Sevgili Büyükler,
Size bu mektubu hiçbir zaman deneyimlemenizi istemeyeceğim göç yolunda yazıyorum.
Bu mektubu yazarken ellerim titriyor, heyecan ya da mutluluktan değil, korkudan... Her adımda savaşı hatırlıyorum, her köşe başında kaybolan oyunlarımı, çalınan çocukluğumu…
Sevgili Büyükler, siz büyüdüğünüzü sanıyorsunuz, değil mi? Ama büyümek, topraklarını paylaşmaktan korkmamaktır ve büyümek kimsenin toprağına izinsiz girmemektir.
Siz kendi topraklarınızda bir çocuğun adını özgürce söyleyebiliyorsunuz, sizin çocuklarınız bir ağacın altında gülüşünü duyabiliyor. Benim topraklarımda ben ve diğer tüm çocuklar bunu unuttuk. Siz de korkuyorsunuz biliyorum ve korkunuzu anlıyorum, çünkü bir çocuğun gözlerinden bakmaya cesaretiniz yok.
Ben kim miyim, benim adım "mülteci". Asıl adımı ben de unuttum. Çünkü herkes bana mülteci çocuk diyor. Adımı sizler koydunuz, anlamı savaşın göğsünde bıraktığı yara, demek.
Adım her gece kabus. Adım kaybolan bir çocukluğum. Ben sınırın ötesinden gelen o çocuğum. Siz büyüklerin icat ettiği tel örgülü sınırlardan biri... Sınır diye bir şey var mı, olmalı mı bilmiyorum. Sınır dediğiniz şey, devler gibi büyüdüğünüz haritada çizilmiş ince bir çizgiden başka bir şey değil. O çizgiler bizi parçaladı, sizi korudu. Bizi savururken sizi korudu.
Bir çocuk, nasıl kaybolur? Ben size söyleyeyim. Bir çocuk, savaş başladığında kaybolmaz. Savaş başladığında, çocukların dünyası yok edilir. Oyuncakları yok olur, ebeveynlerinin yüzleri silinir, gözlerinde sadece korku kalır. Ve siz, öylece bakar kalırsınız. "Bunu engellemeliydik," demek kolay. Ama bir tek çocuğun kaybolduğu dünyada, artık geri dönüş yoktur.
Benim oyun alanım nehrin kenarıydı, şimdi nehrin içinde kaybolan bir adım var. Çocukken düşer, kalkar, gülerek tekrar koşardım; ama şimdiki adımlarım çukura düşüyor. Neden? Çünkü topraklarımızı çaldınız. Bir çocuğa ait olan her şeyi, tüm renkleri ve kokuları aldınız. Yıkık duvarlar, yanmış evler, tahrip olmuş çocukluk.
Sizin sınırlarınıza takıldık. Benim göğsümde, küçük bir çocuk bile yerini bulamazken, siz duvarlarınızı yükselttiniz. İnsan hakları dernekleriniz, oturduğunuz koltuklarda bizleri “yardım bekleyen” figürler olarak görüp toplantılar yaptınız. Ama bir çocuğun ağlamasını duymazsınız. Bir çocuğun o yaşta uyandığı yorgunluğu tanımlayamadınız.
Siz, öyle çok büyüdünüz kendi çocuklarınızı koruyabilmek için diğer tüm çocukların yok olmasına göz yumdunuz. Ama biz, büyüdükçe "yok" olmayacağız daha güçlü ve vicdanlı olacağız. Bizim topraklarımız, bizim evlerimiz, bizim gülüşlerimiz, bizim çocukluğumuz; bunları sizden almadık ama biz onları sizden geri alacağız.
Sizin büyük, görkemli haritalarınız çürüyüp toprakta kaybolduğunda, biz hâlâ çocuk kalacağız. Bizim göç yolumuz, sizin o büyük koca ellerinizle çizdiğiniz çizgilerle ölçülemeyecek kadar uzun.
Bir gün gelecek ve "mülteci" kelimesi kimseyi ürkütmeyecek/korkutmayacak. Bir gün, dünya haritasındaki tüm sınırlar kaldıralacak. Ve siz "büyük" insanlar, belki de o zaman çocukların gözlerinden, gökyüzünden ve en önemlisi kendi vicdanınızdan korkacaksınız. Çünkü biz, özgürlüğümüzü geri alacağız. Ve o özgürlükte, göç yolları kaybolacak. Artık hiçbir sınır çocukları/çocukluğu engelleyemeyecek.