
ÖNÜMDE KISA BİR ZAMAN VAR!
Yazılarınızda 70 yaş vurgusu dikkat çekiyor? İleri yaş sanat yaşamınıza, bakış tarzınızda bir değişiklik yaptığı söylenebilir mi?
70 yaş vurgusunun altında tıbbi bir gerçek var. Ülkemizde ortalama erkek yaşı 75… Kalbinin dört damarı değişmiş, mesane kanseri olan biri olarak, bu rakamın benim için daha da küçük olması mümkündür. Diyelim 75 değil de 80 olsun. Önümde kısa bir zaman olduğu açıktır. Yani vaktim azdır… Sanat için değil, sevdiklerimle daha çok vakit geçirmek için. Önümdeki zamanı sevmeyip, birlikte olmak zorunda olanlardan uzak durmaya çalışarak da uzatabilir miyim acaba diye düşünüyorum aynı zamanda… Ama ilişkiler ağı o kadar sıkı ki, zor gibi görünüyor.
ÜLKEMİ VE ŞEHRİMİ ÇOK SEVİYORUM
Son dönemde hayata geçirdiğiniz “Benim Güzel Türkiyem ve Benim Güzel Adanam” adlı projelerinizden söz edebilir misiniz? Bu projeleri sizin için değerli kılan unsurlar nelerdir?”
Bu zenginliğin içinde “Benim Güzel Türkiyem” fotografik koleksiyonum özel bir yer tutuyor. Ülkemin ruhuma yansıyan güzelliklerini gösterdiğim ve bunu Türkiye'ye olan bir borcum olarak gördüğüm 40 yıllık bir çalışmadır… Mutluyum ki, 40 yıllık bu çalışma, 45 yıllık hekimlik yaşamımın geçtiği hastanelerin en güzelinde, Adana Medline Hastanesi'nin salonlarında sergilenecek artık. Üstelik belirlenen bir süre kadar değil; hastanenin varlığı devam ettikçe sonsuza kadar asılı duracak. Ülkemi ve şehrimi çok seviyorum. Ama bu hamaset değildir. Bana verdiklerine bakarsanız, bir borçtur. Üstelik âşık olunacak bir kadın kadar güzeldir Türkiyem.
MULTİDİSİPLİNER YAKLAŞIYORUM
Fotoğraf sanatını ele aldığınız eserlerinizden bahsedebilir misiniz? Yeni projeleriniz ve hedefleriniz nelerdir?
Ben sanata multidisipliner yaklaşıyorum. Sinemaya ilgi duyuyorum. 35 adet monografi ve biyografi kitabı kaleme aldım. Öykü kitabım, hatta hikâyelerimi topladığım eserim de var. Sanat tarihinde ise kitap yazacak kadar uzman sayılırım. Fotografik Düşünme Tarihi kitabım, fotoğraf tarihine herkesin anlattığına alternatif, başka bir tarih anlatması açısından dünyaca tektir. Ayrıca, 19. yüzyılda Adana ile ilgili yazılmış 3 kitabı arkadaşlarımla birlikte dilimize çevirdim. Heykel yapmasını beceremem ama Abidin Dino Parkı’nın ve oradaki heykellerin tasarımı bana aittir. (Uygulama Prof. Dr. Mutluhan Taş’a ait).
SADECE FOTOĞRAFÇI DEĞİLİM
Sinema müzesindeki balmumu heykellerin bazısının tasarımı da öyle… 1995 yılından 2018 yılına kadar ara vermeden Milliyet, Sabah, Posta gazetelerinde sayfam olduğunu düşünürseniz, gazetecilik de yapmış sayılırım. Adana Life ve Altınşehir Adana dergilerinin de genel yayın yönetmeniydim. Gördüğünüz gibi sadece fotoğrafçı değilim. Ama o yönüm çok öne çıktığı için siz de haklısınız. Tam sayısını bilmiyorum ama 90’dan fazla kitapta, yazar, fotoğrafçı, editör olarak imzam var. Önümde de, biri eşim Hanife ile kendi yaşam öykümüz de dâhil, üç kitap projem daha var. Ondan sonra da öleyim artık. Yapacak bir şey kalmadı…
BUGÜN ADANA ÇOK DAHA GERİDE
Adana’yı bir sanat ve kültür merkezi haline getirme konusundaki çabalarınızdan bahsedebilir misiniz?
Müsaade ederseniz, bundan bahsetmek istemiyorum. Artık geçmişi düşünmemeye çalışıyorum. Düşününce üzülüyorum çünkü. Sadece şunu söyleyeyim: 10 yıl öncesine göre bu konuda bugün Adana çok daha geride… Bir gün Adana’da çok katlı sahnesi olan, geniş oturumlu, atölyeleri ve sosyal alanlarıyla çağdaş bir opera salonuna kavuştuğunda, ben çoktan ölmüş olacağım.
SANAT DÜŞÜNME SİSTEMATİKLERİDİR
Türkiye’de nitelikli fotoğrafçılar yetişiyor mu? Sizce iyi bir fotoğrafçı hangi özelliklere sahip olmalıdır?
Bu sorunuza yine fotoğraf olarak değil de sanat düzleminde cevap vermek isterim. Ben sanatı duvara fotoğraf veya resim asmak olarak görmüyorum. İnce Memed de sanat değil! İnce Memed gibi Kuğu Gölü Balesi, Dokuzuncu Senfoni de sanat değil! Bunlar sanat eseridir… Sanat olan, bunları yaratanların düşünme sistematikleridir. Yaşar Kemal’in, Beethoven’ın kıvrak düşünme sistematiklerini hissetmiş olan herkes, ne iş yaparsa yapsın (doktorsa doktorluğunu yaparken, öğretmense çocukları eğitirken vb.), yaptığı o iş sanat olur.
DAHA ALT SEVİYELERE İNİYORUZ
Sanat eserleri, sanatçıların düşünme sistemlerini izleyiciye aktaran ve topluma yayan aracılardır. Sanat eserlerinin aktardığı düşünme sistemlerinin anlaşılır olması ise eğitimle olur. Türkiye’de eğitim bu konuyla ilgili değil; üstelik gittikçe daha alt seviyelere iniyoruz. Umutsuzluğum bundan. Tavsiye verecek kişi ben miyim bilmiyorum ama hiç kimse sadece fotoğraf makinesini kullanarak fotoğrafçı olamaz. Sinemadaki, müzikteki ve edebiyattaki düşünme sistemini anlayabilmeli, tüm disiplinleri bir araya getirecek donanıma sahip olmalıdır. Yani sanatın diğer dallarından, tarihten, mitolojiden, matematikten uzak kalınarak fotoğrafçı olunmaz. Bu farklı disiplinleri bir araya getirerek fotografçı olduğunda, artık sadece fotografçı değil, aynı zamanda sanatçısındır da…
Son olarak paylaşmak istediğiniz bir değerlendirme ya da mesaj var mıdır?
Söyleyebildiğim her şeyi söyledim zannederim. Teşekkür ederim.
Yorumlar
Kalan Karakter: