Biz inanıyoruz ki, milletimizin beka ve devamı bu değerlere sahip çıkmaya bağlı olduğu gibi, milletimizin bir gün yeniden sıçrayıp devletler muvazenesinde yerini alması, insanî faziletlerin bayraktarlığını yaparak insanlık gemisinin dümenine oturması da sahip olduğumuz bu değerler manzumesine bağlıdır. Evet, biz inanıyoruz ki, bu değerler manzumesi sayesinde, hak ve hukuk gerçek mânâsını bulacak, kan ve gözyaşı dinecek, ama hakiki ama izafî adalet gerçekleşecek ve insanlık ehil insanların elinde yeniden gerçek huzura kavuşacaktır. Şimdi bu düşünceye inanan bir insan, niye bu değerler manzumesini bütün dünyaya duyurmayı düşünmesin ki!
İşte bu noktada nazarî ve amelî milliyetperverlik meselesi ortaya çıkıyor. İnancın, amelle insan tabiatına mal edilmesi yaklaşımımızı biliyorsunuz. Alman filozofu Kant da, saf aklın kritiğini yaparken, Allah’ın nazarî akılla değil amelî akılla bilinebileceğini söyler. Bu düşünceyi Bergson’un entüvisyonuyla da telif edebilirsiniz. Hazreti Pir de vicdanın sezisi üzerinde durmuş ve insanın acz ve fakrını hissederek Allah’a yönelmesi ve işlerini Allah sayesinde çözmesi gerektiğine vurguda bulunmuştur.
İşte aynen bunun gibi, amelden uzak nazarî milliyetçilik, onun sadece lafını etme ve hamasî destanlarla müteselli olma demektir. Hâlbuki önemli olan o istikamette dur-durak bilmeden, herhangi bir beklentiye girmeden koşturup durmak, yapılması gerekeni yapmaktır. Mesela neden ben, dilimi bir dünya dili haline getirmeyeyim? İngilizce dünya dili olsun da, Türkçe niye insanların birbiriyle konuşup anlaştığı, kaynaştığı bir dünya dili olmasın? Ali Şeriati, bugünkü Arapça, Türkçe ve Farsça için, “Bu kadar daraltılmış, fakirleştirilmiş ve sığlaştırılmış bir dille ilim yapılmaz.” demiştir. O halde niye Asya’daki Türk menşeli dillere müracaat edilerek, mahalli kelimeler değerlendirilerek, hikâye ve romanlardan faydalanılarak, lügatlerin sayfaları arasında kalmış kelimeler yeniden hayata mal edilerek dilimiz bir dünya dili haline getirilecek seviyede geliştirilip zenginleştirilmesin? Şayet bizim amelî milliliğimiz varsa, hem dünden bugüne konuşulan bu güzel dilimizi geliştirmeye ve bir dünya dili haline getirmeye gayret eder hem de milli hislerimizi ve tarihten tevarüs ettiğimiz değerlerimizi bütün dünyaya tanıtma peşinde oluruz.
Türkiye’yi dünyaya tanıtma, pek çok insanın ideal ve hedefidir. Peki, neyle tanıtacağız ülkemizi? Acaba şimdiye kadar büyük paralar verilerek kurulan lobilerle bu ülke, dünya insanına ne kadar tanıtılmıştır? Bir programda seyretmiştim. Sunucu, elinde mikrofonuyla, New York’un göbeğinde sokakta yürüyen insanlara, “Türkiye diye bir ülke duydunuz mu?” diye sorduğunda, pek çoğu cevap verememiş hatta bazıları, “Galiba Afrika’da bir ülke” demişlerdi. Bu da gösteriyor ki, maalesef Türkiye’yi tanıtma yolunda gösterilen gayretler yetersiz kalmıştır.
Şimdi ise küreselleşen dünyada, küreselleşmenin hakkını vermeye azmetmiş bazı arkadaşlar, Allah’ın izni ve inayetiyle, dünyanın değişik yerlerine giderek böyle bir gaye-i hayali gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Keşke Türkiye’nin ekonomik durumu daha iyi, imkânları daha elverişli olsaydı da, vefalı Anadolu insanının açtığı okulların sayısı bugün bin değil iki bine ulaşmış bulunsaydı. O zaman bu okullarda milyonlara varan insan Türkçe öğrenecek, milletimizin sevgisiyle oturup kalkacak ve ülkemize saygı duyacaktı. Herhangi bir yerden Türkiye’ye bir fiske gelecek olsa, dünyanın değişik yerlerinde iniltiler duyulacak, sesler yükselecekti. Bu arada hemen şunu ifade edelim ki, her şeye rağmen insanımız, vefa hissini sonuna kadar işleterek eldeki imkânlarla gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında çok güzel işler yaptı. Ortaya konan faaliyetleri görmezden gelirsek, vefasızlık yapmış oluruz. Evet, maşerî vicdanın bu olumlu faaliyetler üzerine tir tir titrediği, ciddi bir heyecan duyup sevinç yaşadığı görülüyor. Cenab-ı Hak bir mani ve keder vermez, bir muhalif rüzgâr esmezse, öyle ümit ediyoruz ki, bugün olmasa da yarın, bu milletin harcını atıp blokajını ortaya koyduğu müesseseler katlanarak artacak ve inşallah bulunduğumuz coğrafya herkes tarafından imrenilen bir rüya ve hülya âlemi haline gelecektir. İşte böyle yüce bir mefkûre istikametinde yüksek bir performans ortaya koyma ve aşkın bir gayret sergilemeye biz amelî milliyetperverlik diyoruz.
Hasılı, eğer siz kendi değerlerinizin ilahî kaynaklı olduğuna inanıyor ve ezelden gelip ebede gitmesi itibarıyla onları çok önemli ve çok hayatî buluyorsanız, bu değerleri bütün insanlığa duyurma arzusuyla oturup kalkarsınız. Muhataplarınız sunduğunuz bu değerlerin hepsini kabul etmeyebilir ama en azından gerçek veçheniz ve iç güzelliklerinizle sizi tanımış olurlar. Böylece çevrenizde dost, taraftar, sempatizan halkaları meydana gelmiş; siz de küçülüp büzüşen dünyada kendi darlığınız içinde kalmamış ve kendinizi dünyada yalnızlığa salmamış olursunuz.
Yorumlar
Kalan Karakter: