Yazdığı tarih temalı romanları çok okunanlar listesine giren Mehmet Uluğtürkan, gazetecilik mesleğine ilişkin, şunları söylüyor: “Bir süre sonra bir dönüşümün yaşanacağına inanıyorum. Doğru haberin ve işe yarayan bilginin sosyal medyadan alınamayacağını öğreneceğimiz yıllar gelecek. Bu mesleğin hakkıyla yapıldığı mecralar takip edilecek, okunacak, izlenecek ve dinlenecek. Umutluyum. Gerçek gazeteciliğin değer gördüğü yıllar mutlaka gelecek. Zira, yerelde de yaygında da uluslararası alanda da buna ihtiyaç var.”
RÖPORTAJ: MEHMET ŞAHİN
Mehmet Bey, yaşam öykünüzü bizimle paylaşır mısınız?
Çocukların gündüzden “Bir maniniz yoksa akşama size gelmek istiyoruz.” diye ulaklık yaptığı, her evde en az bir ineğin, çokça tavuğun bulunduğu, zaten herkeste olduğu için sütün ve yumurtanın satılmadığı; sokağında delisi, türbelerinde velisi, dağlarında keven kekiği, bahçelerinde kayısı, elma, kiraz ve armut ağaçları, kurdu kuşuyla masal gibi bir yerde, Malatya’nın Darende ilçesinde doğdum.
KUM MASASINI UNUTMUYORUM
Babam ilçenin demircisiydi. Odununu kendimizin taşıdığı, sobasını kendimizin yaktığı sınıfları olan bir ilkokula 1977 yılında başladım. Birinci sınıfla ilgili olarak kum masasını hiç unutmuyorum. Öğretmenimiz harfleri kara tahta yerine parmağımızla kuma yazdırırdı. Bu bize tebeşirden tasarruf mu sağlardı yoksa minik parmaklarımızın gelişimi için miydi bilmiyorum. Kum tahtaları hâlâ var mı onu da bilmiyorum. Mahallemizin gençleri dağlardaki büyük kayalara “MHP” yazdığında boya kutularını, fırçayı, suyu bize taşıtıyorlardı.
KOMUTANLAR BENİ FARK ETTİ
Babam bir gün işe gitmek için erkenden evden çıkmıştı. Çok kısa süre sonra döndü. “İhtilal olmuş. Asker yolu tutmuş. Sokağa çıkma yasağı varmış” deyip, radyoyu açtı ve tüm gün başında durdu. Günlerden 12 Eylül’dü. Bize boya kutularını taşıtarak kayalara yazı yazan komşumuzun oğlu genç bir öğretmendi. Askerler, annesi Hatice teyzenin evine geldi. Evin içinde fellik fellik Ahmet abiyi aradılar. Botlarıyla girmişlerdi. Hatice teyze “Vallahi bilmiyorum nerede olduğunu” diyerek ağlıyor, askerler tavan arası dahil her yere bakıyordu. Onları merakla izliyordum ki komutanları beni fark etti. İşaretiyle yanına gittim. Kulaklarımda tutup havaya kaldırdı. Avludaki ağaca yaslayıp, “Ahmet abin nerede!” diye bağırdı. Altıma işediğimi hatırlıyorum. Sonrası hafızamda yok…
İLK HABERİM 1985’TE YAYINLANDI
Başarılı bir öğrenciydim. Babamın “Dinini, diyanetini öğren” telkiniyle Darende İmam Hatip Okuluna kayıt yaptırıldım. Oysa diğer arkadaşlarım gibi, ortaokulu da bulunan Darende Lisesi’ne gitmek istiyordum. Gazete ve dergilerin akşamüzeri geldiği Darende’de en mutlu olduğum anlar çocuk dergilerine kavuştuğum saatlerdi. Türkiye Çocuk Dergisi’nin “Fahri Muhabiri” olduğumdan bir ay sonra ilk haberim 1985 yılında yayınlandı. Artık 13 yaşındayken ilçenin tek gazetecisiydim. Yani, imzalı ilk haberimin üzerinden tam 40 yıl geçmiş. Çok istememe, kazanmama rağmen o dönem Basın Yayın Yüksekokuluna kaydolmama babam izin vermedi. Sanırım her baba gibi o da ilk erkek çocuğunun kendi işini devralmasını istiyordu.
GAZETECİ OLMAK İÇİN EVDEN KAÇTIM
Çözümü gazeteci olmak için evden kaçmakta buldum. Liseyi bitirdiğim, 18 yaşını doldurduğum yıl niyetim İstanbul’a kaçmaktı. Ancak cebimdeki para “Ankara” biletine yetiyordu. Hikâye uzun... Profesyonel, yani SGK’lı ilk gazeteciliğim 1989 Ağustos’unda Ankara Rüzgârlı sokakta başladı. İlk takip ettiğim basın toplantısı da Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı rahmetli Yusuf Bozkurt Özal’ınkiydi. Sonra vatani görevimi yaptım ve akrabalarımın yoğun bulunduğu Adana’ya geldim. 1993’ten bu yana Adana’dayım. Eğitim özlemimi çalışırken gidermem gerekiyordu. Önce Halkla İlişkiler alanında ön lisans yaptım. Sonra İşletme lisansına sahip oldum. Devamında Çukurova Üniversitesi’nde “Yönetim Organizasyon” alanında yüksek lisans eğitimini tamamladım.
REFLEKS GAZETESİNİ KURDUK
Çok istediğim halde belki Allah bana iletişim fakültesinde eğitim fırsatı sağlamadı; ama iletişim fakültesinde öğretim görevlisi olmayı nasip etti. Çukurova Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde birkaç yıl ekonomi gazeteciliği dersi verdim. Adana Sanayi Odası, TÜRKONFED gibi kuruluşlarda basın danışmanlığı yaptım. 2008 yılında bölgenin ilk ve tek ekonomi yayını Refleks gazetesini kurduk. Halen devam ediyoruz.
YAZARLIĞIM BİR HABERLE BAŞLADI
Bir gün elime 1959 yılına ait bir Milliyet gazetesi geçti. Orada okuduğum bir haber sonrası “Kurtuluş Savaşı” özel ilgi alanım haline geldi. 2017’de ilk Kurtuluş Savaşı romanım Madalyasız’ı yazdım. Doğan Kitap’tan çıktı ve Türkiye’nin en çok satan romanları arasına girdi. Sonrasında Adana’nın Fransız işgalinde kaldığı 3 yılı ve kurtuluş günlerini anlatan Kayıp Sancak romanım Türkiye’nin en köklü yayınevlerinden biri olan İnkılap’tan yayımlandı. Bu romanım da çok satanlar listesinde yer alınca üçüncü romanım Rüsumat’ı kaleme aldım. Şu an yeni kitaplar ve romanlarım üzerinde çalışmaya devam ediyorum. İnsanlığa daima yararlı işler yapma hedefiyle ölene kadar yazmak istiyorum.
GAZETECİLİK AŞKLA YAPILIR
Ekmeğini bu meslekten çıkarmış, topluma yazarak yararlı olmak için çabalayan, yazdıkça mutlu olan biri olarak 40 yılı geride bırakmışız. Gazeteciliği o kadar çok sevdim ki… İlk işimde bir ay boyunca bir dakika boş durmadan çalışmış ve maaş bordrosunu imzalıyordum. İçimden şöyle dediğimi hatırlıyorum: “Deli bunlar. Hiç para vermeseler de burada çalışırdım ki…" Bu meslek sevilerek yapılamaz. “Sevmek” tanımlaması hafif kalır. Ancak aşığı olunarak yapılabilir. Bir gazeteci eğer rüyasında da haber yazmıyor, habere gitmiyorsa çok başarılı olabileceğini mümkün görmüyorum. Rüyamda çok metin yazarım ben…
DARENDE’NİN İLK YEREL GAZETESİ
Mesleğe başladığınız yılların gazetecilik koşullarından biraz söz edebilir misiniz?
Bu mesleğin her döneminde güzellikleri ve zorlukları oldu. Örneğin, Darende’nin tek matbaacısına yalvar yakar bir yerel gazete çıkarttırma maceram var… “Haberlerini kendin yazacaksın, yazdığın haberi kurşun harflerle kumpasta sen dizeceksin, mesai bitimlerinde makineyi sen çalıştırıp basacaksın, abonesini bulacaksın, dağıtımını yapacaksın… Tüm bunlara razıysan çıkaralım.” demişti.
Hiç düşünmeden hemen kabul ettim. Gazeteyi uzun süre çıkardık. Yazdığımız her haber 10 bin nüfuslu ilçede ses getirmiş; hatta Türkiye’nin dört bir yanındaki Darendelilerin okuduğu tek yerel gazete olmayı başarmıştı. Kurşun harflerle dizilen kalıpları, mumlu kâğıtlarla yapılan pikajı, montajı, renk ayrımını, telefotoyu, pozitif filmi; radyo, TV, web sitesi ve YouTube yayıncılığını görmüş, kullanmış, bunlardan yararlanmış biriyim. Fiziki olarak bütün güzellik ve zorlukları bir arada yaşadım… İkisi de aynı anda hep vardı, hep var olacak.
GAZETE YAZMIŞSA DOĞRUDUR
Ben mesleğin temel ilkelerine ve etik değerlerine bakma noktasındayım. Mesleğe başladığım yıllarda insanlar, “Gazete yazmışsa elbette doğrudur,” derlerdi. Bunun üzerine kitap dolusu söz söyleyebilirim ama bu kısa cümle her şeyi anlatmaya kâfi. Bana göre okuyucunun gazete haberlerine dair bu kanaati çok önemliydi. Maalesef mesleğimiz toplum nezdindeki bu saygıyı kaybetti. Bu yitirilince basın mesleğindeki erozyon hızlandı. “İktidarın gazetecisi veya muhalefetin yorumcusu” gibi sınıflandırmalar başladı. Gazetecilik çok paraların kazanıldığı meslek değildir. Bu mesleği tercih edenler genellikle bunu bilerek başlarlar. Gazetecinin en yüksek standardı toplumun yaşam şartları ortalaması kadar olabilir. Ortalama vatandaşın üzerinde bir yaşam statüsü varsa gazetecilikten çıkılmış, tüccar gazetecilik başlamış demektir. Bu da mesleğin temel kolonu bağımsızlığın yıkılmasını beraberinde getirir. Gücünü sadece ve sadece okurundan, dinleyicisinden, izleyicisinden alan yayınlarla gerçek gazetecilik yapılabilir. Bunun dışında yapılan laf-ı güzaftır, bültenciliktir, halkla ilişkilerdir, tanıtım PR faaliyetidir. Ne yazık ki az sayıda örnek dışında bizim kuşak bu alanda başarılı gazetecilik modelleri sergilemedi, sergilenmiyor.
Yaşamın tüm alanlarına giren internet, geleneksel gazeteciliğin kurallarını nasıl değiştirdi? Dijital teknolojiler, yapay zekâ ve sosyal medya ağları medya sektörünü nasıl etkiliyor?
Dünya durdukça gazeteci olacaktır. Bu meslek sonsuza kadar devam edecektir. Mağaralara kazınan uyarı işaretleri de gazetecilikti, bugün cep telefonumuzdan anlık aldığımız haber de gazetecilik faaliyetidir. Bir dönem Hürriyet’in Darende muhabirliğini yaptım. Daktilom yoktu. Haberimi çizgili kâğıda elimle yazıp, fotoğrafını iliştirip zarfı otobüse veriyordum. Şimdi çoğu haberimi cep telefonumdan yazıyorum. “Paylaş” dediğimde de Los Angeles’teki ya da Kurttepe’deki Adanalı da eş zamanlı haberimi okuyabiliyor. Üstelik haberimi okuduktan sonra da yorumlarıyla geri bildirimde bulunabiliyorlar. Şüphesiz ben teknolojinin, yeniliklerin mesleğimizi çok geliştirdiğine inanıyorum. Okur mektuplarıyla bir ayda aldığımız geri bildirimi bir dakikada alabilmek büyük lükstür. Evet, sosyal medya bir dezenformasyon getirdi. Evet, yapay zekâ mesleğin ruhunun canına okunmasını beraberinde getirdi. Ben bir süre sonra bir dönüşümün yaşanacağına inanıyorum. Doğru haberin, işe yarayan bilginin sosyal medyadan alınamayacağını öğrendiğimiz yıllar gelecek. Bu mesleğin hakkıyla yapıldığı mecralar takip edilecek, okunacak, izlenecek, dinlenecektir. Umutluyum. Gerçek gazeteciliğin değer gördüğü yıllar gelecek. Zira, yerelde de yaygında da uluslararası alanda da buna ciddi ihtiyaç var.
Röportaj devam edecek…
Yorumlar
Kalan Karakter: