ADANA (GÜNAYDIN) - Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Felsefe Grubu Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mustafa Günay, edebiyatçı, yazar ve şair Mustafa Emre’nin Adana’nın Yüreği Karasoku kitabını bir solukta okuduğunu belirtiyor.
Kitabın muhteşem bir analizini yapan Yrd. Doç. Dr. Mustafa Günay’ın yazısını okuyucularımızla paylaşıyoruz: İçinde yaşayıp yabancısı olduğumuz kentler, bize ait midir ya da biz tanımadığımız bir kente ait olabilir miyiz? Geçmişini, tarihini bilmeyince, orada yetişen ya da yolu bir dönem oradan geçmiş kültür insanlarından habersiz olunca o kenti tanıdığımızı söylemek zordur. Kültür insanlarının bıraktıkları izler, eserler kent kültürünü oluşturur ve aynı zamanda söz konusu kültürü bugün de sürdüren öznelere belli bir bilinç ve duyarlılık kazandırır.
Kentler hakkındaki kitapların oluşturduğu bilinç ve duyarlık, o kente daha farklı bakmamıza yol açar. Kentler hakkındaki kitaplarıyla tanınan Heyamola Yayınları, Adana hakkında 12 kitap yayımladı. Adana’ın doğa, tarih, kültür ve insan gerçekliğini ele alan bu kitapların, bu kenti tanıma ve anlama konusunda önemli bir boşluğu dolduracağı söylenebilir. Bu yazıda Adana Kitaplığı dizisinde yer alan kitaplardan birinden söz etmek isterim.
Mustafa Emre’nin Adana’nın Yüreği Karasoku kitabını bir solukta okudum. Bir kentin yüreğini oluşturan bir semte içerden bakan, onu geçmişi ve bugünüyle birlikte görmeye ve göstermeye çalışan Emre, akıcı ve etkileyici bir üslupla anlatıyor, kentin bir bölümünün "gizli
tarihi"ni... Yazma biçimi ve üslubu da konunun dile getirilmesine ve anlaşılmasına oldukça uygun ve anlamlı görünüyor. Bir dostla diyalog ve gezinti halinde dile getirilen bir semtin hikayesidir. Bu hikaye, kente ilişkin eski ve yeni fotoğraflarla birlikte aynı zamanda orada yaşamış olan ve yaşayan insanın, şiirle öykünün ve tarihin, yaşanmışlıkların harman olup karıştığı bir metindir. Emre kendisiyle, daha doğrusu çocukluğuyla, onu temsil eden bir kişiyle konuşmalarla kitabını kurmuş. Bir kentin tarihi, kültürü, insanı ve geçirdiği değişim süreci konusunda, nereden nereye gelindiğini ortaya koyan ve aynı zamanda geleceğe yönelik kimi ipuçları ve değerlendirmeler içermesi bakımından da önemli bir çalışma olarak görüyorum bu kitabı.
Kitabın başında yer alan “Dünya İçinde Dünya” adlı başlıklı bölümde Emre, Adana’nın tarihten günümüze taşıdığı anlamı ve kendi özgü ruhunu şöyle ifade eder:
“Adana, Çukurova’nın gözbebeği, güneyin kent çekirdeğidir. Bir kolu Toroslar’da, öbür kolu Akdeniz’dedir. Tarih, kültür, sanat ve uygarlık merkezidir. Bütün çağlardan payını alan Adana tarihin koynunda yatar. Doğanın bütün güzelliklerini bağrında taşır. Kültürün, sanatın nabzını tutar.(..)
Onun için yaşamı bir şiir gibi algılar. Bu yüzden seveni, söyleyeni çoktur. Yaşam, her durumu ile şiirde bulur kendini. Şiirden türküye, ninniden ağıda çeşitlilik gösterir.
Bu uygarlıklar kavşağında zenginlikler oluşur. Sarı sıcakta, al toprakta yer bulur. Dağı taşı, çiçeği kuşu ile bir olur. Adana gerçeğini yaratır.
Onun içindir ki Adana; dünya içinde bir dünya, Anadolu içinde bir Anadolu, Çukurova içinde bir Çukurova’dır.”(s. 19-20)
Tarihin izlerini görmek: kentin dünü ve bugünü
Bir kenti ya da onun belli bir bölümünü anlamak, tanımak istediğimizde geçmişe dönüp bakmak gerekir. Çünkü kentler de tarihin izlerini taşırlar. Her mekanda, her sokakta, parkta ya da köprüde tarihin izleriyle karşılaşırız. Bu noktada Emre, Adana’nın ve Karasoku’nun tarihsel yönlerini de ele alarak, kentin bugünkü durumuna hangi süreçlerden geçerek geldiğini anlama ve nasıl bir geleceğe doğru değiştiğini öngörme-düşünme olanağı sunmaktadır. Emre, şair kimliğinden de yola çıkarak, bu şehrin hissettirdiği tarih kokusunun hangi çiçeklerden, köklerden geldiğini çok güzel biçimde dile getirmektedir. Örneğin Büyük Saat’ten söz ederken, Turgut Uyar’a yapılan göndermelerle birlikte, kendisinin ‘Büyük Saat Çocukları’ şiirine yer vermesi, modernleşen toplumların kentlerinde yer alan saat kulelerinin anlamını ve zaman algısının yaşamımızdaki yerini daha iyi anlamamıza katkıda bulunmaktadır. Emre, Büyüksaat’in anlamını şöyle dile getirir: “yalnız kentin değil bizim çocukluğumuzun da simgesi oldu. Sesini hep duyduk. Tanıdık bir ses.”(s.78) Bu tarihsel anıtın kentin kimliğindeki yeri kadar, kişilerin geçmişindeki anlamı da önemlidir. Emre’nin ifadesiyle, “Büyüksaat çalmaya başladı. Çok uzaktan, çok eskiden haber veriyordu sanki. Ne güzeldir her kentin bir saat kulesinin olması. Sanki anıların çanını çalan odur.”(s.111)
İnsan ve sanatçı yüzleri
İnsanın yaşadığı yerle arasındaki etkileşimi Emre şöyle açıklar: “İnsan yaşadığı yere benzerse bu da öyle. Artık kent mi ona benziyor, o mu kente? İşte böyle, mekanlar, zamanlar, insanlar birbirine geçiyor, kaynıyor, ayrılıyor, birleşiyor.”(s. 32)
Elbette insanlar, insan yüzleri, kentin kimliğini şekillendiren büyük ve anlamlı bir tablo oluşturur. Emre, Adana’yı ve onun yüreği durumundaki Karasoku’yu anlatırken, buralarda yaşamış, buralardan gelip geçmiş çeşitli kişilerden ve onlarla ilgili anılardan ve tanıklıklardan da söz eder. Burada özelikle adı anılanlar arasında hiç şüphesiz Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Yılmaz Güney, Demirtaş Ceyhun ve Muzaffer İzgü gibi sanatçılar sayılabilir. Ancak Emre Reşat Enis, Kamuran Şipal, Mehmet Akif Tuncay gibi pek bilinmeyen ya da unutulmuş kişileri de anımsatır. Bu kişiler, bu kente ve bu coğrafyada doğup büyümüş, yetişmiş nice sanatçılardan bazılarıdır. Ama bir de burada doğmamakla birlikte, çeşitli nedenlerle yolu bu kente düşmüş, hayatının belli bir dönemini burada yaşamış olanlar da vardır. Bu durumdaki kişilerin tümünün sayısını ve adını bilme olanağından yoksunuz. Ama yine de belli bir süre yaşadıkları bu kenti ve coğrafyayı, eserlerinde dile getiren, bu kente bağlılığını ve sevgisini birçok yerde ifade eden kişiler de önemlidir. Bunlar arasında Emre, özellikle Abidin Dino ve Bülent Habora’dan söz eder. Adana, Nurullah Ataç’ın belli bir süre öğretmenlik yaptığı ve sonrasında hep sevgiyle ve özlemle anımsadığı bir kenttir. Dino da, gittiği her yere Adana’yı da götürdüğünü söyleyen bir sanatçıdır. Habora’nın kitabının adı da anlamlıdır: Benim Başkentim Adana.
Emre’nin kent kimliğini oluşturan sanatçılar kadar onlarla sıradan insanlar arasındaki ilişkilere ve tanıklıklara yer vermesi de önemlidir. Sanatın ve sanatçıların insanlarda bıraktığı etki ve izlenimler, onların nasıl anımsandığının da bir göstergesidir.
Kent kimliğini oluşturan mekanlar
Kentin kimliğini oluşturan mekanlar ve eserler de önemlidir. Emre bu noktada Adana’nın kimliğinin önemli parçaları durumundaki pek çok mekandan söz eder. Bunlar arasında bazıları bugün de varlığını sürdüren mekanlardır. Ama bazı mekanlar bugüne kalmamış yıkılıp gitmiştir. Bazen değişerek varlığını sürdüren mekanlarla karşılaşırız. Örneğin belli bir dönemin önemli mekanlarından Alsaray sineması tarihe karışmıştır. Ama hamam iken sinemaya dönüşen mekan vardır. Bu noktada bazı kiliselerin camiye dönüşmesi de söz konusudur. Emre, mekanlar kadar doğadan da söz eder. Özellikle Sandalyeciler Sokağında bulunan dut ağacı anımsanabilir.
Mekanlar kentin kimliğinde aldıkları yer kadar kişilerin yaşamlarındaki yerleriyle de önemlidir. Kişinin hayatı ve insanı tanıyıp öğrendiği mekanlar, onun yaşama deneyimlerinde özel bir anlama ve işleve sahiptir. Emre, bu durumu şöyle ifade eder: “Benim ilk toplumsal mekanım çayevleri olmuştur. Böyle kıyıda köşede, temiz, düzenli. Olgun insanların oturduğu yerler. Gazete okuma alışkanlığını bu mekanlarda kazandım.(…) Sonra meyhaneler. Gençlik çağımda meyhaneleri keşfettim, insan sarrafları da tanıdım, bu insanların yanında çiğ kalanları da.”(s.103)
Emre, değişen mekanlardan söz ederken kentin tarihsel ve toplumsal bağlamda geçirdiği değişim sürecine işaret eder. Onun şairce bir yaklaşımla incelikli ve derinlikli biçimde yaptığı betimlemeler, kentin ve semtin kimliğini oluşturan mekanların anlamını fark etmemize katkıda bulunur. Ancak dile getirilen değişim sürecinin insana hüzün vermesi kaçınılmazdır. Bu noktada kentli insanın gözünden söz konusu değişim sürecinin algılanma biçimine değinildiğini de görürüz.
“Bu toprakların kendine özgü bir gizemi ve verimi var” diyen Emre, sözlerini şöyle sürdürür: “ Adana bir zamanlar tarımın merkezi idi. Sanayileşme de bu topraklarda filiz vermiştir.” ( s.44) Ancak değişme süreci içinde sürekli ileriye ve iyiye gitme söz konusu olmayıp, bozulmalar da vardır. “Kentin kimyası bozuldu, (…) Kimyası, dokusu, ruhu…”(57) diyen anlatıcı, yaşadığı kentin değişim süreci karşısında eleştirel ve sorgulayıcı bir tutum gösterir.
Kentin damarlarında dolaşan şairin ortaya koyduğu birikim
Emre, Adana’nın yüreği olan Karasoku’nun sokaklarında dolaşırken, okuru da kentin ve bu önemli semtin sokaklarında/damarlarında gezintiye çıkarır. Edebiyatın, şiirin eşlik ettiği bu gezintilerin öğretici olduğu açıktır. Çok şey öğrendim bu kitaptan, bence okuyan pekçok kişi de aynı şeyi söyleyecektir. Emre’nin kitabı, yalnızca bir semtin değil, bir kentin ve Çukurova’nın ruhunun sesini duyurabilen bir kitaptır. Ona, bir kentin insan ve kültür haritasını belleğimize ve gönlümüze astığı için teşekkür ediyorum.
Yorumlar
Kalan Karakter: