Sinema ve dizi oyuncusu Menderes Samancılar, doğup büyüdüğü Adana’nın kültürüyle yoğrulmuş önemli bir sanatçıdır. 1974’te sinemaya adım attığından bu yana yarım asrı aşkın sanat yaşamında onlarca filmde rol alan Samancılar, sergilediği başarılı karakterlerle çok sayıda ödüle layık görüldü. Son 7 yıldır Uluslararası Altın Koza Film Festivali Yürütme Kurulu Başkanlığı görevini sürdüren sanatçıyla “Kültür-Sanat” söyleşilerimiz için bir araya geldik.
RÖPORTAJ: MEHMET ŞAHİN
Diyarbakır’dan Çukurova’ya göç eden sekiz çocuklu bir ailenin ferdiniz. Doğup büyüdüğünüz Adana’daki çocukluk ve gençlik yıllarınızdan biraz söz eder misiniz?
Bu konuyu anılarımda yazdım ve belgesellerde defalarca anlattım. Hayatımın büyük bölümü neredeyse bu soruya yanıt vermekle geçti. Çünkü herkes bunu merak ediyor. Sinan Paşa Mahallesinde renkli bir çocukluk ve gençlik dönemi geçirdim. Aslında yoksulluğumuzun farkına varamayacak kadar yoksulduk. Buradaki yoksulluk ekonomik değildi; biz kendimizi, yaşamımızı zengin bir bahçenin içinde sanıyorduk. Bize göre orası adeta bir cennetti. Ülke genelinde başka hayatları çok bilmediğimiz için kendimizi çok zengin zannediyorduk. Ta ki bazı gerçeklerle karşılaşana kadar… Belki, ekmeğin arasına peynir koymak bizi mutlu ediyordu. Ama iki çeşit peynir olduğunu öğrendiğimizde, hayatın daha farklı lezzetler de barındırdığını fark ettik. İnsanlar sadece birbirlerini seviyordu. Komşuluk ve arkadaşlık ilişkileri çok daha güçlüydü. Aileler hayvanlarını severdi. Bir kişinin ahırda atının yanında yatması kadar doğal bir şey yoktu. At onun canı, yoldaşı, arkadaşı, hatta meslektaşıydı; çünkü ekmeğini birlikte kazanıyorlardı. Evet, sancılı bir dönemdi. Fakat o sancının içinde biz mutlu olmayı başarmışız. Arkadaş sevgisini, komşuluk ilişkilerini, hatta bir domatesin kıymetini bilmeyi öğrenmişiz. Değer bilerek büyümek ise sonrasında bütün hayatımıza yayılmıştır.
ÖDÜLLER HAYATTA AÇILAN FİLİZDİR
Çukurova, geçmişten günümüze sinemanın kalbinin attığı bir kenttir. Peki, siz bu sanat dalıyla nasıl tanıştınız? Bugüne kadar kaç sinema filminde ve dizide rol aldınız? Aldığınız ödüllerden bahsedebilir misiniz?
Pek çok meslekte çalıştım. Uzun yıllar eczanede görev yaptıktan sonra kalfalık aşamasına gelmiştim. Sonrasında Mensucat Fabrikasına girdim. Burada üç-dört yıl çalıştıktan sonra 1974’te bir derginin düzenlediği fotoroman yarışmasına katıldım ve birinciliği kazandım. Bunun üzerine sinema oyuncusu olmaya karar verdim ve fabrikadaki işimden ayrılarak İstanbul’a yerleştim. Sinema serüveni öyle bir yol ki, bir kez adım attınız mı artık dönüşü yoktur. Sanat yaşamım boyunca sayısını bilmediğim onlarca ödül kazandım. Bunları evimin bir bölümünde sergiliyorum. Ödüller, sanatçının doğru işler yaptığının ve saygınlığının bir ölçüsüdür. Ödül almak, bir ağacın budanmasına benzer. Alınan her ödül kişiyi tazeler ve hayatında yeni bir filiz açar.
ADANA SANATIN BEŞİĞİ OLMUŞTUR
Adana’nın sanat ve sinema ile olan ilişkisi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Adana, tarih boyunca sanatın ve sanatçının beşiği olmuştur. Bugün baktığımızda, kentin Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Muzaffer İzgü, Demirtaş Ceyhun, Abidin Dino, Yılmaz Güney, Ali Özgentürk, Aytaç Arman ve Bilal İnci gibi sayısız yazar, yönetmen ve oyuncuyla zenginleştiğini görüyoruz. Şehir ve sanat hep özdeş olmuştur. Çünkü Adana halkı özgürlüğüne düşkün ve sokakta yaşamayı seviyor. Zaten özgürlüğün olmadığı yerde de sanat olmaz. Bu bereketli topraklarda sanat kendiliğinde fışkırıyor. Yazarlık ve oyunculuk Adana’nın mayasında var. Adana, sanatın bütün dallarında olduğu gibi spor ve siyasette de her zaman belirleyici olmuştur.
SİNEMA GÜÇLÜ BİR ARAÇTIR
Sinema sizin için ne ifade ediyor?
Sinema toplumun aynasıdır. Bu toplumun kendisini görebilmesi için sinema, olmazsa olmazlardan biridir. Aynayı çevireceksiniz; bu da sinemanın kamerasıdır. “Sen busun” diyeceksiniz ve gerçeğini göstereceksiniz. Bu yüzden bu ülkede yıllarca sinema, “sansürle” kontrol altına alınmak istenmiştir. Sinema, özgürlüğün simgesidir. Özgürlük neyse sinema da odur. Bazen topluma bir şeyi anlatmak için uğraşır durursun. Ama sinemanın bir karesiyle bunu rahatlıkla aktarabilirsin. Sinema, doğru kullanıldığında son derece güçlü bir araçtır; kötü ellerde ise tehlikeli bir silahtır. Fakat özünde sanat olduğu için, bunu silaha dönüştürmek için gerçekten kötü kalpli olmak gerekir. Sinema, yalnızca barışın, özgürlüğün ve kardeşliğin sembolüdür. Altın Koza Film Festivali’ni de sinema sayesinde gerçekleştiriyoruz. Sinemanın birleştirici ve dayanışmayı artıran bir yanı vardır. Bu yüzden tüm katılımcılar “sevgi, saygı, barış, kardeşlik ve umut” diyor.
YILMAZ GÜNEY SEVGİSİ BAŞKAYDI
Sinema geçmişinizde Yılmaz Güney’in nasıl bir etkisi oldu?
Eskiden Adana’da her çocuk, Yılmaz Güney gibi ünlü bir oyuncu olmayı hayal ederdi. Her birimizde Güney sevgisi bir başkaydı. Ona duyduğumuz hayranlık ve hayatımızdaki etkisi büyüktür. Yılmaz Güney’in ideolojisini, duruşunu ve oyunculuğunu çok seviyorduk. Birlikte çalışma fırsatı bulamasam da en azından onunla tanışma şansını yakaladım. Neticede Güney’in hayat çizgisine baktığımızda, hepimizi etkileyen bir yönü vardır. Biz de temiz adımlarla onun izlediği yolu tercih edenlerdeniz. Yılmaz Abi hem hemşehri hem de meslek büyüğümüz olarak çok kıymetlidir. Bütün dünyanın tanıdığı bu sinema oyuncusu bizim yüz aklarımızdan biridir.
DESTEKLER DAHA DA ARTMALIDIR
1960’lardan itibaren başlayan Yeşilçam geleneği günümüzde giderek zayıflıyor. Beyaz perdedeki bu değişimin nedenleri nelerdir?
1974’te sinemaya başladığım yıllarda çok sıkıntılar çektik. Ülkede insanlar adeta evlerinden çıkamaz hâle gelmişti. Yine de o dönemde sinema adına güzel işler yapıldı. Yılmaz Güney ve onun çizgisinde ilerleyen Süreyya Duru, Atıf Yılmaz gibi pek çok sinemacı vardı. Fakat aynı dönemde “porno ya da seks furyası” dediğimiz bir süreç de başladı. Bazı arkadaşlar bu alanda para kazandı; ama bizim gibi aktörler işsiz kaldı. 1990’lı yıllara gelindiğinde ise Türk sineması aradığı niteliği bulmaya başladı. O furyalar sone erdi; beraberinde birtakım dönüşümler ve acılar yaşandı. Bugün geldiğimiz noktada sinemamız artık dünya sinemasıyla boy ölçüşecek bir konuma gelmiştir. Kültür Bakanlığının destek verdiği projeler vardır. Gönül ister ki bu destek daha da artsın. Çünkü dizilerimiz ve filmlerimiz bugün bütün dünyada gösteriliyor. Bu da bizim yurt dışındaki yüzümüzdür. Eğitim ve sanat ayağa kalktığında, ülkemiz zaten kendiliğinden kalkınır. Bu noktada hepimize büyük görevler düşüyor.
ACIYI ÇABUK KAVRAYAN TOPLUMUZ
Sinema ve dizilerde daha çok hangi rolleri canlandırıyorsunuz?
Rol seçiminde fiziksel özellikler önemlidir. Filmlerde bebek yüzlü birini hamal olarak ya da yakışıklıysa inşaat işçisi diye pek göremezsiniz. Ama bazı oyuncular fizikleriyle her filmde rol alabilir. Beni bir banka müdürü, bir amele ya da atın üstünde bir cengâver olarak düşünebilirsiniz. Bana genellikle dramatik yapısı ağır projeler gelir. Bu benim tercihim değildir. Dramatik konuları içselleştirmek ve empati kurmak daha kolaydır. Belki bir hokkabazın sevincine ortak olmak zordur; ama hiç tanımadığınız birinin cenaze töreninde ağlayabilirsiniz. Biz, acıyı çabuk kavrayan bir toplumuz. Geldiğimiz topraklara baktığımızda, filmlerde aldığımız roller adeta acı haritamız üzerinden gelip bizi buluyor. Oynadığım roller karakterimle örtüşüyor.
ŞİİR KENDİNE YAZDIĞIN MEKTUPTUR
Oyunculuğunuzun yanı sıra edebiyat ve şiire de meraklısınız. 13 yaşından beri şiir yazdığınız biliniyor. Yoğun ve yorucu film çekimleri arasında şiire nasıl vakit ayırabiliyorsunuz?
Türkçe öğretmenimin teşvikiyle 13 yaşımdan beri şiir yazıyorum. Önceleri kafiyeli yazıyordum, şimdi serbest vezinle devam ediyorum. Şiire özellikle zaman ayırmıyorum. Eğer şiirle yolculuk yapacaksan, kâğıt ve kalemin cebinde hazır olacaktır. Aklıma bir dize geldiğinde hemen yazarım. Şiir seni bulur zaten; olmadık zamanda uykunu böler, aracını sağa çektirir, dizeler beklenmedik anlarda karşına çıkar ve sen de onları yazarsın. Şiir aslında insanın kendisine yazdığı mektuplardır. Yazanın üzerinden topluma ulaşır. Sinema da böyledir; izlenmeye başlandığı andan itibaren seyircinin sorumluluğundadır. Şiirde kendin olmak zorundasın. Ahmet Arif, Nazım Hikmet, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Attilâ İlhan… Her birinin şiirleri kendine özgüdür. Biz şairler ülkesiyiz; dünyanın en güzel şairleri bizdedir. Eğer hayatın içinde şiir yoksa tadı da tuzu da yoktur. Bence bütün renkler şiirden doğmuştur.
Onlarca sinema filminde ve dizide rol aldınız. Bunlar arasında mesleğinize yön veren yapıtlar hangileridir?
Mesleğe başlarken hayatıma yön veren filmlerden biri Bekir Yıldız’ın hikayesini, senaryosunu Vedat Türkali’nin yazdığı ve Süreyya Duru’nun yönettiği Kara Çarşaflı Gelin’dir. Daha sonraki yıllarda, “İyi ki oynamışım” dediğim bir diğer film ise Erden Kıral’ın yönettiği, 1979 yapımı Orhan Kemal’in büyük eseri Bereketli Topraklar Üzerinde’dir. Son dönemlerde de severek rol aldığım ve yorumladığım proje de Kıvanç Sezer’in yönettiği 2016 yapımı Babamın Kanatları filmidir.
ALTIN KOZA ÖNEMLİ FESTİVALDİR
Yedi sezondur Adana Altın Koza Film Festivali Yürütme Kurulunda görev alıyorsunuz. Uluslararası nitelikli bu festivalin sinema sektörü ve Adana’ya katkılarından söz eder misiniz?
1969 yılında başlayan, ancak zaman zaman kesintiye uğrayan (24 yıl) Altın Koza, ülkemizin önemli film festivallerinden biridir. 7 yıldır hem kentimize hem de sinema sanatına destek olmak amacıyla yürütme kurulu başkanlığı görevini yürütüyorum. Temel amacım, şehrimiz ile sinema arasında iyi bir köprü kurmaktır. Bu işlerin maddi bir karşılığı yoktur. Zaten olursa gönüllülük esasıyla olur. Bu anlamda ekibimizle 7 sezondur yoğun bir şekilde çalışıyoruz. Önümüzdeki yıllarda devam edip etmeyeceğimi bilmiyorum. Çünkü gerçekten çok yorucu bir uğraştır. 7 senedir Altın Koza Film Festivali’nde sorumluluk üstlendiğim için bu dönemde sinema projelerinde yer almadım. Rol aldığım filmlerde, tüzüğümüz gereği ve etik olarak festivaldeki yarışmalara katılamıyorum. Bu nedenle doğal olarak yönetmenler de benimle çalışmayı tercih etmiyor. Şimdi biraz kendi mesleğime dönmek istiyorum. Elbette bu süreçte bazı dizilerde oynadım, ancak sinema bambaşka bir şeydir.
BARIŞ, ÖZGÜRLÜK VE UMUT…
32. Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nin bu yılki teması olan “barış, özgürlük ve umut” ile topluma hangi mesajları vermeyi amaçlıyorsunuz?
Evet, ana temamızı köklerinden sökülen zeytin ağaçları ve topraklarından koparılan Filistin halkı üzerine belirledik. İkisi de acılı bir durum. Bir ülkenin zeytinlerini yok etmek, aslında onun geleceğine ve toprağına barut suyu dökmek demektir. Bu kadar insan “hayır” diyor. Maden mi önemli, yoksa zeytin ağaçları mı? Birkaç kişi zengin olacak diye, dünyanın el üstünde tuttuğu bir bereket ağacına siz neden balta vuruyorsunuz? Öbür tarafta, bütün dünyanın gözü önünde, masum Filistin halkını kırıp geçirdiler. Bu yıllardır süren bir acıdır. Şimdi bilmem kaç ülke Filistin’i tanıyacakmış. Tanısan ne olur, tanımasan ne olur? Ortada Filistin mi kaldı? Tam 40 yıl önce, Filistin hakkında şu şiiri yazmışım: Sırtında Şehit Filistin!/Kanlı çizmelerin çiğnediği topraklardan, yuvasına kartal inmiş kuşlar gibi dağıldılar./Dağılırken bile çoğaldılar. / Yürüyüp gittiler, umutları vardı./Ellerinde yürekleri vardı; yüreklerini sımsıkı tuttular ve yürekleriyle yürüyüp gittiler./Hiçbirimizin gözünde kaçmadı; dağıldılar ama dağılırken bile çoğaldılar.
Son olarak eklemek istediğiniz bir husus var mıdır?
İstanbul Şile’de yaşamımızı sürdürüyoruz. Bu yıl, yönetmen olan eşim Funda Hanım ile, Şile Belediyesi’nin ev sahipliğinde “Çocuklar Film Çekiyor” adlı 1. Şile Çocuk Yönetmenler Film Şenliği’ni organize ettik. Amacımız, 9-14 yaş arasındaki çocuklarımızın 3-5 dakikalık filmler çekerek bu sanat dalına olan ilgilerini artırmaktır. Dereceye giren çocuklarımızı ödüllendirdik. Sinema, hayata doğru bakmayı öğreten; aynı zamanda yaratıcılığı besleyen bir sanattır. Önümüzdeki yıllarda da sürdürmeyi hedeflediğimiz bu etkinlikle, küçük yaşta çocuklarımıza film ve sinema sevgisini aşılamak istiyoruz.
Yorumlar
Kalan Karakter: