Nasıl ki her disiplinde tanımlanması en zor kavram o disiplinin temelini oluşturan değerler ise, hukukta da tanımı en zor olan kavramlardan biri “adalet kavramıdır.” İlk çağlardan beri farklı düşünürler tarafından farklı yorumlara tabi tutulmuştur. Bugün modern Türk yargısında en çok temel alınan adalet kavramı ise ünlü düşünür HansKelsen’in “Karşılıklı insan ilişkilerini düzenleyen toplumsal düzenin mümkün ama zorunlu olmayan niteliği.” Görüşüdür. İnsan ancak davranışı adil olarak kabul edilen bir toplumsal düzene uyduğu takdirde adil olacak ve yine toplumsal düzenin adil olması toplumun düzeni adil görmesiyle bağdaşacaktır.
Bu anlamda yasalarımız ceza hukuku bağlamında üç ana adalet çeşidi çevresinde topluma karşı adil bir duruş sergilemeye çalışırken toplumun da bu normalar çerçevesinde adil davranmasını beklemektedir. Cezalandırıcı, tazmin edici adalet kavramları bir yana bugün toplum karşısında adalet sistemindeki her çarkın en çok faydalı bulduğu ve uygulanma çeşidi bakımından hukukumuzda çok yeni gündeme gelen “onarıcı adalet” kavramını yine ceza hukukumuz çerçevesinde ele alacağız.
Âdettendir, önce tanım yapmak gerekir lakin bugün onarıcı adalet kavramını tüm sınırları ile ifade eden kesin bir tanım olmadığını belirmem gerekir. Henüz onarıcı adalet de yeni keşiflere gebe olduğu için tanım bir noktada yeni uygulamalarla birlikte evrim geçiriyor. Gelinen noktada onarıcı adalet nedir sorusuna verilebilen “Onarıcı adalet, belli bir suçun taraflarının, suç işlenmesinden sonra bir araya gelerek, suçun gelecekteki etkilerini ortadan kaldırmak için müşterek çalışacağı bir süreçtir” tanımı mevcut doktrindeki en isabetli tanımdır.
Gerçekten de suçun taraflarının (suçtan zarar gören ve suç fiilini işleyen’in) oturup, bir süre sonra bir araya gelerek ortaklaşa bir çözüme kavuşarak hem hukuk sistemimizin başta olayın tarafları olmak üzere tüm toplumca daha adil olduğuna kanaat getirildiği ve suçun iki tarafa da getirebileceği bir çok olumsuz etkinin ortadan erkenden kaldırıldığı böylece adalet organlarımız üzerinden de ciddi bir yükün kaldırılabildiği çözümler için onarıcı adalet kavramı geçerlidir.
Her ne kadar Türk hukukunda yankıları yeni duyuluyor olsa da bu sistem ne bizim için ne de dünya için yeni değildir. Bildiğimiz anlamda onarıcı adalet ile ilk kez Kanada’da 1974 yılında bir dosyanın çözüme ulaşıldığı bilinmektedir. Bu olayda iki tutuklu, bir denetimli serbestlik görevlisi tarafından mallarına zarar verdiği 22 mağdurun yanına özür dilemek için götürülmüş ve konu böylece kapanmıştır. Fail, zarar verdiği kişisel ve tepkileriyle karşılaşarak verdiği zararın boyutunu anlamıştır. İşte burada şunu belirtmek gerekir ki cezalandırıcı adaletten farklı olarak onarıcı adalet; suçtan zarar gören birey üzerine odaklanır ve mağdura failin eyleminin kendi üzerindeki sonuçlarını ve bu sonuçların oluşturduğu duyguları ifade etme olanağı sunar. Nitekim esasen bu adalet sisteminde şahıslar fail veya mağdur olarak değil “taraflar” olarak nitelendirilerek kendilerine ait uyuşmazlığın çözümüne katılmaktadırlar. Yani onarıcı adalet “insanlar için veya insanlara bir şey yapmaktan farklı olarak insanlarla bir şey yapma” şeklinde bulunan adalettir.
Bugün, dünya genelinde grup toplantıları, aile ve polis konferansları, cezalandırma halkaları gibi çeşitleri olan bu kavram ülkemizde yalnızca fail-mağdur görüşmeleri başlığında toplanmakta ve ceza hukukumuzda en güncel olarak uzlaştırmacılık kurumu çatısı altında kendisine yer bulmaktadır. Savcılık tarafından ve prensip olarak olayın oluşundan en az bir ay sonra teklif edilen uzlaştırmacılık süreci, eğitimli ve sınavlı şekilde seçilmiş uzlaştırmacılar tarafından yönetilerek kanuna ve usule uygun bir uzlaştırmacılık sağlarken taraflar arasında en yüksek seviyede faydayı sağlayarak onarıcı adaletin tüm ilkelerini de korumaktadır.