Bazı insanlar yalnızca yaşadıkları coğrafyanın değil, tüm insanlığın vicdanına seslenir. José “Pepe” Mujica, işte böyle biriydi. Onu tanımak, yalnızca siyasi bir lideri tanımak değil; alternatif bir yaşam felsefesinin tüm kapitalist baskılara rağmen mümkün olduğunu görmekti. Bugün Mujica’ya veda ederken, ardında sadece bir kariyer özeti değil, insanca yaşamanın derinlikli bir izlek haritasını da bıraktı.
Mujica, modern siyaset tarihinde nadir rastlanan bir tutarlılıkla yaşadı. Söylediği her şeyin ispatını yaşam biçimiyle gösterdi. Makam araçlarını reddetti, başkanlık sarayında değil, mütevazı çiftlik evinde yaşamayı tercih etti. Gösterişli protokollerin değil, halkın gündelik gerçekliğinin bir parçası oldu. Sadelik onun için bir slogan değil, bilinçli bir tercihti. Ve bu tercih, özellikle tüketim kültürünün zirve yaptığı bu çağda, derin bir meydan okumaydı.
En çok alıntılanan cümlelerinden biri şu oldu;
“Bir şey satın aldığınızda, onu parayla değil, hayatınızla ödersiniz.” Yüzeyde sade bir tespit gibi görünse de bu ifade, günümüz ekonomik sisteminin temel zaafını işaret etmekteydi. Çünkü modern insan, ihtiyaçlarını değil, arzularını satın alır. Ve o arzular, çoğu zaman özgürlüğümüzün ipotek altına alınmış halidir. Mujica’nın yaşam felsefesi, bizi bu görünmeyen borçlanmanın farkına varmaya davet ediyordu. Tükettiğimiz her şeyin karşılığında zamanımızı, emeğimizi, dolayısıyla yaşam enerjimizi feda ediyoruz/ettik. Oysa bu fedakarlığın çoğu, gerçekten gerekli olmayan şeyler içindi.
Mujica'nın varlığı, siyasetin yalnızca iktidar alanı olmadığını; ahlaki bir zemin, vicdani bir pusula da olabileceğini hatırlattı bizlere. Onun duruşu, solun yalnızca ekonomik değil, etik bir duruşunun da olması gerektiğini gözler önüne serdi. Yalın sözlerle konuştu, sade yaşadı ama derin izler bıraktı. Halkın içinde kaldı halktan kopmadı. Ülkesini yöneten bir lider olmanın ötesinde, insanlığın neye muhtaç olduğunu bilen bir bilgeydi ve ömrünü paylaşmaya, eşitliğe ve daha üretken bir zihne sahip olmaya adadı.
Bugün pek çok politik figür, ekranlardan düşmeyen cümlelerle kendini var etmeye çalışırken; Mujica, bu felsefenin sesiyle konuşuyordu. Söylemin değil yaşam pratiğinin ağırlığına inandı hep. O yüzden bugün onun ardından konuşurken, siyasi bir kariyerin değil; bir hayat biçiminin, onurlu bir duruşun ve sadeliğin arkasından konuşuyoruz.
José Mujica’ya veda ederken, geride kalanlara sağlam ve onurlu bir yaşam felsefesinin sorumluluğunu devretti. O, tüm dünyaya insanın daha çok şeye sahip olarak değil, daha az şeye ihtiyaç duyarak nasıl özgürleşilebileceğini gösterdi. Bizlere düşen ise bu mirası yalnızca anmak değil, sürdürmektir.
Çünkü hayat, sahip olduklarımızla değil; neyin peşinden giderek neyi geride bıraktığımızla anlam kazanır.
Ve Mujica, arkasında bir koltuk değil, anlamlı bir iz bıraktı.
Yorumlar
Kalan Karakter: