Anne babaların hayalleri/hayal kırıklıkları neden çocukların bir ömür kabusu/kamburu olsun ki?
Hep keman çalmayı isteyen/hayal eden bir annenin müziğe yeteneği olmayan çocuğunu kurs kurs gezdirerek darlayan, tenis seven oğlunu -kendi babası izin vermediği ve içinde ukde kaldığı için- futbol öğrenmeye zorlayan, matematik sevmediği/öğrenemediği halde mühendis, doktor olmaya zorlayan ve dahi kalem tutmaya başladığı, abc öğrenmeye başladığı günden itibaren özel hocalar tutarak canından bezdiren ebeveynler. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Her gün muhakkak bu tarz ebeveynler ile karşılaşıyoruzdur.
Evet, etrafımız, çoğu ebeveynin statü kaygısı, kazanacağı para ve çevresine gururla anlatacağı bir meslek sahibi olması uğruna, bir daha yaşanması mümkün olmayan çocukluklarından ettiğimiz mutsuz, yorgun, bezgin çocuklarlarla dolu.
Günlük çözdüğü soru sayısının, yaşadığı gün sayısından fazla olduğu, yaratıcı zekanın hiçe sayıldığı hatta öldürüldüğü, kanatları koparılmış, ruhu karanlığa kapatılmış; çocuklarımız/geleceğimiz.
Toprakta, çamurda oynayamayan, yaz tatilinde gidecek bir köyü olmayan/kalmayan, çiçeği, böceği, yıldızları ancak ekranda görebilen ve oynadığı bilgisayar oyunlarına dokunabilen gözlerinin feri kalmamış çocuklarımız.
Selamlaşmayan, sorulan her soruya anne/babasının cevap verdiği, göz teması kurmayan, kurs kurs koşturulan yarış atlarından daha fazla yorulan çocuklarımız.
Sonra ne mi oluyor? Mutsuz, asık suratlı, işini zoraki yapan doktorlar, avukatlar, mühendisler, öğretmenler... Müzisyen, sporcu, zanaatkar olmak isteyen fakat 'aç kalırsın' diyerek hevesi öldürülen, ölü insanlarla dolu ülkemiz. Yaşam standartı diye dilimize pelesenk olmuş bu sözün manası sadece para ile kazanılacak şeyler midir? Yaşamak dediğimiz alım gücümüz müdür sadece?
Her sabah neşeyle uyanarak tezgahının başına geçen torna ustası mıdır yaşam standartı yüksek olan, yoksa her sabah bin kere lanet ederek ve mutsuz bir şekilde işine giden midir?
Neden kuşu yüzme öğrenmeye zorluyoruz? Yeteri kadar balık varken neden kuşların kanadını kırıp denize atıyoruz? Ya da tam tersi.
Çocuklarımıza neden sahipleriymişiz gibi davranıyoruz? Kalemi tutacak olan onlar iken neden biz onlar için yollar çiziyoruz? Neden sevdiği renklere dahi müdahale ediyoruz?
Ne giyeceğine ne giymeyeceğine, yediğine içtiğine, okuduğu kitaba dinlediği müziğe kadar neden kendimize benzesinler istiyoruz? Bu kadar mı yokuz ki, varlığımızı onların üzerinden ispat etmek istiyoruz?
Çok yazık ediyoruz. Bunun adı iyilik değil, bunun adı kötülük. Dünyaya getirdik, ihtiyaçlarını karşıladık, sevdik, vakit geçirdik, büyüttük diye bedel ödemek zorunda bırakamayız. Aklını, ruhunu tutsak ettiğimiz çocukların özgür olduğunu söylemek ne kadar da sahte bir avuntu.
Oysa her çocuk kendine has bir yetenek ile gelir dünyaya. Ve maalesef bu yeteneği öldüren iki kişi de ona eşlik eder ve ilerleyen zamanlarda kişi sayısına okul, çevre, aile ve sistem de eklenir.