Röportaj dizimizde usta gazetecileri tanıtmaya ve onların deneyimlerini okurlarımızla paylaşmaya devam ediyoruz. Bu hafta sayfamıza Gazeteci-Yazar İsmet Ramazan Selçuk konuk ediyoruz. Gazeteci bir ailede yetişen Selçuk, uzun yıllar yaygın ve yerel basında önemli görevlerde bulunduktan sonra 2013 yılında emekliye ayrıldı. Köşe yazarlığının yanı sıra “Adanalı Hadro’nun Altınları” adlı romanıyla dikkat çeken Selçuk, mesleki kariyerinden medyaya dair tespitlerine ve ilginç anılarına kadar sorularımızı içtenlikle yanıtladı.
RÖPORTAJ: MEHMET ŞAHİN
İsmet Bey, yaşam öykünüzü bizimle kısaca paylaşabilir misiniz?
1959 yılında Ceyhan’da doğdum. İlk, orta ve lise eğitimimi burada tamamladım. Gazeteciliğe 1981’de Hürriyet Haber Ajansı’nın Ceyhan muhabiri olarak adım attım. 1984’te Hürriyet Haber Ajansı Adana Bürosu’nda göreve başladım. 1987’de Sarı Basın Kartı sahibi oldum. 1994’te Hürriyet grubu satılınca iki arkadaşımla birlikte bu kurumdan ayrıldık. 1995 yılında (daha sonra işten çıkartılan arkadaşlarla birlikte) haftalık Güney Medya Gazetesi’ni kurduk. İddia ediyorum; o dönemde Adana’nın gelmiş geçmiş en nitelikli haftalık gazetesini çıkardık. Yönetim kadrosunda anlaşmazlık çıkınca 4 yıl sonra Güney Medya’dan ayrıldım. Bir süre sonra Anavatan Partisi Basın Danışmanı görevine başladım. 2001 yılında Adana Büyükşehir Belediyesi Basın Danışmanı oldum. 2012 yılı Aralık ayında işi bıraktım ve 2013 yılı Ocak ayında emekli oldum. Sürekli Basın Kartı sahibiyim. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Spor Yazarları Derneği ve Çukurova Gazeteciler Cemiyeti üyesiyim.
GAZETECİLİK AİLE MESLEĞİMİZDİR
Bu mesleği seçmenizde hangi etkenler rol oynadı?
Gazetecilik mesleğinin içinde doğdum diyebilirim. Babam Mehmet Selçuk Basın Şeref Kartı sahibi gazeteciydi. Ceyhan’da 1949 yılında yayın hayatına başlayan İleri Gazetesi’ni yaşama vedasına kadar sürdürdü. Sonra ağabeylerim Ali Osman Selçuk ve Halit Selçuk gazeteyi yaşattı. Ekonomik sıkıntılar nedeniyle 2020 yılında kapandı. Yani gazetecilik aile mesleğimizdi. Ceyhan Lisesi’nde edebiyat hocası Mehmet Kaynar’dan iyi not almak çok zordu. “Ben de 10 yok. 9 Tanrı’nın, 8 benim. Hadi, edebiyat dersinden geçebilirseniz geçin!” derdi.
Yazdığım makale ödevinden Mehmet Hoca 10 üzerinden 7 verirdi. Benimle özel olarak konuştuğunda “Seni araştırdım, gazeteci Mehmet Selçuk’un oğluymuşsun. Eğer makaleleri o yazmıyorsa bu yolda devam et. Sende ışık görüyorum.” derdi. Ailemin gazeteci olması ve edebiyat hocamın teşviki ile bu mesleği sevdim.
1978 yılında Ceyhan Lisesi’ni bitirdim. Aynı yıl üniversite sınavına girdim. Ailem “Üniversiteyi kazanamamışsın.” dedi. Sanırım 6 ay geçmişti. Bir gün annem, “Üniversiteyi kazandın, ama sana söylemedik.” demez mi! O an yıkıldım. Çünkü kayıt süresi bitmiş, üniversiteler çoktan açılmıştı. Bir daha da sınava girmedim. Ankara’da Tapu Kadastro Meslek Yüksek Okulu’nu kazanmışım. İzin verseler bugün gazeteci değil, belki de “emekli tapu müdürü” olarak yaşamımı sürdürecektim. Kaderin cilvesi böyle bir şey işte… Bir daha dünyaya gelirsem yine gazeteci olurum.
BİZİM JENERASYON ŞANSLIYDI
Mesleğe ilk başladığınız dönemin gazetecilik koşullarından biraz söz edebilir misiniz?
Bizim jenerasyon çok şanslıydı. Çünkü basın sektörü büyüme dönemindeydi ve çok saygı duyulan bir meslekti. Bu nedenle şimdiki gibi istihdam sorunu yoktu. Alaylı ya da mektepli olsun; gönül veren her birey iş bulabiliyordu. Başarılı olursa devam ediyor, olamazsa başka mesleklere yöneliyordu. Genellikle haber kaynakları bize ulaşmaya çalışıyordu. Şimdiki teknolojik imkanlar yoktu. Günümüzde çektiğin fotoğrafı makinenin özelliği nedeniyle saniyesinde görebiliyorsun. O dönemler film banyosu yapılacak, karta basılacak. Cak, cak cak… Bilgisayar yok, teleks var. Anlık fotoğrafı merkeze “telefoto” ile geçebiliyorsun. Tabi ki telefon hattının izin verdiği sürece. Ya şimdi! Cep telefonu olan muhabirlik yapabiliyor.
NİTELİKLİ OKUYUCU KİTLESİ AZALDI
Yazılı basında tirajlar neden düşüyor? Gazetecilik sizce gelecekte nasıl bir şekim alacaktır?
Yazılı, görüntülü ve sesli tüm yayınlarda tiraj, izlenme ve dinlenme oranları maalesef oldukça düşüktür. Bunun nedeni basit; inandırıcılığın zayıflaması ve teknolojinin hızla gelişmesidir. Gazetecilik, gelecekte ancak direnebilenler sayesinde varlığını sürdürecektir. Fakat kaçınılmaz olarak dijitale yönelecek gibi görünüyor. Günümüzde nitelikli okuyucu kitlesi azaldığı gibi kaliteli yayıncılık da neredeyse ortadan kalkmıştır. Üstelik teknolojik olanaklar hem herkesin elinin altında hem de ücretsizdir. Bu sebeple artık insanların koltuklarının arasında gazete görmüyoruz. Bugün araştırmacı gazetecilik örnekleri bulunsa da ne yazık ki sayıları oldukça azdır.
Basında genel olarak iki kutuplu bir anlayışı hâkim. Bu durum gazetecilik mesleğinin temel işlevini nasıl etkiliyor?
Bu soruya çok kısa yanıt verebilirim; maalesef mide bulandıran durum apaçık ortadadır…
BÜLTEN GAZETECİLİĞİNE DÖNDÜ
Yerel basının kent yaşamındaki önemine rağmen sayısının azalması ve BİK’in destek ile yaklaşımları konusunda neler söylersiniz?
Yerel basın, halkın sorunlarını duyurmada önemli bir araçtır. Bu sayede toplum, olumlu ya da olumsuz gelişmeleri ayrıntılarıyla öğrenebiliyor. Peki, günümüzde durum böyle mi? Elbette değil; neredeyse bülten gazeteciliğine dönüldü. Adana’da birkaçı hariç, muhabir çalıştıran kaç gazete var? Bu şartlarda nasıl gazetecilik yapılabilir, özel haber üretilebilir ve gazete satılabilir? Ne bir değişim ne de bir dönüşüm beklenebilir. Bence şu anda siyasilerin dışında kimse yerel gazeteleri okumuyor. Yerel basın geniş kitlelerin ilgisini çekecek olsaydı, her gün birkaç gazete alınır, desteklenir ve yaşatılırdı. Esasında bu durumdan gazete yöneticileri de nasibine düşen payı almalıdır. Halkın ilgisini çekecek manşetler atılmalı, özel haberler üretilmeli ve evlere giren bir gazete hazırlanmalıdır. Zira eve girmeyen gazete asla yaşayamaz. Böyle ite kalka devam eder. Yerel basının sayısının azalmasının başlıca nedeni tamamen ekonomiktir. Her şeye rağmen gazetecilik bitmez; ancak mecra değiştirir, yani kâğıdın yerini dijital platformlar alır. Bu süreçte Basın İlan Kurumu (BİK), desteğini daha çok artırmalıdır. Öte yandan BİK, yerel gazeteleri birleştirmeye zorlamamalıdır. Bu iş gönüllülük esasına dayanmalıdır.
GÜNÜMÜZDEKİ TABLO FACİA!
Geçmişte yerel gazeteler adeta birer okul gibiydi ve pek çok önemli gazeteci buralarda yetişirdi… Peki şimdi nasıl bir tablo vardır?
Eskiden yerel gazetelerde haber, spor ve ilan servisleri, sayfa sekreterleri, ayakçılar, çaycılar, şoförler ve dağıtım sorumluları vardı. Onlarca insan ekmek yiyordu. Meslek büyüklerimiz işe yeni başlayanların üzerine titrerdi. Eğer ışık görmüşlerse iyi yetişmeleri için tüm bildiklerini aktarırdı. Işık görmemişse, “kardeşim senden gazeteci olmaz” diyerek başka meslek yapmalarını önerirdi. Çok örnek verebilirim. Mesela kapanan Yeni Adana Gazetesi… Bugün kentimizde deneyimli gazeteci sıfatını almış büyüklerimizin çoğu burada yetişmiştir. Onlar da önemli kalemler yetiştirdi. Günümüzdeki tablo ise facia.
ÜNİVERSİTE EĞİTİMİ ÖNEMLİDİR
İletişim liseleri ve üniversitelerde nitelikli gazeteci adayları yetişiyor mu?
Üniversite eğitimi elbette çok önemlidir; ancak orada doğrudan gazeteci olunmuyor. Bir basın kuruluşunda işe başladıktan sonra, gazetecilik hedefi olan kişiler zamanla çırak, kalfa ve deneyimli gazeteci hâline geliyor. Maalesef günümüzde ekonomik gerekçeler, bu okullardan mezun olanların sektörde yeterince istihdam edilmesine izin vermiyor.
BU GELENEK HALEN DEVAM EDİYOR
2001–2013 yılları arasında Adana Büyükşehir Belediyesi Basın Danışmanlığı görevini yürüttünüz. O dönemde basın ile belediye arasındaki ilişkileri geliştirmek için hangi çalışmaları yaptınız?
Eğer basın danışmanı bilgili, donanımlı, dirayetli ve çalıştığı kurumda sözü geçiyorsa yerel basının “ilan ya da reklam veya abonelik” ile desteklenmesini sağlayabilir. Gerçi günümüzde bu kısıtlandı. Yaşadığım bir örnekle bunu anlatabilirim. Basın Danışmanı iken sanırım 2003 yılıydı. Altın Koza Film Festivali hazırlıkları başlamıştı. Kurumsal olarak gazetelere bolca reklam veriliyordu. Ama muhabirler es geçiliyordu. Bir gün Aytaç Durak’a “Başkanım muhabirler bizimle etkinliklerde gece gündüz ter döküyor. Eğer uygun görürseniz ‘Altın Koza Haberleri Yarışması’ düzenlemek istiyorum.” teklifinde bulundum. Anında “olur” yanıtını aldım. Festival bitti, seçici kurul eserleri değerlendirdi ve başarılı muhabirler ödüllendirildi. Bu yıl sen de Seçici Kurul Özel Ödülü’ne layık görüldün. Kutluyorum. Ne mutlu bana ki bu gelenek halen devam ediyor…
BAŞLIKLAR DAHİ DEĞİŞTİRİLMİYOR
Kurumların basın birimlerinden servis edilen haberler, “muhabir istihdamı ve tek tip habercilik” üzerinde bir etkisi olmuş mudur?
Sanmıyorum. Ekonomik şartlar nedeniyle muhabir istihdam edemeyen patronlar lütfen bu gerekçeye sığınmasın. Basın bültenlerinin “tek tip haberciliği” getirdiğini söylemem mümkündür ya da değildir diyemem. Zira bundan belediye veya basın danışmanları sorumlu değildir. Belediyeden gelen basın bültenini gazete sayfasına yerleştirirken bazıları zahmet edip başlığı dahi değiştirmiyor. Hal böyle olunca “tek tip habercilik” ortaya çıkıyor. Ailemden dolayı neredeyse yaşım kadar mesleğin içindeyim. 10 yıl Aytaç Durak’la, 2 yıl Zihni Aldırmaz’la çalıştım. Eleştiri sınırlarını aşıp hareket derecesine varan haber ve yorumlar dışında, her ikisinin de yerel basına sıcak baktığına şahidim. Kurumsal ve yasal destek verdiklerinin de tanığıyım.
BAKMAK DEĞİL, GÖRMEK GEREKİR
ÇGC’nin aylık yayımlanan “Çukurova Postası” gazetesinde keyifli yazılar yazıyorsunuz. Aynı zamanda “Adanalı Hadro’nun Altınları” romanını kaleme aldınız. İyi gazeteci veya edebiyatçı olmak için hangi özelliklere sahip olmak gerekir?
2013 yılında emekli oldum ama bir köşeye çekilmedim, çoğu meslektaşım gibi… 2014-2016 yılları arasında Adana Haber Gazetesi’nde köşe yazdım. Aileme ait İleri Gazetesi kapanana kadar köşe yazdım, haberler kaleme aldım. Çukurova Gazeteciler Cemiyeti’nin aylık yayın organı Çukurova Postası ve yılda iki kez yayımlanan Bayram gazetelerine sayfalar hazırladım. Ta ki gözlerimdeki sıkıntı ilerleyinceye kadar. Sosyal medya paylaşımları dışında bu aralar yazılarıma ara vermek zorunda kaldım. Her gazeteci kitap yazamaz. Derin bilgi birikime, araştırmacı kişiliğe sahip olması gerekir. Çok okumalıdır. Başarılı bir gazeteci olmak için iyi gözlemci ve şüpheci olunmalıdır. Daha önemlisi bakmak değil, görmek gerekir.
Bu arada Adanalı Hadro’nın Altınları romanını yazdım. Ama kendimi “yazar” olarak değil “yazan” olarak görüyorum. İddia ediyorum; bu roman kendi alanında Adana’da bir ilktir. Unutulmaya yüz tutmuş Adana ağzı sözcüklerle hazırlanmış bir eserdir. Başka bir kitap yazar mıyım? Esasında çok istiyorum. Ama sürekli bilgisayar başında olup göz rahatsızlığımın daha da ilerlemesini istemiyorum.
GAZETECİ ŞANSI OLSA GEREK!
Meslek hayatınızdan unutamadığınız ve toplumda iz bırakan bir anınızı paylaşır mısınız?
Eveeeet söyleşinin en güzel sorusu geldi benim için. Gerçekten çok sayıda mesleki anım var. Ama benim için en özellerini soruyorsan birisini anlatayım… DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit 1991 genel seçimleri öncesi yurt gezisine çıkmıştı. Hemen her ile giderek miting düzenleyen Ecevit, Adana’ya da uğramıştı. Partisinin il teşkilatınca organize edilen Adana mitingi Çifte Minare Cami yanındaki alanda düzenlenmişti. Kısıtlı ekonomik şartlarla seçim çalışması yapan DSP lideri, “otobüs” yerine “midibüs” üzerine çıkarak halka seslenmişti. Bu nedenle Bülent Ecevit’i takip eden gazeteciler de midibüsün üzerinde tek tek alınmıştı. Sıra bana gelmişti. Çıktım çalışmaya başladım. Ecevit halka seslenirken, partililerce otobüs üstünde güvercinler uçuruluyordu. “Gazeteci şansı” olsa gerek Ecevit’in başına konan güvercinli fotoğrafı sadece ben görüntülemiştim. Ne mutlu bana ki; Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan bu fotoğraf, ya da benzerini çekmek Türkiye'de hiçbir gazeteciye nasip olmamıştı.
Yorumlar
Kalan Karakter: