Medyanın usta isimleriyle gerçekleştirdiğimiz söyleşi yolculuğuna bu hafta Gazeteci-Yazar İsmail Çevik ile devam ediyoruz. Çevik, röportaj teklifimi ilettiğimde bana “Ağrı Dağı’nda kardelen, bit pazarında bit arıyorsun.” şeklinde ilginç bir yanıt verdi. İleri yaşına rağmen ofisinde titizlikle çalışmalarını sürdüren Çevik, mizah, hiciv, ironi ve eleştirel yaklaşımıyla konulara farklı bir bakış açısı getiriyor. Kendisiyle, gazetecilik tanımından mesleki deneyimlerine; basının sorunlarından sinema oyuncusu Fatma Girik ile yaşadığı anısına kadar uzanan keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
RÖPORTAJ: MEHMET ŞAHİN
İsmail Bey, sizlere söyleşi fikrimi paylaştığımda, “Ağrı Dağı’nda kardelen, bit pazarında bit arıyorsun.” demiştiniz. Bu sözünüzü biraz açabilir misiniz?
Gazetecilik artık esamesi okunmayan bir meslek haline gelmiştir. Eskiden, yolda giderken tanımadığınız insanlar bile size oturma teklifinde bulunurdu. Şimdi “gazeteciyim” diyen biri olduğunda, millet masayı topluyor. Masayı topladıkları için de bu meslek giderek değerini kaybediyor.
GAZETECİLİKTE ELEŞTİRİ ESASTIR
Kendi bakış açınızla gazeteciliği nasıl tanımlıyorsunuz?
Gazeteci-Yazar Şinasi Nahit Berker’in (1920-2001) kitabına da adını verdiği çok güzel bir söz var: Gazeteci olunmaz, gazeteci doğulur. Artık doğumlar sıradanlaştı. Her gün, her saniye yeni gazeteciler ortaya çıkıyor. Oysa her şeyden önce gazeteci okumalıdır. Gazetecilik en ucuz meslek haline geldi. Çünkü internet medyası bu işin cılkını çıkardı. Gazetecilikte eleştiri esastır; ancak önce kendinden başlamalısın. Kendini yargılamayan (özeleştiri) insanlar, televizyon ekranlarında ya da gazete sütunlarında hâkim, savcı veya futbol hakemi kesilmişler. Eskiden yazarların ve muhabirlerin çoğu bir sanat dalıyla ilgilenirdi. Eğer gidip bir tiyatro izlemezsen, karşındaki insanın mimiklerinden bir şey anlayamazsın. Söz ağızdan çıkar ama mimikler her şeyin değişimini ifade eder. Maalesef gazetelerde bunları göremiyoruz. Yalnızca fikir değil, meslek de kendini yitirdi.
ÇOBAN YURTÇU GÜZEL BİR DERS VERDİ
Merak ettiğim konulardan biri de döneminize dair gazeteciliktir. Bu hususta neler anlatacaksınız?
Bana en güzel derslerden birini rahmetli Çoban Yurtçu verdi. O dönem statlara giriş kartı, spor yazarları temsilciliği tarafından veriliyordu. Güney Haber gazetesinde patronumuz Erol Erk, spor şefimiz Ruhi Yangın, haber servisinde ise İzzet Kalkan vardı. Onların cebinde maça giriş kartları vardı. Ben de müracaat ettim. Ancak, Çoban Yurtçu, “Çocuk, sana kart veremeyeceğim.” dedi. “Abi, benim suçum nedir? Tahsil diyorsan tahsilim yüksek, takip diyorsan o özellik de bende mevcut.” diye itiraz ettim. Yurtçu, “En az üç kursa gideceksin. Bunu yapmazsan sana kart vermeyeceğim.” karşılığını verdi. İnat ederek su topu, voleybol, antrenörlük ve hakemlik kurslarına katılarak, başarı belgelerimi aldım. Bu sayede Çoban Abi kartımı verdi. Belki o günkü aklımla Çoban Abiye tepki göstermiştim, ama şimdi kendisine dua ediyorum. Bugün ise büyük futbol takımlarını eleştiriyoruz. Ne var ki, bir Allah’ın kulu takımın antrenmanını yerinde izlemiyor. Çok güzel fiziğin, düzgün bir diksiyonun olabilir. Ama bilgin ve altyapın yoksa, eleştirinin de temeli olmaz.
TÜFEK İCAT OLDU, MERTLİK BOZULDU
Sizce gazetecilik mesleğinin temel sorunları nelerdir?
Birinci nedeni, işe göre adam alınmaması, adama göre iş yaratılmasıdır. Bu durum öncelikle merkez gazetelerinde başladı. Daha sonra gazetecilikte diploma skandalı başladı. Eskiden bu mesleğin yetişme yeri Siyasal Bilgiler ve Hukuk fakülteleriydi. Biz bunu Basın Yüksekokulları ve Basın Enstitüleriyle larç (large/genişlettik) ettik. Sonradan İletişim Fakülteleri açıldı. Ben iki derse girdim, sonra bıraktım. Fotoğraf makinesini anlatacaksın, ama ortada fotoğraf makinesi yok. Nerede? Müdürün kasasında. Neden? Kırılmasın diye. Peki bu çocuk fotoğraf makinesini nasıl öğrenecek? Köroğlu’nun “Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu” dediği gibi, bizde de mertlik sayfa mizanpajlarında bozulmaya başladı.
BAŞLIKLAR BEL KEMERİNDEN UZUN
Bilgisizlik ve yerinde takip eksikliği, gazeteciliği bu noktaya getirdi. Bize öğretilen, gazete manşeti üç kelimeyi geçmezdi. Ama bugün başlıklar bel kemerinden daha uzun; bu da okutturmaz, yani olayın özünü veremez. Öte yandan “foto altı” diye bir detay vardı. Gazetecilikte fotoğraf altı kaldırılınca bütün mesele bitti. Ben seni veya sen beni tanıyabilirsin. Ama okuyucunun böyle bir mecburiyeti yoktur. Sayfada kullanılan fotoğraflardaki kişileri (sağda, ortada, solda) bilme hakkına sahiptir. Gazetelerin bir de fiyat problemi vardır. Neden fiyatlarını yükseltmiyorlar? Çünkü alan yok. Gazetelerin içerikleri birbirine çok benziyor. Okuyucu tek tip gazeteleri neden alsın?
GAZETECİLİĞE YATIRIM YAPILMIYOR
Gazetecilikte ilk öğretilen “5N 1K (ne, nerede, ne zaman, nasıl, niçin, kim) kuralı” bugün hangi gazetede tam olarak uygulanıyor? Haberler niçin yalın (objektif) şekilde verilmiyor? Haber ile yorum birbirine karıştırılıyor. Halbuki, haber ile yorumun kesinlikle ayrı olması gerekir. Gazetelerde çalışanların yarısı sigortasız. 212 diye bir savunma hattımız; kanunumuz vardı, o da ortadan kalktı. Herkes beden işçisi oldu, fikir işçisi kalmadı. Gazeteciliğin sorunlarına baktığınızda iki seçenek var: Ya gazeteci olacaksınız ya da gasteci... Çok şükür (!), gazetecilik öldü; yaşasın gastecilik! Memlekette yapılan da budur. Gasteciler çoğunlukta olduğu için gerçek gazeteci olunmuyor. Gazeteciliğe yatırım yapılmıyor. Üniversiteden veya iletişim fakültesinden gelen mezunlara güvenilmiyor. Bu çocuklara önce ajans takip ettiriyor, sonra çay-çörek getirtiliyor. Böylece ayakçı oluyorlar. Hiçbirine “Şu haber şöyle yazılır” (örneğin; ters piramit tekniği) diyeni ben daha rastlamadım.
GAZETECİLİK BU YÜZDEN BİTTİ
Gazetecilik eğitimi alan gençlerimiz bu sektörde yeterince istihdam ediliyor mu? Meslek artık eskisi kadar cazip değil mi?
Tüm sektörde işsizlik had safhada. Biz mesleğin gelişmesi için nitelikli insan aramadık. Gazetecilik bu yüzden bitti. Bilgisinden yararlanmak için işe aldığımız kimse olmadı. Etrafımıza bakalım, biri Ahmet Bey’in torpiliyle ya da Mehmet Bey’in koltuğunun altında gelmiştir. Bu insanları biz yetiştirmedik, yetiştiremedik; çünkü bilgimiz yetersizdi. Tirajın nasıl artacağını, gazetenin nasıl satılacağını bu çocuklara anlatmadık. 5N 1K’yı öğretmedik. Onlara kapıdan girişte yalnızca potansiyel işçi gözüyle baktık. İletişim lisesinden ve fakülteden gelenlerin hepsini çaycı ya da ayakçı gibi gördük. Bu yüzden bu nesil çöktü. Bana göre gazetecilik mesleği bitmiştir.
ÖZEL HABERLERE YER VERİLMELİDİR
Haber, ekmek ve su gibi temel bir ihtiyaçtır. İnsanlar internette istedikleri haberi kolaylıkla okuyabiliyor. Gazeteciliğin bittiğini söylemek çok büyük bir iddia değil mi?
Gazetecilik bana göre bitmiştir. Hürriyet’in önceleri “Bir ekmek, bir Hürriyet” şeklinde bir sloganı vardı. Şimdi ise kapıcıya “Bana bir gazete kap gel!” denilse, gazete bayiini bulamaz? Bugün ekmek 15 lira olmuş, kimin umurunda 5 liraya gazete almak? Ayrıca internet abonelikleri de oldukça pahalıdır. Oysa gazetelerin okunması için araştırma dosyalarına ve özel haberlere daha fazla yer verilebilir. Artık farklı haber okuyamıyoruz. Kimine göre “Google teyze”, kimine göre “Google amca…” Her sorunun cevabını veriyor; ama kendi bakış tarzına göre… Google bir bilgi havuzudur; önemli olan bu havuzda yüzmeyi bilmektir.
FERSİZ GAZETECİLİK YAPILMAZ!
Sonuç olarak, size göre mesleğin kurtuluş reçetesi nedir?
Gazeteciliği kurtarmak için önce kendimizi yenilememiz gerekir. Nihayetinde gazeteyi insan okur. Hepimiz bireyiz; bu ülkede yaşıyoruz ve doğal olarak birtakım isteklerimiz vardır. Sorunlarımıza ayna tutması gereken gazete ve gazeteciler bu işlevini yerine getirmiyor; tam tersine gerçekleri daha puslu gösteriyor. Halkı düşünerek yazılmış bir tane haber gördün mü? Artık gözlerimiz aynaya bakmıyor, adeta gözümüzün feri sönmüş durumda. Fersiz bir bakışla gazetecilik yapılamaz. Görmediğin bir şeyi görmüş gibi anlatamazsın. Bugün biz, Uğur Mumcu ve Abdi İpekçi gibi araştırmacı gazetecileri arıyoruz.
BİR MERDİVEN OLARAK GÖRÜLÜYOR
Yerel gazeteler neden yeterli destek görmüyor?
Yerel gazetecilik çoğu kez bürokrasiye yakın olabilmek için kullanılan bir merdiven olarak görülüyor. Şevk ve ideal gazetecilik yapmak için kurulan gazete neredeyse yoktur. Yerel gazeteler bu yüzden gerekli desteği görmüyor. Çünkü birinin yanına gidip “Bana abone ol; olmuyorsan yemek ısmarla” dersen, kimse sana itibar etmez. Kendini saydırabilmen için önce gazetenin ekonomik sorunlarının olmaması gerekir. Bu arada “fahri yazar” diye bir kavram icat ettik. Köşe yazısı fikir vermeli, yeni bir bakış açıları sunmalıdır. Çerçeve içine alınmış ifadeler köşe yazısı değildir. Köşe yazarı denildiğinde Hasan Pulur, Sami Kohen, Çetin Altan, Uğur Mumcu, Abdi İpekçi veya Fehmi Koru gibi isimler aklıma geliyor. Bu kişilerin yazılarını okuduğun zaman güncel siyasete, dış politikaya ve ekonomiye ilişkin önemli bilgiler edinirdin. Ama bugün bunların hiçbiri yoktur.
MEMDUH ÜN’DE NE BULUYORSUNUZ?
Okuyucularımıza unutamadığınız bir anınızı aktarabilir misiniz?
En güzel anılarımdan biri, Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu ile ilgilidir. 2015 yılında, önceki dönem Çukurova Belediye Başkanı Soner Çetin ile düzenlediğimiz “Her Ayın 19’unda Saat 19’da” adlı panele Sabih Kanadoğlu’nu konuşmacı olarak davet etmiştik. Kanadoğlu, bardak altı kalınlığındaki gözlük camlarının arkasından bakan heybetli bakışlarıyla, ne söylerseniz söyleyin gülmeyen bir yapıya sahiptir.
Program sonrasında, Çukurova Belediyesi’nin tahsis ettiği araçla Adana turuna çıktığımızda, adeta bir büst gibi aracın önünde oturan Kanadoğlu’na, “Ağabey, hiç gülmüyorsun. Bir kusur mu ettik?” dediğimde, “Espri yaptın da katılmadık mı?” yanıtını verdi. Bunun üzerine, ünlü sinema sanatçımız Fatma Girik ile yaşadığım bir anekdotu anlatmaya başladım. Güney Haber gazetesinde muhabirlik yaptığım yıllarda, Adana’ya film çekmeye gelen Fatma Girik ile söyleşi yapacaktım. Patronumuz Erol Erk, bu sırada, Fatma Hanım’a mutlaka “Memduh Ün’de ne buluyorsunuz?” sorusunu sormamı istemişti.
Röportajın sonunda, özür dileyerek patronun bu sipariş sorusunu kendisine yönelttim. Fatma Girik, önce masadaki sürahiyi kaptı. “Şimdi kafama indirecek” diye beklerken, “Ben arada sırada film çeviriyorum. Sen onunla yatağına gitsen, film bile çeviremezsin.” dedi. Tabii, mosmor oldum. Anlattıklarımı dikkatle dinleyen Sabih Bey, gülme krizine girerken bir yandan da telefonla birini arıyordu. Kanadoğlu’nun Girik ile samimi olduğunu nereden bilebilirdim ki… Karşıdan Fatma Hanım’ın “Buyur ağabey” sesi geldi. Adana’da olduğunu söyleyen Kanadoğlu, bu olayı anımsatıp “Doğru olup olmadığını” sordu. Girik’in cevabına bakın: “Hâlâ o… gazetecilik yapıyor mu?”
NE YAZIK Kİ ARTIK MİZAH ÖLDÜ
İsmail Bey, yazılarınızda sıkça fıkra, hiciv, eleştiri, iğneleme, mizah ve ironiye başvuruyorsunuz. Bu yöntemi tercih etmenizin nedenleri nelerdir?
Mizahı seviyorum. Güzeli taklit etmek suç değildir. Bir dönem, adeta hatim eder gibi mizah yazarlarını okudum. Olaylara üçüncü bir gözle bakmak istiyorum. Örneğin; bir konuyu yorumlarken, kendime “Acaba Orhan Veli olsaydı bu mevzuyu nasıl yazardı?” diye sorarım. Yazdığımı kendim okuduğumda keyif almıyorsam, onun hiçbir anlamı yoktur. Farklı bir pencereden bakmak Yeni bir fikir sunmak zorundayım. “İltifat, hakaretin ağabeyidir.” diye bir söz vardır. Bir insana yermek için iltifat edeceksiniz; adamın yapmadığı şeylerinden bahsedecek, olmayan özelliklerini ona yakıştıracaksınız. Ayakkabısı küçük birine, “Sana asker postalı ne yakışır!” derseniz, onu yüceltmiş olursunuz. Oysa “Postal ona büyük gelir.” demek çok daha anlamlıdır. Okuyucu yazdığım gazeteyi almak için 5 lira veriyorsa, ben de onun en azından 5 saniyeliğine tebessüm etmesini isterim. Zaten akıl veren çok; ama kahkaha öneren yok. Eleştirirken gülümsetmek, bireyin fikrini değiştirmek, onu biraz dünyadan koparmak gerekir. Ne yazık ki artık mizah öldü. Yeni hicivciler bulmalıyız.
GAZETECİ İSMAİL ÇEVİK KİMDİR?
1952 yılında Ceyhan’da dünyaya geldi. Yenikent İlkokulu’nun ardından ortaokul ve lise öğrenimini Adana Ticaret Lisesi’nde tamamladı. 1957’de Tercüman gazetesinde dizgici olarak basın-yayın mesleğine adım attı. Güney Haber, Güneş, Ekspres, Starspor, Manşet, Dönüm ve Kamuoyu gazeteleri ile Başaranlar dergisinde; teknik servis sorumlusu, spor sayfa sekreteri ya da kurucu olarak görev yaptı. Basın işkolundan emekli olan İsmail Çevik’in “Çatırıya-Manaç” adlı bir hiciv kitabı bulunuyor.
Yorumlar
Kalan Karakter: