MUSTAFA ÖZKEADANA (GÜNAYDIN) – Uluslar arası PEN Üyesi ünlü yazar Saba Kırer, yazarlığa yeni başlayanlar için çizdiği yol haritasında okurlara da unutulmaması gereken mesajlar veriyor.“Aslında, yazdığımızdan daha fazla okuduklarımızdır bizi belirleyen, bizi var eden.” diyen yazar Kırer, “Belki bir kabulleniş, boyun eğiş, belki de bir karşı çıkış, direnme, razı olmama halidir, okuma-yazma yolculuğumuz. Yaşar Kemal’in İnce Memed’i, Clarise Lispektor’ün Kuşatılmış Kent’te Lucrecia Neves’i, Charlotte Bronte’nin Jane Eyre’si, Ingeborg Bachmann’ın Malina’sı, Cervantes’in Don Kişot’u olmaksızın var olabilir miydim? Ortaokul yıllarında tanıştığım Emile Zola olmadan yürüyebilir miydim, büyüyebilir miydim, dünyaya gözlerimi açabilir miydim?” diye soruyor.Ünlü yazar Saba Kırer ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik, edebiyatın ve edebiyatçıların yarınlarına dair.OKUMA SİZE NEYİ ÇAĞRIŞTIRIYOR? “Edebi yargı yahut değerlendirme için aynı anda keskin biçimde iki şeyin birden farkında olmamız gerekir: ‘Neyi sevdiğimizin (veya neden hoşlandığımızın)’ ve ‘Neyi sevmemiz gerektiğinin’ Çok az kimse her ikisini bilecek kadar dürüsttür.””Eliot’ın sözleriyle kaçımız yüzleştik, yüzleşiriz? Ya kaçımız edebiyat kanonlarının dışına çıkma cesareti gösterdik, ya da bu kanonların aksine edebi bir yönelime doğru kaçımız ilerledik. Bize biçilen okuma-yazma biçimlerinin aksine neler okuduk, nelerle zihnimizi besledik? Has bir edebi eseri elimize aldığımızda, onun uçsuz bucaksız denizine açıldığımızda onunla ne kadar yolculuğu sürdürebildik, dalgalarıyla boğuşabildik, göz kamaştıran güneş ışıltılarını aşıp ileriyi, uzakları, ufku görebildik? Aslında, yazdığımızdan daha fazla okuduklarımızdır bizi belirleyen, bizi var eden. Belki bir kabulleniş, boyun eğiş, belki de bir karşı çıkış, direnme, razı olmama halidir, okuma-yazma yolculuğumuz. Yaşar Kemal’in İnce Memed’i, Clarise Lispektor’ün Kuşatılmış Kent’te Lucrecia Neves’i, Charlotte Bronte’nin Jane Eyre’si, Ingeborg Bachmann’ın Malina’sı, Cervantes’in Don Kişot’u olmaksızın var olabilir miydim? Ortaokul yıllarında tanıştığım Emile Zola olmadan yürüyebilir miydim, büyüyebilir miydim, dünyaya gözlerimi açabilir miydim?OKUMAYA NEREDEN BAŞLAMALI İNSAN? Yazar olacaklara bir yön buluş sağlayabilir mi bu söylediklerim? Ama ne olursa olsun yazar öncelikle kendi doğasını bilmeli, kendi dünyasını tanımalıdır. Sanatın hangi dalında olursa olsun, kendi kültürel dokularına, kendi dışında kurduğu dünyayla olan ilişki biçimlerine, kendi iç dünyasına eğilmeyi bilmelidir. İster google, ister ansiklopedi kullanılsın, kaynakları kendi süzgecinden geçirmeyi bilmeyen, bunu yalnızca kopyalayarak çoğaltan kişilerin yazarlığından da, araştırmacılığından da söz edilemez. Edilse bile sabun köpüğü gibi anında yok olup gider. Has yazarlar, kendini yazdıklarına adayanlardan çıkmıştır. Bugün Çukurova’dan doğan Yaşar Kemal’in eseleri farklı dillere çevriliyor, dünyaca okunuyorsa Yaşar Kemal’in edebiyat yolculuğuna dikkat etmemiz gerekmektedir. İster yazı makinesini göğüs hizasına yerleştiren, dirseklerini yüksek masasına dayayıp ayakta çalışan Ernest Hemingway olsun, isterse yazma hayatı boyunca yataktan doğrulmayan Proust olsun, yazarken ne biçimde çalıştıklarıyla değil neyi yazıp, neye razı olmadıkları, boyun eğmedikleriyle varlar. Bugün hala okurlarıyla, eserleriyle dünya edebiyatını taçlandırmaktalar.JAKO NASIL DOĞDU? İlk kitabım, ilk romanım olan Jako, aslında romanı yazdığım dönemde üzerinden her gün geçtiğim Roma dönemi eserlerinden biri olan, Seyhan’la karşı yakayı birbirine bağlayan kadim Taş Köprü’nün bana armağanıdır. Orada yaptığım yürüyüşlerden, Seyhan sularının üzerinde doğan güneşten, akşam karaltısından, çıkan fırtınadan, ansızın bastıran yağmurdan, ıvır zıvır denilecek cinsten malzemeler satan tablacılardan, daha aşağıda yer alan Bakırcılar Çarşısı’ndan, çarşının esnafından, bıçakçılardan, Çarşı Hamamı’nın kömürünü harlayan ateşçinin bakışlarından, Vakıflar Çarşısı’nda gelinlere çeyiz eşyası satan, her adımda gıcırdayan merdiven basamaklarına rağmen varlığını koruyan, yan yana dizili küçük dükkânlardan doğmuştur, Jako.KİTAP ÖNERİLERİNİZ NEDİR? İranlı yazar Samed Behrengi’nin Bir Şeftali Bin Şeftali, Küçük Kara Balık, Pancarcı Çocuk kitaplarını okumadan bir çocuğun büyümesinde hep bir eksiklik olmaz mı? Grimm kardeşler tarafından Almanca olarak kaleme alınan çocuk ve yuva masalları anlamına gelen Grimm masalları yalnızca çocuklar için değil büyükler için de iri bir mücevher değerinde birbirinden güçlü masallarla doludur. Pamuk prenses ve Yedi Cüceler, Külkedisi, Rapunzel, Hansel ve Gretel, Bremen Mızıkacıları, Kırmızı Başlıklı Kız, Fareli Köyün Kavalcısı gibi dünyaca ünlü masallar yer alır, eserde. Şehrazad’ın Fars kralı olan eşi Şehriyar’ı oyalamak için her gece anlattığı ama sonunu ertesi güne sakladığı büyüsel masallardan oluşan Binbir Gece masallarıysa doğunun paha biçilmez bir armağanıdır okurlara. Hangi yaşta olursa olsun vazgeçilemez bir yapıt. Türk edebiyatının klasikleri olarak gördüğüm Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ını, Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini, Sait Faik’in Alemdağda Var Bir Yılan’ını, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü, Leyla Erbil’in Hallaç’ını, Orhan Kemal’in Bereketli Topraklar Üzerinde’sini, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ını, Bilge Karasu’nun Göçmüş Kediler Bahçesi’ni, Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı’sını Hasan Ali Toptaş’ın Gölgesizleri’ni okumadan bir yolculuğa çıkmak pek olası değil. Türk sinemasının karakteristik, zarif kadını, öyküleriyle de edebiyat dünyasından bildiğimiz Nilüfer Açıkalın’sa sinema dünyasının sahne arkasına ışık tutmakta, Karanlıkta Çok Güzelim adlı romanıyla. Murat Özyaşar’ın yakın zamanda yayımlanan Sarı Kahkaha’sıysa merakla okunacaklar arasında “Herkes ölüsünün ardından kahkaha atar, işte bu krizin, işte bu kahkahanın adıymış sarı kahkaha.” Faruk Duman’ın sihirli kalemini, Necmi Zekâ’nın kendine has şiirlerini, Salah Birsel’in, Nermi Uygur’un insanı uçsuz bucaksız yolculuğa çıkaran denemelerini göz ardı edebilir miyiz? Yakın zamandaysa, Nilay Özer’in eseri Meşe Palamudu Macanda’yı beş- altı yaş aralığından çocuklarla okuduk, çok keyif aldık. NURSEL DURUEL ÖRNEĞİGöç olgusu üzerinde duran Nursel Duruel’in Geyikler, Annem ve Almanya’sı okunmadan geçilmemelidir. “Yazara karşı ileri sürülebilecek üçüncü istem, onun çağına karşı çıkmasıdır. Yalnızca şu ya da bu olguyu değil, çağının tümüne, çağına ilişkin yalnızca kendisinin edindiği kapsamlı ve bir bütün oluşturan görünüme çağının özgül kokusuna, yüzüne yasasına karşı çıkmaktır.Yazarın karşı çıkışı sesli olmalı, biçim içerisinde somutlaşmalıdır; yazar, donup kalmak ya da susup yazgıya boyun eğmek hakkına sahip değildir. Küçük bir çocuk gibi tepinmeli, bağırmalıdır; ama en sevecen göğüsten bile gelse dünyadaki hiçbir süt onun karşı çıkışlarını boğmamalı, onu tatlı bir uykuya itmemelidir. Uyuyabilmeyi istemek zorundadır ama bu isteğe asla erişememelidir. Karşı çıkışını unuttuğu anda, tıpkı dinin egemen olduğu eski çağlarda bütün bir halkın tanrısına ihanet etmesi gibi, o da ihanet etmiş sayılır.” Canettı, Hermann Broch’un ellinci yaş günü için Viyana'da yaptığı söylevin nedenini şöyle açıklar: Yazara karşı çağımız açısından önem taşıyacak istemleri, öne sürülmesi gerekenleri saptadım. Ülkemizde yaşanan sancılı dönemi, bir kız çocuğunun evreniyle anlatan Nursel Duruel, anlatıcı çocuk evreniyle şöyle seslenir: “Kapının ziliyle uyandım. Anneannem akşam yattığı koltukta oturmuş beni seyrediyordu.” “Günaydın kızım,”dedi. “Günaydın,” dedim, “Annem gitti mi?” “Evet gitti. Bir saat önce yolcu ettik. Seni uyandırmak istemedi. Gece çok geç uyumuştun.” “Burnum sızlayıverdi.Yine başlarsam ağlamaya. Hayır... Ağlamayacağım artık. Ben bir su damlasıyım. İnatçı bir su damlasıyım. Büyümek için savaşacağım. Mutlu düşleri gerçekleştirmek için savaşacağım.” Nursel Duruel, acı vatan olgusuyla tanımlanan bir dönemi kız çocuğunun sesiyle böyle açıklar. Bu bir yakınma değildir, boyun eğmemeye kararlı olan ve bu kararıyla da büyümeye başlayan, çocukluğu geride bırakan birinin sesidir. Anlatım bundan önce görülen rüyayla da desteklenmiştir.‘ŞEYTAN TÜYÜ’NÜN AYRINTILARI Haldun Taner’se insanı daha iyi açımlamanın peşindedir. Bu nedenle insanın iç dünyasını ağırlıklı olarak işler. "Şeytan Tüyü”nde ayrıntıları daha rahat verebileceği mektup yöntemini seçer. İnsanı kültürel bir obje olarak kullandığı öykülerden "Şeytan Tüyü" yazarın en iyi öykülerinden biridir. Türkiye'den Almanya'ya akan işçiler sorununa, kültürel farklılıkları öne çıkartarak yaklaşır. Ancak kültürel farklılıkları verirken yine ortak noktaya yönelir: İnsana. Ne okursak okuyalım Türk ve dünya edebiyatının olmazsa olmazları olmadan, yolumuza devam etmek güç. Ne okur olarak ne de yazar olarak.--- Teşekkür ederimSaba Kırer: Ben teşekkür ederimSABA KIRER KİMDİREleştirmen ve yazar. Hürriyet Gösteri Sanat, Cumhuriyet Kitap, Kitap-lık’ta 2004’ten itibaren yazmaktadır. Düzyazı Defteri, Yom Sanat, Kum Sanat, İmge Öyküler’de karşılaştırmalarla öykü eleştirileri (2003-2006) yazmış. Borderline kişilikler, arketipler öykü eleştirilerinin temel izleğidir. Göç, göçmenlik olgusu, gettolar üzerinde durmuştur.Edebiyat çalışmalarına öykü ve eleştiri yazılarıyla başladı. Eleştiri ve denemelerini 2004 yılından itibaren Hürriyet Gösteri Sanat, Cumhuriyet Kitap, Kitap-lık, Geceyazısı, Radikal Kitap, Düzyazı Defteri, Yom Sanat, Kum Sanat, İmge Öykü dergilerinde yayınladı. Ele aldığı edebi metinlerde göç ve göçmenlik konularına odaklandı. Yazarla ilgili Everest Yayınevi tarafından hazırlanan yazıda Kırer’in öykü eleştirilerinin ana temalarının boderderline kişilikler ve arketipler olduğu belirtilir. 2008 yılında Saba Kırer’in ilk romanı Jako Everest Yayınları tarafından yayınlandı. Yazın hayatında edebiyat eleştirisi önemli bir yer tutan Kırer, bu eleştiri yazılarından bir kısmını Haziran 2010’da Ayna Kırılmış Baksana adlı Kavis Yayınları’ndan çıkan kitabında topladı. İç Seyahat, Dış Seyahat ve Çocukluğumuz adlı üç bölüme ayrılan kitapta Hasan Ali Toptaş, Bilge Karasu, Metin Kaçan, Vüsat O. Bener, Ömer Seyfettin, Haldun Taner, Nursel Duruel, Füruzan, Sevgi Soysal, Özen Yula gibi yazarların eserlerini ele aldı. 2011’de ise Nurdan Gürbilek için hazırladığı armağan kitabı, Nurdan Gürbilek – Devasa Vitrin Can Yayınları tarafından basıldı. Rıza Beraheni ve Haşim Hüsrevşahi ile birlikte Sadık Hidayet’te kadın ve ölüm temalarını ele alan Yazarın Gölgesi - Sadık Hidayet: Ölüm, Kadın Ve Kör Baykuşun Yeniden Yazılışı adlı dosyayı hazırladı. Dosya 2011 yılında Kavis Kitap tarafından yayınlandı. Aynı yıl, Gökhan Yavuz Demir ve Alper Kanca editörlüğünde hazırlanan, 56 kadın yazarın babaları ile ilgili anılarını anlattığı Kızlar ve Babaları adlı kitaba katkıda bulundu. Adana’da yaşayan yazar Dünyanın Öyküsü dergisinin çalıma ekibindedir. Uluslar arası PEN üyesidir.YAPITLARIJako, İstanbul, Everest Yayınları, 2008.Ayna Kırılmış Baksana, İstanbul, Kavis Kitap, 2010.Nurdan Gürbilek – Devasa Vitrin, İstanbul, Can Yayınları, 2011.Yazarın Gölgesi – Sadık Hidayet: Ölüm, Kadın ve Kör Baykuşun Yeniden Yazılışı, İstanbul, Kavis Kitap, 2011 (Rıza Beraheni ve Haşim Hüsrevşahi ile birlikte).Kızlar ve Babaları, Paradigma Yayınları, Yayın Yılı: 2011, (ortak kitap)
ADANA
16 Mart 2015 - 09:33
Güncelleme: 16 Mart 2015 - 09:40
Yazdıklarımızdan daha fazla okuduklarımızdır bizi var eden
Saba Kırer, “İster yazı makinesini göğüs hizasına yerleştiren, dirseklerini yüksek masasına dayayıp ayakta çalışan Ernest Hemingway olsun, isterse yazma hayatı boyunca yataktan doğrulmayan Proust olsun, yazarken ne biçimde çalıştıklarıyla değil neyi yazıp, neye razı olmadıkları, boyun eğmedikleriyle varlar” diyor
ADANA
16 Mart 2015 - 09:33
Güncelleme: 16 Mart 2015 - 09:40