Bir toplumun çocuklara nasıl davrandığı, o toplumun gelecek pusulasıdır. O pusula bozulduğunda, sadece bireyler değil, bütün bir gelecek de yanlış yöne savrulur. Bugün çevremize baktığımızda, çocuklara biçilen rollerin sevgi, anlayış ve doğru bir rehberlik içermediğini; tam tersine onları kendi arzularımızın ve ideolojik saplantılarımızın şekillendirici malzemesi haline getirdiğimizi görüyoruz. Ne uğruna? Gösteriş, alkış ve yanlış okuduğumuz medeni görünme uğruna.
Bu çocuklar sadece bizim geleceğimiz değil; aynı zamanda bizim şimdiye nasıl baktığımızın da aynası. O aynada ne görüyorsak, onu yaşıyoruz aslında. Bir toplumun çocuğa yaklaşımı, onun ne kadar ilerici ya da gerici olduğunun, ne kadar insani ya da insanlık dışı olduğunun bir göstergesidir. Çocukları kendi ideolojik tatminimizin aleti haline getirdiğimizde, aslında toplumun gelecekte nasıl bir hale geleceğini de gösteriyoruz.
Çocuklar ne gösteri malzemesidir ne de ideolojik bir vitrin. Bir çocuğun yeri sahne değil, oyun alanıdır. Ne siyasi propagandaya figüran, ne de yetişkin dünyasının teşhirci eğlencelerine araç olabilir. Çocuk, kendiliğindenliğin adıdır. Büyümekte olan bir varlığı, henüz anlamını dahi kavrayamayacağı imgelerin içine yerleştirmek; hem ahlaki hem insani bir suçtur.
Bütün bu manipülasyon, kendini "medeniyet" adı altında gizleyen bir tür tatmin olma yöntemidir. Medeniyet, çocukları göstermek, onların saf dünyalarını kendi ideolojik tatminimiz için biçimlendirmek anlamına gelmemelidir. Biz, çocukları birer "medeni" varlıklar haline getirme iddiası taşırken, aslında onları özgürlüklerinden, hayallerinden ve masumiyetlerinden soyuyoruz.
İster laiklik, ister çağdaşlık, ister muhafazakarlık kisvesiyle olsun, bir çocuğun masumiyetine yönelmiş her manipülasyon, ortak bir çürümeye işarettir. Bu çürümeye, medeniyet adı altında yapılan her türlü manipülasyon da dahildir. Çünkü medeniyetin kendisi, insanın özgürlüğünü ve doğallığını koruma üzerine kurulmalıdır. Fakat bugün, onu kendi ideolojik tatminlerimiz için kullanıyoruz.
Medeniyetin yanlış okunması, sadece yetişkinlerin duygusal tatminlerini sağlamakla kalmaz; aynı zamanda bu süreci çocukların üzerinden işleyen bir sisteme dönüşür. Bir çocuğun düşünceleri, duyguları, hayalleri ve kimliği, medeniyetin "ilerici" yüzü adı altında şekillendirilmeye çalışılır. Oysa bu, medeniyetin değil, onun en tehlikeli çarpıklığının bir işaretidir. Çocuk, doğal haliyle bir bireydir, sahneye çıkmak için değil, kendi dünyasında özgürce yaşamak için var olmalıdır.
Bayramlar çocuklar içindir ama sahneler değil. Bırakalım da hayal kurdukları dünya onların olsun. Zaten yeterince zor ve kötü bir dünyaya doğdular, biz daha da zorlaştırmayalım. Onlara, kendi hayal dünyalarında rahatça özgürce dolaşabilme fırsatı vermek, onların gerçek birer birey olarak büyümeleri için en değerli katkıdır. Ancak biz, onların hayatlarına müdahale ederek, medeniyet maskesi altında onları sürekli birer "göstermelik" figürler haline getiriyoruz. Çocuklar, ideolojik birer malzeme olarak kullanılmamalıdır.
Bir çocuk, kendisi olmayı deneyimlemeden, kendini ifade etme hakkı tanınmadan, yalnızca bizim inançlarımıza ve değerlerimize hizmet edecek bir vitrin unsuru haline geliyorsa, orada hakiki bir eğitim ya da gelişim değil, bir tür sömürge vardır. Fikirlerin sömürgesi. İnançların, değerlerin, kaygıların ve komplekslerin…
Bu sömürge bazen renkli bayraklarla, bazen sevimli şarkılarla, bazen “gelecek onlarla güzel” romantizmiyle örtülür. Ama içerik aynı; "Çocuğun özgürlüğü değil, yetişkinin tatmini esastır." Medeniyet, çocukların özgürlüğü ve gelişimi değil, onların manipülasyonuyla kendi ideolojik heveslerini tatmin etme amacına hizmet ediyor.
Çocuklara bayramlar hediye edildiğinde, bu onların sevinmesi, oynaması, hayal kurması içindi. Bugünse bayramlar da dahil her alan bir sahneye dönüşüyor. Ve o sahnede, çocuklardan beklenen neşeyle oynayıp coşmaları değil, belirli mesajları yansıtmaları, ‘temsil’ etmeleri. Bu temsil kimi zaman bir siyasi ideolojiyi, kimi zaman bir yaşam tarzını, kimi zamansa toplumun makyajlı yüzünü anlatıyor.
Çocuklar buna mecbur değil. Hiçbir çocuk yetişkinin “dünyaya kendini gösterme” derdine alet edilmemeli. Çocuğun doğallığı bozulduğunda, sadece o çocuk zarar görmez. O çocukla birlikte toplumun vicdanı da eksilir. Çünkü çocuk dediğimiz varlık, bize ait değil. Eşya değiller ya da evcilleştirmeye çalıştığımız hayvanlar... ki hayvanların dahi doğasına müdahale zalimcedir. Tüm canlıların hakları vardır. Hakkı korunmalıdır ve asla biçimlendirilmeye zorlanmamalıdır.
Bu yüzden bugün çocukları sahneye sürükleyen her el, bir masumiyeti daha yerinden etmektedir. Ve o masumiyet yerinden bir kez oynadığında, geri gelmesi zaman alır. Belki de hiç gelmez. Çocukların doğal dünyalarını bozan her müdahale, sadece onların değil, toplumu bütün olarak etkiler.
Bir çocuğun ömrüne yayılmış bir utanma, bir utandırılmışlık ya da zoraki bir rol; sadece onun hayatına değil, gelecekte kuracağı topluma da sirayet eder. Çocuklar, büyür ama unutmazlar. Onlar adına oynanan her oyun, bir gün sessiz bir isyana dönüşür. Ve çoğu zaman, yetişkinlerin anlayamayacağı kadar içerden bir çığlıktır bu.
Bir çocukla ne kadar konuştuğumuz, o kurs senin bu etkinlik benim koşturduğumuz değil, ona kendi olması ve çocukluğunu yaşaması için ne kadar alan tanıdığımız önemlidir. Çocukların rehberliğe ihtiyacı vardır, yönlendirmeye değil. Merhamete ihtiyacı vardır, alkışa değil. Ve her şeyden önce; görünmeye değil, duyulmaya…
Bu yazıyı yazarken kulağımda çocuk kahkahaları çınladı. Belki bir okulun bahçesinden, belki bir sokak ortasından, belki de sadece bir hatıradan. O kahkahanın ne kadar saf, ne kadar sahici, ne kadar gerçek olduğunu hatırladıkça, içimde şu cümle yankılanıyor;
"Hayal/ini kurdukları dünyayı ellerinden almayın ve çocukların/çocukluğun masumiyetini gasp etmeyin."