Muhalefetin tüm itirazlarına rağmen ‘Dezenformasyon Yasası’ ile bu hafta ceza kanunumuza yeni bir suç daha eklendi.
Basın Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun teklifi TBMM’de kabul edildi ve Resmi Gazetede yayımlandı. Kanunun 29. maddesi ile Türk Ceza Kanunu’nun “Kamu Barışına Karşı Suçlar” başlıklı beşinci bölümüne “Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yayma” başlığıyla 217/A hükmü ile yeni bir suç eklendi.
TCK 217/A maddesi; “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.” Hükmünü içeriyor.
Maddenin ikinci fıkrasında ise, suçun nitelikli halinde cezanın yarı oranında artırılacağı belirtiliyor.
Hükümde görüldüğü üzere, muğlak ifadeler içeren bir düzenlemeyle ve pek çok açıdan anayasaya aykırılık taşıyan bir hükümle, ceza kanunumuzda yeni bir suç türü ihdas edildi.
İnternetin ve sosyal ağların son yıllarda bilgi kirliliğine yol açtığı hususu doğrudur. Ancak bu internetin baskı altına alınmasına haklı bir gerekçe olamaz.
Tüm dünyada bu sorun yaşanmaktadır.
Almanya, İngiltere ve Fransa’daki dezenformasyon yasaları örnek verilerek çıkartılan yasa meşru gibi gösterilmeye çalışılıyor ise de, bu düzenlemenin makul olmadığı iktidarın bu düzenlemeyi sansür gücü kazanmak amacıyla çıkartmış olduğu açıktır.
Toplumda adalete olan inancını kaybedenler zaten susmuştu…susmayanlar için de böyle bir yol bulundu…
Oysa insanlar konuştuğunda değil, sustuğunda biter her şey aslında…
Bizi diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğimiz düşünme ve ifade edebilme yetimizdir; ve bunlar doğuştan gelen melekelerdir.
Doğuştan gelen yetilerin kısıtlanması ise, sadece bireylere değil, topluma da zarar verir.
İnsan, çevresindeki olguları gözlemleyip değerlendiren ve sonucunda ulaştığı yargılar doğrultusunda tutum ve davranışlarına yön veren bir varlıktır. Bu yolla, hem kendi yaşamını anlamlandırır hem de yaşadığı topluma bu anlamı aktarır.
Hukukun, düşünce ve ifade özgürlüğünü sağlam güvencelere bağlamış olmasının nedeni de bu yüzden sadece bireyin özgürlüğünü korumak değildir esasında, bu hakkın toplumun gelişimini de sağlayacağı bilincidir aynı zaman da...
Buna rağmen çıkartılan yasaya baktığımızda, tüm basın ve medya mensuplarının, sosyal medya platformlarının ve sosyal medya kullanıcılarının tamamının ifade özgürlüğünün kısıtlandığını görüyoruz.
Zamanlama da oldukça manidar.
Seçimlere beş kala...(!)
Yani sivil toplum mensuplarından tutunda, siyasetçisinden sanayicisine, esnafından çiftçisine, öğrencisine kadar herkes sussun, konuşmasın isteniyor adeta…
Çünkü bu yasadan sonra, yazılı ve görsel medyada yahut sosyal medyada muhalif bir düşünce açıklamak isteyen herkesin cesur bir yürek olması gerekecek….sadece kılı kırk yarması yetmeyecek…
Endişemiz o ki, iktidara ‘gözünün üstünde kaşın var’ diyen çoluk çocuk herkes, bu suç nedeniyle adliye kapılarında sürünecek…
Neden derseniz?
Kanunda dezenformasyon; “yalan haberi kasıtlı olarak üretme ve yayma eylemi” olarak tanımlanmış; fakat ‘halkı yanıltıcı bilgi’, ‘gerçeğe aykırı bilgi’, ‘halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saiki’ kavramlarının tanımı yapılmamış…
Yanıltıcı bilgi nedir?
Halk arasında duygular nasıl tetiklenir?
Gerçek olmayan bilgi nasıl ayırt edilir ?
Sorularının hiçbirinin cevabı yok kanunda…
Oysa, Anayasamızın 26. Maddesi; “Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti”ni korumaktadır; “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.”
Anayasamızın “Bilim ve Sanat Hürriyeti” başlıklı 27. Maddesi ;“Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir.”
Anayasamızın temel hak ve hürriyetlerin hangi şartlarla sınırlandırılabileceğini düzenleyen 13. Maddesi; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”
Anayasamızın 2. Maddesi “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
Düzenlemelerini içermektedir.
Taraf olduğumuz İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 19. Maddesi ise; "Her ferdin fikir ve fikirlerini açıklamak hürriyetine hakkı vardır. Bu hak fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları mevzubahis olmaksızın malumat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek veya yaymak hakkını içerir." Demektedir.
Bu bilgiler ışığında kanun teklifinin genel gerekçesine baktığımızda;“ ..dijitalleşme ortamıyla bağlantılı olarak yeni sosyal problemlerin, kişilik bozukluklarının ya da psikolojik hastalıkların tartışıldığı bir dünyaya doğru gidildiği uzmanlarca dile getirilmektedir” denildiği, “kötü niyetli kullanıcıların”, “yasadışı içerik” oluşturduğu belirtilerek düzenleme yapılması ihtiyacı doğduğunun ifade edildiği; yalan haber üretenlerin toplum iradesini ipotek altına aldığı ve vatandaşların gerçek bilgiye ulaşma hakkını engellediğinin belirtildiği,
Madde gerekçesine baktığımızda ise; “…maksatlı bir biçimde oluşturulan uydurma içerikler, fikirler pazarındaki ürün güvenliğini olumsuz etkilemekte, bireylerin kanaat oluşumunu manipüle etmekte ve özgür düşünceyi ipotek altına alarak demokratik ortamın masumiyetini zedelemektedir” denildiği görülmektedir.
Bu gerekçelerden anlıyoruz ki, anayasamızla ve uluslararası sözleşmelerle güvence altında olan ‘düşünce ve ifade özgürlüğümüz’ genel sağlık sebepleri gerekçe gösterilerek sınırlandırılmıştır.
Bu konuda bilimsel dayanaklar gösterilmiş midir diye baktığımızda ise, belirtilmiş herhangi bir kaynağa rastlayamıyoruz.
Sözü uzatmamak adına Dezenformasyon Yasası’nın, 217/A hükmü ile, ceza kanunumuza eklenen 29. Maddesinin, Anayasamızın 2. Maddesinde belirtilen insan haklarına saygılı, demokratik, hukuk devleti ilkelerine aykırı olduğu açıktır;
Zira getirilen bu düzenlemede ‘nasıl bir düşünce açıklaması’nın bu suçu oluşturacağı hukukçular tarafından dahi anlaşılamamaktadır.
Vatandaşın anlayabilmesi de mümkün olamayacaktır.
Bir hukuk devletinde bireyler her şeyden önce, hukuki güvenlik ilkesi gereğince bir eylem ve işlemde bulunurken, bunun ne tür sonuçlar doğuracağını, kendisine ne tür menfaat ve zararlar yaratacağını bilme hakkına sahiptir.
217/A hükmü ile ceza kanunumuza eklenen 29. maddede ki muğlak ifadelerin yol açtığı BELİRSİZLİK;
• Endişe yaratıp, bireylerin ifade özgürlüğünü tamamen kısıtlayacağı, özüne dokunacağı gibi, suç kastı olmadığı halde onları suç faili durumuna düşürebilecektir.
• Öte yandan bir açıklamanın suç teşkil edip etmediği hususunda, savcı ve hakimler kendi kişisel deneyimlerine ve değer yargılarına göre karar vermek zorunda kalacaklardır.
• İhdas edilen bu suçla ilgili çelişkili içtihatlar verilmesine neden olacağından toplumun hukuka ve adalete olan güveni daha da sarsılacaktır.
• Bu hüküm anayasa mahkemesince iptal edilmediği taktirde, içtihat birliği oluşuncaya kadar bir çok vatandaş haksız soruşturmalara ve/veya hatalı cezalara maruz kalacaktır.
Tüm hukuk kuralları belirli olmalıdır; en çok da ceza kanunları belirli olmak zorundadır. Çünkü ceza hukukunda yapılan hataların telafisi imkansızdır.
Ceza kanunumuza eklenen bu hüküm, Anayasamızın ‘Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması’ başlıklı 13. maddesini de bir çok açıdan ihlâl etmektedir;
Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olduğu gibi, ifade hürriyetinin özüne dokunmakta ve ölçülülük ilkesinin aradığı ‘elverişlilik, gereklilik, orantılılık’ kriterlerini de taşımamaktadır.
Üstelik Anayasa Mahkemesi kararlarına göre, Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan; “temel hak ve hürriyetlerin özü”, “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük ilkesi” kavramları bir bütünün parçalarıdır; ve özgürlükler rejimi açısından “demokratik bir hukuk devleti’nde gözetilmesi gereken temel ölçütlerdir.
Bu nedenle tüm hukuk fakültelerinde öğrencilere; temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların, başvurulacak en son çare olduğu üstüne basa basa, mutlak surette öğretilir.
Dolayısıyla diğer tüm ihlalleri bir tarafa bıraksak bile, Dezenformasyon Yasası’nın son çare olmadığı da izaha muhtaç değildir !
Kanaatimizce bu yasa Anayasa Mahkemesince iptal edilecektir.
Toplum adına dileğimiz ise, tek bir vatandaşımız bile zarar görmeden bu yasanın ivedilikle düzeltilmesidir.