MUSTAFA ÖZKE
ADANA (GÜNAYDIN) – Madımak katliamı; 2 Temmuz 1993’de Sivas'ta Pir Sultan Abdal Kültür Derneği tarafından düzenlenen şenlikler sırasında Madımak Oteli'nin gericiler tarafından yakılması ve 33’ü aydın 37 insanın öldürülmesi şeklinde tarihe geçti.
Yangının hemen ardından Adana’dan Sivas’a giden ve o anı sıcağı sıcağına yaşayan gazeteci – yazar Çetin Yiğenoğlu da örnek bir gazetecilik refleksi gösterdi. Haber ve röportajlarıyla Sivas faciasını anlatan Yiğenoğlu, daha sonra, yaşadıklarını ‘Şeriatçı Şiddet ve Ölü Olanlar Kenti Sivas’ adlı kitabında topladı. 1993’deki imkansızlıklara rağmen Madımak’a gidip olayı dünyaya duyuran yazar Çetin Yiğenoğlu’nun eseri, günümüzde tüm imkanlara rağmen yerinden kalkmayıp oturduğu yerden haber yapanları görünce daha çok anlam ve değer kazanıyor.
Çağının tanığı Çetin Yiğenoğlu’na, 37 insanın ölümüyle sonuçlanan Madımak faciasını duyar duymaz Sivas’a nasıl gittiğini sorduk. İlk kez eşi ve çocuklarıyla vedalaşarak yola çıktığını anlattı:
SİVAS YOLCULUĞU NASIL BAŞLADI
Çağrı aygıtına güvenerek “gerekli olduğumda nasılsa beni bulurlar” düşüncesinin rahatlığıyla kendimi gevşemeye bıraktığım anlarda, kalempilin son soluğu “İst” yazmaya yetmemiş olsaydı eğer, ömür boyu gereği yapılamamış bir sorumluluğun altında ezilir kalırdım... “Bip” sesiyle birlikte çağrı aygıtının ekranında “İst” yazısını gördüğümde iki dostumla Seyhan barajı kıyısında geç kalmış bir bahar ikindisinin tadını çıkartıyorduk... O ikindinin en güzel anlarını yaşarken gelen ileti üzerine gazeteyi telefonla aradığımda başımdan aşağı kaynar sular döküldü... Kıyısında yaşadığım o turkuaz dünya bir anda 35 güzel insanı içine çeken geceyarısı karanlığına gömülüverdi.
NE SAKLAMALI, KORKUYORDUM
Takvimin 2 Temmuz’u gösterdiği Cuma akşamı ticari bir taksiyle Sivas yollarına düştüğümde ise o telefon görüşmesinin üzerinde çok çok bir, bir buçuk saat geçmişti... Meslek yaşamım boyunca göreve giderken ilk kez eşim ve çocuklarımla vedalaşarak yola çıkmıştım... Ne saklamalı, korkuyordum... O günkü korkumu besleyen temel etmen, başta K.Maraş olmak üzere daha önce yine Sivas’ta, Çorum’da, Tokat’ta tanık olduğumuz şeriatçı şiddet vahşetiydi... O tanıklıklar korkulmayacak türden değildi... Ana karnındaki bebeklerin bile paramparça edildiği can kırımları öyle kolay anlatılamazdı... O akşamki korkum Sivas’ta yaşanabilecek olası yeni bir kanlı K.Maraş olayının yaşanmasından kaynaklanıyordu... Kardeş boğazlaşmasında nice masumun ölme olasılığını düşünmek deli ediyordu beni. Bir de çatışmanın ortasında kalmaktan korkuyordum... Ne de olsa en kanlı çatışmaların sokak savaşlarında meydana geldiğini bilecek bir birikime sahiptim... Buna karşın, korkusunu saklayanlardan olmadığım için burada gündeme getirmekte hiç sakınca görmediğimi belirtmek isterim... Görevim ya da koşullar dayatmışsa beni korkutan şeyin üstüne yürümekten hiçbir zaman çekinmediğimi bilen bir iç bütünlüğüne sahip olduğumun da bilincindeydim. Sonunda tedirgin, korka korka da olsa gittim, görevimin gereğini yaptım.
ACIYLA TİTREDİM
Gidip şiddetin kapısının nasıl bir cehenneme açıldığını gördükten sonra zavallı ülkemin nasıl bir karanlık labirente çekilmek istendiğine bir kez daha tanık olmanın acısıyla titredim...
Sivas’a vardığım o sabah gördüğüm Madımak Oteli manzarası bir daha hiç çıkmamacasına kazındı belleğime... Kömürleşmiş Madımak görüntüleri, ülkemin, halkımın karayürekli bir canavar sürüsüyle nasıl karşı karşıya getirildiğini hiçbir sözü gereksindirmeyecek çıplaklıktaydı...
Olaylardan sonraki ilk cuma, namaz için caddelere taşarak serilen namazlıklara oturanların omzu fotoğraf makineli biz gazetecilere nefret dolu bakışları kaygılarımızı pekiştirir nitelikteydi. O unutulmaz, o korkunç, o derin karanlık bakışların sahipleri fırsatını bulsalar o an üzerimize çullanıverecek gibiydiler...
SİVAS’I TAM ANLAYAMADILAR
Şimdilerde ortalarda görünmeyen, o yıllarda neredeyse her cuma sonrası eylemleriyle ülke gündemini belirleyen, kin ve nefret duygularıyla toplumu geren o insan suretindeki yaratıklar kimdi, şimdi nereye gitmişlerdi acaba? Neden şimdilerde cuma eylemleri yapılmıyordu? Onları, kökten dinci kesim diye tanımlamak yeterli miydi? Bugün için de yeterli mi?
Sivas olayları, siyasi tarihimize bir yangın ve bu yangına ilişkin cankırımı bilançosuyla girdi. Sadece ölü sayısıyla anılır duruma getirilmek istendi; bir karayolu, bir deniz, bir tren kazası gibi... Ülkemin birkaç aydınlık yüzünün çabası dışında Sivas Olayları’nı büyük çoğunluk tam olarak anlayamadı. Ne yazık ki, olayların sosyolojik, psikolojik etkisi hiçbir zaman derinliğine irdelenmedi... Olan biteni içselleştiremeyerek uzağında duranlar, özünü kavramayan, kavrayamayan ya da bilinçle karartmak isteyen kimi iletişim organları için 37 kişinin öldüğü bir toplumsal olaydı 2. Sivas olayları. ‘Toplam ölü sayısı 37 olduğu için’ kayıtlara böyle geçildi, böyle anıldı, kamuoyu da böyle bildi. Oysa otelde öldürülen sanatçı, aydın ve ilericilerin sayısı 33’tü. Bu güzel insanlarla birlikte iki de otel görevlisi can vermişti. Öbür iki kişi ise 35 kişi öldürüldükten sonra olay yerinde katil sürüsünü dağıtmak için gelen güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu ölmüştü.
SORULAR KARANLIKTA KALDI
Bugün olayın üzerinden yıllar geçti... Sancılı, o ölçüde de karmaşık, bir dava için uzunca sayılabilecek bir sürecin ardından dava sözümona sonuçlandı...
Bu noktada hâlâ şu sorular yanıt bekliyor:
Gerçekten de Sivas davası sonuçlandı mı? Sonuçlanır mı? Ne zaman sonuçlanır?
Kuşkusuz, bunların yanıtı da ayrı bir inceleme konusu...
Adliyede görülen davaya bakacak olursak, buradan bakınca bir sihirli el davanın uzamasını sağlamışa benziyor... Bu durum, halk arasındaki “Uzayan davadan korkma” sözünü anımsatıyor... Davanın uzaması bu sözü haklı çıkardı, denilse hiç yanlış olmaz... Çünkü, 2. Sivas Olayları’na ilişkin birçok sorunun yanıtı hâlâ bulunamadı, karanlıkta kaldı ne yazık ki...
HANGİ SORULAR YANITSIZ?
Davanın yaklaşık 4 yıl süren duruşmalar sırasında aşağıdaki soruların hiçbirine yanıt aranmaması hâlâ çok dikkat çekici:
•Olayın baş sorumlularından Erçakmak ve ekibini kim, nereye, nasıl kaçırdı?
•Sözümona halkı yatıştırmak için konuşma yaparken “Gazanız mübarek olsun” diyen yetkili kimdi?
•Madımak yangınını ateşleyen o bildirileri kim kaleme alıp çoğaltarak dağıttı?
•Çevre kentlerden o kadar insanı kim Sivas’a çağırdı? O insanlar nerede/nerelerde konuk edildi?
•Madımak Oteli’nin önüne mağdurlara atılması için o taşları kim yığdı?
•4 Eylül Müzesi’ni kim/kimler taşa tuttu?
•Atatürk Heykelini kim/kimler söktü? Sökülmesi yönünde kim buyruk verdi?
Olay günü sabahı kimi yerel gazetelerin ağızbirliği etmişçesine başlık atmalarını kim/kimler yönlendirdi?
•Yangına 15-20 dakika kala Madımak önüne gelen askeri birliğe 20 metre kadar yaklaştıktan sonra kim geri çekilme emri verdi, neden?
•Gerilimin doruğa çıktığı, yangına an kala, hangi polis, neden otele girerek içeride polis var mı, hangi subay, subay var mı diye soruşturdu?
Görünen o ki bu soruların yanıtı asla bulunamayacak... Çünkü, köprülerin altından çok sular aktı.
O DÖNEMDE NELER YAŞANDI?
Sivas olaylarının meydana geldiği dönemde Türkiye’de birçok konuda belirsizlik egemendi. Ülkenin Güneydoğusu kan gölüne dönmüştü. Siyasi ve iktisadi düzlemdeki sorunlar bir türlü aşılamıyordu. Toplumun hemen her alanında yaşanan bunalım, değişim ve dönüşüm sloganlarıyla aşılmaya çalışılsa da girişimlerin hemen hepsi yetersiz kalıyordu. Her türlü etnik ve dinsel farklılıklarına karşın, toplumda uzun süredir iç içe yaşayan çeşitli katmanların geleneksel dokusu bozulmaya başlamıştı. Sol akımlar Kürt ve genellikle Alevilerle, sağ siyasetler ise Türk ve Sünnilerle anılır duruma gelmişti. İnsanlar artık pazarda bile tablacı esnafın etnik yapısına göre alış-veriş yapacak denli birbirlerine düşmanca bakıyorlardı. 2010’larda tanık olduğumuz etnik kimlik, dinsel kimlik ayrışmasının temeli biraz da Sivas Olayları’yla atıldı denilse hiç yanlış olmaz gibi geliyor bize.
Yorumlar
Kalan Karakter: