Renksiz, uçucu ve kokusuz olduğu için, teşhisi de son derece zor.
Sinir sistemini felç eden çok etkili ve zehirli bir gaz.
2 dakika solunduğunda buhar konsantrasyonun durumuna göre, göz bozukluğuna ve solunum güçlüğüne ya da ölüme neden oluyor.
1938’de Alman Kimyager Gerhard Schrader tarafından bulunduktan sonra 1939’da Nazi Almanyası tarafından savaşta kullanılmak üzere üretimine başlanmış.
1991’de ise Birleşmiş Milletler tarafından kitle imha silahları kategorisine alınmış.
1993’te de Kimyasal Silahlar Konvansiyonu tarafından üretimi ve depolanarak saklanması yasaklanmış.
1930’lu yıllarda ortaya çıksa da dünya Sarin gazını, 1988’de Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak güçlerince gerçekleştirilen ve 5 bine yakın kişinin yaşamını kaybettiği Halepçe katliamıyla duydu.
Sarin gazı 1994 ve 1995 yıllarında da Japonya’daki terör saldırılarıyla da dünyanın gündemine oturmuştu. 1995’te Tokyo metrosuna yönelik saldırıda kullanılmış ve 20 kişi ölmüştü.
Enerji kaynaklarının ele geçirilmesi projesi kapsamında emperyalist güçlerin idaresinde gerçekleştirilen fiili işgallerin yerini bugün “özgürlük mücadelesi” adı altında kardeşlerin birbirini katlettiği kirli bir savaşa bıraktı.
Kuzey Afrika’da başlayan bu kirli savaş bugün yanı başımızda ki Suriye’de devam ediyor.
Esad güçlerinin de Sarin gazı kullandığı iddia ediliyordu ancak bugün gelinen noktada durum tam tersine dönmüş gibi.
BM Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu Başkanı Carla del Ponte, geçtiğimiz günlerde Esad muhaliflerin sarin gazı kullandığına dair güçlü, somut şüpheler bulunduğunu, ancak bu konuda henüz kesin kanıtlara ulaşamadıklarını açıkladı.
Bu açıklamadan birkaç gün sonra savaşın kirli yüzüne Reyhanlı’da tanık olduk.
52 yurttaşımız kirli emellerin kurbanı oldu.
Bu saldırıyla ilgili birçok karanlık nokta hala aydınlatılmayı bekliyor.
Reyhanlı saldırısını gerçekleştirdiği iddia edilen El-Nusra örgütü üyelerine yönelik Adana’da düzenlenen operasyonlarda, 2 kilogram ''sarin gazı'' ele geçirildiği öne sürüldü.
İddia doğruysa bu saatten sonra ülkenin her yanının tehdit altında olduğunu söylemek yanlış olmaz. Şükür ki güvenlik güçleri bu gazın kullanılmasına olanak sağlamadı ancak tehlikenin geçtiğini düşünmek oldukça yanlış olur.
Şu an savaşın tam göbeğindeyiz.
Petrol ve doğalgaz gibi zenginliklere sahip ülkelerin bugün halde olduğunu idrak etmek zorundayız.
Suriye’den sonra sıra hangi ülkeye gelecek acaba?
İran mı Türkiye mi Azerbaycan mı?
Yeni Petrol Yasası’nın getirdiklerini ve Türkiye’ye kaybettirdiklerini de bu çerçevede iyi değerlendirmek gerek.
Bu yasanın yürürlüğe girmesinden sonra Türkiye’nin hangi bölgelerinde petrol çıktığını yakın bir zamanda hep birlikte göreceğiz.
Türkiye’de petrol olmadığını söylemek de tamamen saflıktır.
Türkiye sahip olduğu yer altı ve yer üstü zenginlikleriyle, jeopolitik konumuyla her zaman emperyalist güçlerin ana hedefiydi ve bu durum ne yazık ki emperyalizm var olduğu sürece devam edecek.
Toplum olarak uyanık olmak, perdeyi aralayıp gerçekleri görmek zorundayız.
Yoksa 19 Mayıs 1919’da bağımsızlık ve özgürlük meşalesini yakarak Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine atan, bu uğurda canını seve seve feda eden atalarımın kemikleri sızlayacak.
Uyanık olmak, merak etmek, sorgulamak gerek.
Gerisi kendiliğinden gelir.
Yorumlar
Kalan Karakter: