MUSTAFA ÖZKE
ADANA (GÜNAYDIN) – Son yıllarda yaptığı birbirinden ilginç ve esrarengiz resimlerle dikkat çeken ressam Meryem Pırlak, yaptığı çalışmaları manifestolarıyla birlikte bir kitapta toplamaya hazırlanıyor.
Berzah, Doğma, Hiçlik, Nefs ve İstila başlıklı resim çalışmalarını kendi iç dünyasından yankılanan seslerle kelimelere yükleyen Meryem Pırlak, fırçayla başladığı yolculukta kaleme doğru gidiyor. Bu yolculukta, bir yandan resimseverlerin gözlerine hitap ederken, bir yandan sihirli cümleleriyle okuyucularını alıp başka bir alemin gizemiyle tanıştırıyor.
“…Eksik kalan bir şeyler vardı sanırım ya da hiç bir zaman anlayamayacağım... Soramayacağım sorularım. Cevaplayamayacağım cevaplarım ya da tatmin olamayacağım birlikteliklerim ve muhabbetlerim…” diyor
“Adını koyamayacağım asla da tarif edemeyeceğim bir şeyler... Otuz altı yaşımda, birden bire kendimi resim yapar durumda buldum, sessizce yaşayan, hep dinleyen, boyun eğen, sükut ile alemi seyreden konumundan, seyrettiren konumuna doğru... “ diye devam ediyor yolculuğuna…
Bu röportajımızda ilginç benzetmeler dikkatinizi çekecek. Ressam Meryem Pırlak, resimleriyle olduğu kadar sözleriyle de sizi yüreğinin derinliklerine götürecek. İşte, “Sanat yüreğini titretmeli insanın” diyen ressam Meryem Pırlak ile söyleşimiz…
MERYEM PIRLAK KİM
Şu anki ben geçmişteki tüm birikimlerin, oluşumların tezahürüyüm, bulunduğum hal; günlük yaşamdan, önemsiz gibi görünen her andan, geçmişteki canlardan aldığım bayrağı, şartlarım elverdiğince en ihtişamlı şekilde dalgalandırmaya, bütün birikimlerin üzerine bir şeyler koymaya, tattığım ve tattırmaya, hissetmeye ve hissettirmeye, yaşantıma ulamaya çalıştığım güzelliktir.
Yaşam sebebim, varoluş savaşım, seyre sunmaya çalıştığım sahneler üzerinde kafama, bedenime mesai yapması konusunda ısrarım, direnişim... Yaşanılan değişimler, kargaşalar ve karmaşalar tatlısıyla acısıyla biriktirdiklerimi, fark etmek, fark ettirmeye çalışmak...
Fark etmek, nasıl da tılsımlı bir sözcük, önce kendimi fark etmek, yaşamdaki konumumu belirlemek, kendi yaşam romanımı, senaryomu yazmanın tadını yaşamak...
İsteklerimi, istemediklerimi, arzularımı, hayallerimi, kendimi tanımak, kendimi bilmek, varlığımı her saniye her salise yeniden inşa etmeye çalışmak ve dolayısı ile her saniye yeni ben olmak, hiç eskimeden, eskitmeden taze nefes almanın, enerji denizinde kulaç atmanın keyfini hissetmek ve hayata dair, kendine dair, bir geçmişi elinde tutma, geleceği şekillendirme çabası, doğmuşa, doğaya, öze inme, boyunduruktan kurtulma çabası, toplumun her cümlemizi, her duruşumuzu şekillendirme durumundan bıkma ve bazı riskleri göze alarak başkaldırma çabası, tek tip karakterlerin kurduğu dünyayı seyretmenin verdiği usanmışlıktan, yeni bir dünya kurma düşü...
VERDİĞİNİZ NEYİN ÇABASI
En derinlere inme, oralardaki değerli mücevherleri ya da balçığı gün ışığına çıkarma çabası ve ardı arkası kesilmeyecek bir sürü gerekçe daha...
Bir zamanlar yitirdiğim beni, bulmanın tadının doyumsuzluğu... Aslında hepimiz sadece ve sadece kendimize aşık değil miyiz, aşık olduğumuz ya da sandığımız canlı cansız her şeyde, herhangi bir ihtiyacımızı tatmin etmeye çalışmaz mıyız... Hepimiz beynimizin isteklerinin esiri değil miyiz...
... Çalışmalarımda nokta atışım insana dair, yaşanmışlıklara, yaşanabileceklere, kendimce yaşanması gerekenlere, yaşanmaması gerekenlere... Sahnelemeye çalıştığım ya da sahnelemeyi düşündüğüm konular,günlük yaşantılar karakterler, karakterlerin birbirlerinin yaşantısındaki etki ve tepkileri, küçük dokunuşlarla cennet ya da cehennem ehlinden olmaya doğru yolcuğun hanıdır, konağıdır, yuvasıdır tuvalim, saf düşüncenin egemenliğinde iç hesaplaşmalardır resimlerimden yansıyanlar, düşüncelerin ne kadar bağımsız olduğunu açıkça ortaya koyabilme çabasındayım.
DUYGULARINIZI ANLATIR MISINIZ?
Günlük hayatın endişeleri ve istekleri yüzünden karmakarışık ve anlaşılmaz hale gelen duygular, yaşamın acı izlerini bedeninde taşıyan kişiliklerin esaretindeyim, acıya doygunluğun karakteri nasılda olgunlaştırdığını gözlüyorum, acılara minnet mi borçluyuz nedir...
Dile getirmeye çalıştıklarım, bütün sosyal biçimlerin iç özü ve kendinde varlığıdır; yani gerçekliğin ta kendisidir, sanatın belli bir kitlenin, şu ya da bu düşüncenin iç rahatlığını dile getirdiğini düşünmek, eğlence aracı olarak kullanmak, nasıl bir katliamdır sanat adına, rahatın değil, rahatsızlığın mecrasıdır sanat, memleketimin aslı güzel insanları, nasıl bir gaflet haliyle çirkinleşmiş, nurunu yitirmiş, nasıl derin bir uykudadır, sabahı olmayacak gibi görünen...
Gözlerimi, kulaklarımı kapamama, sırtımı dönmeme, gittikçe yalnızlaşmama sebep olacak sahneleri seyretmeyi ret etmenin kararlılığı ile bu beden kendini tuvale hapsetmeye, minicik kapıdan açılan sonsuz özgürlük okyanusunda, rengarenk bulutların arasında, misk amber kokusunu bulmaya çalışır durur, yozlaşmaların içinde yaşayıp da daha ne kadar başınıza vurulmasına sabredebilirsiniz ki alnınızın ortasına her saniye düşen damlanın verdiği ıstıraba daha ne kadar katlanabilirisiniz ki, hal böyle iken çok acımasız bir düşünce olmasa gerek, rahatın değil rahatsızlığın yansımalarını yapma düşüncesi, dile gelen şey, her çeşit düşünsel dürtünün ve ideolojinin dışındaki genel ve bir o kadar soyut özdür.
BAŞARMA ŞANSINIZ NE KADAR?
Bir şans makinesi edasıyla, sadece maddi, bir o kadar da kişisel doyumsuzluklarıyla, sürekli aynı nokta ve aynı kişiler zirvesinde inip çıkan bu camiada (sanat camiası diyemeyeceğim çünkü böyle bir camianın olmadığını ya da azınlık olan sanatçıların, çok dar bir çerçevede hapsedilmeye çalışıldıklarını gözlemliyorum.) başarma şansım çok küçük gibi görünüyor.
Layığımızı mutlaka bulacağız inancı ile bir damlayı göle çevirecek diğer damlalara ulaşmaya, oluşturduğum emek gölüne yoğurt mayalamaya çalışmak, ne kadar da donkişotvari bir tutumdur. Bunun da farkındayım, bu durumun ne kadar büyük bir sorumluluk gerektirdiğini de, uçsuz bucaksız bir yolculuğa çıktığımın da...sarp kayalıkların canımı acıtacağını da biliyorum. Bu, süs biberi yemek gibi bir şey, ağzın yanmasından aldığımız keyfe benzetirim bazen ya da evladın tattırdığı büyük sıkıntıların yanında verdiği doyumsuz tada... altından kalkabilecek miyim ...
Elbette ki zaman gösterecek... İnandığım değerler uğruna tahammül sınırlarımı zorluyorum. İlginç ama bu zorlamadan inanılmaz bir haz alıyorum .... Duygularımın ve irademin en derin sırlarını keşif yolculuğundayım. Dalıp çıkarmak, her dalışta aslında ne aradığımı bilmeden, bilmediğimin daha iyisini bulabilmenin umuduyla, dalıp çıkarmak, daha can alıcı tadı bulacağım düşüncesinin cezbi halindeyim... Algı, görme yeterliliği, yeterli pratik deneyimlerden sonra ilhamı da yanı başıma alıp her saniye onula oynaşarak ruhumu lezzetlendirmeye, gelişmeye, insanlaşmaya çalışıyorum....
SİZE GÖRE SANAT NEDİR?
Sanat, insanın kendi gerçeğine ulaşma yollarından biridir. Bazen bir arayış, yeniden üretme, yaşam ve hakikâtî yeniden keşfetme çabasıdır. Bazen de bir tatmin aracına dönüşür. İnsan denen varlığın çelişki dolu karmaşık dünyasına tutulmuş bir ayna gibidir. Sanatçı bu aynada olmak istediği sûreti ve mutluluğu bulmaya çalışır. Bunun için dallanıp budaklanarak yaratıcıya, doğaya, felsefeye, bilime, psikolojiye, sosyolojiye, edebiyata, matematiğe, tarihe, fenne, anatomiye...
Yani yer bilimleri, toplum bilimleri, doğa bilimleri, yaşam bilimleri, mistik bilimlere uzanarak geçmiş, şu an ve gelecek arasından toplayabildiği bilgilerle oluşturduğu kolektif bilinçle varoluşunu anlamak ve anlatmak için başlar serüvenini oluşturmaya, aldığı algıladığı her şey fırçasından, kaleminden, gönlünden damlar damlar damlar...
RESSAM NEREDE BULUR KENDİNİ?
Yaşamı oluşturan maddi manevi her şeyle ilişki halinde hep sorgulayan konumda bulur kendini, sonra nereden nereye savrulduğunu anlamaya başlayınca geçtiği yollarda duygu alemini büyütüp besleyen ya da aç bırakanlara dolayısıyla acıtanlara, tüm ilişki halinde olduklarına hissettikleriyle coşar, bilinç dışını bilince getirip avazı çıktığı kadar sessizce bağırır, sevdaya, özleme, öfkeye dönüşür tüm suskunluğu, dünyanın en ücra yerindeki garibanın yüreğine dokunurcasına, oluşan güçlü enerji patlamasıyla dönüp ardına baktığında gördüğü göl karşısında şaşkınlık haliyle, bir kopuş bir parçalanma sonra da yeni bir bütünleşme meydana gelir.
İşte o zaman oluşur yaşam sanatı dolayısıyla sanat eseri, işte o zaman akmaya başlar her şey kendi mecrasında... Dolayısıyla vazgeçer maddi mükemmeli aramaktan, sâdeleşir, sâdeleşir, sâdeleşir ...
Yaratıldığı saflığa, bulmak isteği ihtiyacı olana dönüşmeye başlayarak sonsuz bir yolculukta bulur kendini haberi bile olmadan, yalnız çıktığı yola geri dönüştür hissettikleri, aslına özüne yaratanına tek gerçeğe, görüntüden ibaret olan her şeyi bir bir silerek ulaştığı özün verdiği hazdan hiç vazgeçmeyecek kadar aldığı doyumsuz tat ile...
ESER ORTAYA KOYMANIN FORMÜLÜ VAR MI?
Eser ortaya koymanın genel geçer bir formülü yoktur, içsel bir sonuçtur ortaya çıkan yaşanan durum, sadece bu sonuç öncesi, gerekli hazırlıkları iç güdülerimle yapmaya, büyük emeklerle, bedenimden, gücümden büyük tavizler vererek, sonrasında da gözlemlerimden, hissettiklerimden, biriktirdiklerimden, anladıklarımdan, anlamadıklarımdan bir karışım hazırlayıp fırçam, boyalarım aracılığı ile tuvalime akıtıp durur hal üzereyim, şimdi artık tuvalimde göründüğüm kadarım, tuvalimden kendimi seyreder ve seyrettirir dururum... İşte sadece bu kadarım... artık...
Mustafa Özke : Teşekkür ederim
Meryem Pırlak: Ben teşekkür ederim
Yorumlar
Kalan Karakter: