“Sen çocuksun otur oturduğun yerde. Yaşın yetmez bunları düşünmeye.”
“Elinin hamuruyla erkek işine karışma sen. Otur evinde yemeğini yap, çocuklarını doğur, onları büyüt. Bunlar erkek işi.”
“Senin de harcın değil bunları düşünmek, engellisin sen. Bir tarafın eksik, biz senin yerine düşünürüz.”
“Sen hiç konuşma zaten yeni nesil değil misiniz, hepiniz anarşiksiniz. Sizden hiçbir şey olmaz.”
Geriye ne/kim kaldı?
Kalanlar azınlık mı çoğunluk mu?
Çocukları çıkardık, kadınları da çıkardık, engellileri zaten hepten silmiştik, gençler de gitti.
Geriye neyin ya da kimlerin kaldığını sanırım hepimiz biliyoruz.
Yukarıda saydığımız insan topluluklarını yok saymanın mantığını anlamak güç.
Belki de dünyanın merkezinde kendimizin olduğunu düşündüğümüz içindir.
Belki de kendi düşündüklerimizden, inandıklarımızdan, bildiklerimizden daha iyisine sahip birilerinin olduğunu bilmek istemiyoruzdur.
Belki de bu düşünceye bile katlanamıyoruzdur.
Tahammülsüzlük...
Bir örnek verelim:
Birçoğumuzun eminim ki adını bile duymadığı ya da duysa bile umursamadığı için belleğinde kalmayan bir spor kulübü var Adana’da: Adana Genç Engelliler Spor Kulübü.
2005 yılında kuruldu. Çukurova Belediyesi’nin kulüp binası sözünü tutması için için kendi deyişleriyle açlık grevi yapan, gerçekte ise süresiz olduğu için ölüm orucuna yatan engellilerin spor kulübü.
Bildiğimiz engelli profilinin dışında kişileri barındırıyor. Sıradışı geliyor ama aslında yok hiçbirimizden farkları.
“Ölüm orucu, açlık grevi”… Bu kavramlar birçoğumuzun zihninde farklı şeyler çağrıştırdığı için bir amaç doğrultusundaki bu eylem yine çoğumuz için “tu kaka” bir durum.
Hele de tekerlekli sandalyeye mahkum insanların bu tür eylemleri yapması asla kabul edilemez değil mi? (!)
Bu kulübün bugüne kadar neler yaptığını kaçımız biliyor?
2010 Atletizm Türkiye Şampiyonası’nda cirit atmada; 1 altın, 3 gümüş, 1 bronz madalya, gülle atmada 1 altın, 3 gümüş, 1 bronz madalya, 100 metre sprintte 1 altın (Türkiye rekoru 13.01 sn) madalya, 1500 metre orta mesafe’de 1 gümüş madalya. Toplamda aldığı 12 madalya ile Atletizm Türkiye şampiyonluğu.
2010 Masa Tenisi Türkiye Şampiyonası’nda 2 gümüş, 4 bronz madalya ile genel klasmanda Türkiye 3.sü…
Bunlar sadece sportif başarılar. Bitti mi sanıyorsunuz?..
Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG) üyesi 30 üniversiteli gönüllü ile ilköğretim 1. sınıftan lise son sınıf seviyesine kadar 115 öğrenciye tüm derslerde kulüp merkezinde ücretsiz eğitim.
2010’un yaz aylarında 70 ENGELSİZ gence 400 saat ücretsiz basketbol eğitimi. Yanlış duymadınız ENGELSİZ 70 gence basketbol eğitimi. Eğitimi veren de ENGELLİLER. Üstelik bu eğitimin karşılığında gençlerden haftada 1 kitap okuyup özet çıkarmaları gibi bir ödev istediler.
Bitmedi…
2010’da gönüllü yabancı eğitmenlerle başlayıp 3 ay süren ve şu anda da gönüllü eğitmenlerle devam eden yabancı dil atölyesinde 15 kadın yetişkine ve 100’ün üzerinde gence ücretsiz İngilizce eğitimi…
İçiniz daraldı değil mi? Kabullenemediniz. Engellilerin bunları yapmasını hazmedemedi birçoğunuz ama bitmedi.
Kulüp bünyesinde açılan resim atölyesinde yaşları 7 ile 15 arasında değişen ENGELSİZ 20 çocuğa/gence ücretsiz resim eğitimi.
25 ENGELSİZ gence ücretsiz masa tenisi eğitimi verilmiştir.
İnanmak güç değil mi?
Hanginiz/hangimiz hayatımızda bu kadar çok şey yaptı?
Bu kadar başarıya, alkışlanacak hatta ödüllendirilecek çalışmaya karşın kentimizin birçok üst düzey yöneticisinin kulübe pek de iyi gözle bakmadığını biliyorum.
Çünkü engellilerden beklenmeyen bir tepki gösterdiler. Açlık grevi/ölüm orucu ne derseniz deyin yaparak birçok kişiyi şoke ettiler.
Engelli olsalar da sağlıklı bireylerden tek farklarının bir organlarının eksik olması olduğunu gösterdiler.
Kendilerine biçilen engelli imajını yerle bir ettiler.
“Engellisin sus ve otur oturduğun yerde” söylemine karşı çıktılar.
Susmadılar, seslerini çıkardılar ve başardılar.
İyi de ettiler.
Sanırım şu an bu sözlerle birçok kişi için ben de anarşik oldum.
İnanmayanlar bir gün kulübü ziyaret edip orada neler yapıldığını gözleriyle görebilir.
Kulübün bulunduğu bölgede yaşayanların kapısını çalıp onlara da sorabilirsiniz.
Mahalle sakinlerinin kulübe nasıl sahip çıktığını, çocuklarını neden kulübe götürdüğünü/gönderdiğini sorabilir.
Şimdi yeniden yazımızın girişine dönelim ve tırnak içindeki cümleleri yeniden okuyalım.
“Sen çocuksun otur oturduğun yerde. Yaşın yetmez bunları düşünmeye.”
“Elinin hamuruyla erkek işine karışma sen. Otur evinde yemeğini yap, çocuklarını doğur, onları büyüt. Bunlar erkek işi.”
“Senin de harcın değil bunları düşünmek, engellisin sen. Bir tarafın eksik, biz senin yerine düşünürüz.”
“Sen hiç konuşma zaten yeni nesil değil misiniz, hepiniz anarşiksiniz. Sizden hiçbir şey olmaz.”
Hiçbirimiz evrenin merkezinde değiliz.
Yorumlar
Kalan Karakter: