Erzincan’da liç dağına dönüştürülen alan, bölgedeki ağaçlar, su, hava, doğal hayat milyonlarca yılda oluşmuştu. Hemen yanı başındaki Fırat Nehri sadece bölgenin değil, su kıtlığı yaşayan tüm ülkenin can damarıydı…
Sömürgeci Kanadalı bir firma, kendine CEO’su güçlü yerli bir ortak buldu.
Kaz gelecek yerden tavuğu esirgemedi, gerisi kendiliğinden geldi…
Göz göre göre bir gram altın için bin kilo toprağı siyanürle, sülfirik asitle, yirmi bir çeşit kansorejen kimyasalla ölüm çamuruna dönüştürdüler.
Bölgedeki hayvancılığı, tarımı, meraları, üretimi her şeyi yok ettiler.
Bölge halkının birçok sağlık problemi yaşamasına, gebe kadınların düşük ve ölü doğum yapmasına, bebeklerin engelli doğmasına kadar pek çok soruna neden oldular.
Buna rağmen istihdam yaratıyor diye alkışlandılar.
Bağışta bulunuyor diye alkışlandılar.
Bölgedeki yetkilileri ağırlıyor, yurtdışına gezmelere götürüyor diye alkışlandılar.
Bu arada yetkililerimiz ne yaptı derseniz:
Rant uğruna doğaya meydan okudular.
Onlarca davaya, insanların haykırışına rağmen, toprağa, havaya, Fırat’ın suyuna ihanet ettiler.
Masa başında hazırlanan ÇED raporlarına, kapasite artırım taleplerine izin verdiler.
Maden şirketi açılan davalarda sorun yaşamasın diye, madenin altından geçen fay hattını bile haritadan sildiler.
Neticede doğanın haykırışıyla, isyanıyla karşı karşıya kaldılar.
O faciada tam dokuz canımız toprak altında kaldı.
Dokuz gün boyunca aranmalarına rağmen cesetlerine bile ulaşılamadı.
Vatandaş ölülerinin başına bir mezar taşı dahi koyamadı…
Halkın tepkisinden korkanlar günlerce bölgeye uğramadı…
En nihayetinde mevcut Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanımız Mehmet Özhaseki, geçirdiği operasyonlar nedeniyle geciktiğini belirterek 9. gün facia bölgesine gidebildi. Ancak ‘Hastaydım’ dediği sürede Adana ve Osmaniye’de kura törenlerine, İstanbul’da kentsel dönüşüm istişare toplantısına katıldığı ortaya çıktı. Daha da kötüsü, İliç’in deprem bölgesinde olduğunu ve maden ocağının altından fay hattı geçtiğini ilk kez duyduğunu, bunu ihbar kabul edip araştıracağını söyledi.
Önceki dönem Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum ise, kendisine yöneltilen eleştiriler karşısında “Faaliyet iznini biz vermiyoruz. ÇED raporuyla, toprak kaymasının ne alakası var!.. 135 kez denetim yaptırmışım, siyanür sızıntısı üzerine en ağır para cezasını kesmişim, kapatma( sadece 3 ay durdurma)kararı vermişim daha ne yapayım?” diye eleştirenlere tepki gösterdi.
Atalarımız boşuna dememiş ‘Ağası güçlü olanın, kulu suçlu olur’ diye…
ÇED raporu ile heyelanın ne ilgisi varmış (!)
Birincisi adı üstünde ÇED raporu, çevresel etki değerlendirmesi raporu demektir, heyelanla ilgisini anlamak için deha sahibi olmaya gerek yok.
İkincisi ÇED raporunda ‘heyelan potansiyeli yok’ deniyorsa, birebir ilgili olduğu gayet açıktır. Zira ÇED raporunda o tespit olmasaydı, ÇED olumlu raporu verilemezdi. ÇED olumlu raporu verilmeseydi, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı o maden ruhsatı iznini veremezdi.
Üçüncüsü, geçen yıl AFAD 23.06.2023 tarihli yazısında, ‘sahada yapılacak tesis ve inşaat işlemlerinin herhangi bir doğa olayını tetiklememesine dikkat edilmeli…bölgede meydana gelebilecek deprem, kaya düşmesi, heyelan… gibi afetler göz önünde bulundurulmalı’ denilmiş ve maden ocağının genişletilmesinin doğa olaylarını tetikleyebileceği açıkça belirtilmiştir. Çevre Bakanlığı heyelana karşı uyarılmış olmasına rağmen ‘ÇED gerekli değil’ raporu verilmiştir.
Yazık, bu ülkeye yazık!
Çevresel risklerden, ÇED raporunun neyi ifade ettiğinden yahut neleri gizlediğinden (!) bihaber kişilerin veya bihaber olduğunu söyleyen kişilerin Çevre Bakanlığı yaptığını görmek, özür dileyecekleri yerde vatandaşa tepki gösterdiklerini izlemek gerçekten üzüntü vericidir.
Sadece o dokuz canımız değil, birçok kurum ve kuruluşa olan güvende o liç dağının altında kalmıştır.
Bir Çevre Bakanı olarak marifet 135 kez denetim yaptırmak değildir!
Marifet, o denetimlerin gerçeğe uygunluğunu denetleyebilmektir.
Marifet, masa başında yapılan denetimlere son verebilmektir.
Marifet, yaptığı denetimlerde tehlikeyi rapor etmeyenlere, fay hattını haritadan silenlere derhal idari ve cezai soruşturmalar açabilmektir.
Marifet, yasalara uymayan firmalara en ağır cezaları kesmek, 3 aylık durdurma kararı vermek de değildir. Soruşturma tamamlanmadan bu firmaların faaliyete geçmesine müsaade eden kararlara karşı derhal itiraz edebilmektir.
Marifet, iş güvenliği açısından gerekli tedbirler alınmadığı tespit edilmesine rağmen verilen takipsizlik kararlarına karşı, derhal bakanlık adına istinaf ve temyiz yoluna gidebilmektir.
Marifet, mahkemenin bakanlıktan beklediği bilgileri üç yıl bekletmek değildir. Gerekli bilgileri ivedilikle gönderebilmektir.
Marifet, son 20 yılda maden yasasında 21 kez değişiklik yapıldığında bunun ‘ekokırıma’ yol açacağını görebilmektir.
Marifet, önceki seksen yılda verilen maden ruhsatı sayısı 1186 iken, bu sayı son 15 yılda 386 bine ulaştığında bunun doğuracağı çevresel tehdidi öngörebilmektir. Bu kadar maden ruhsatı verilmesinin amacı nedir?’ diye sorgulayabilmektir.
Marifet, Tunceli’nin, Gümüşhane’nin, Erzincan’ın tamamını, Muğla’nın yüzde 65’ni, Ordunun yüzde 74’ünü, Artvin’in yüzde 71’ini maden şirketlerine ruhsatlandıranlara, 24 ilde verilen maden ruhsatı oranı yüzde 63’e ulaşmadan ‘siz ne yapmaya çalışıyorsunuz’ diye hesap sorabilmektir.
Marifet, ÇED’de kolaylık sağlanacağı yönünde taahhüt vererek Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile anlaşma yapanlara, ‘siz kimin yetkisini, kime pazarlıyorsunuz, çevreye zarar verecek hiçbir şeye, hiçbir şey için kolaylık sağlanamaz ’ diyebilmektir.
Marifet, milyonlarca yılda oluşan doğayı köstebek yuvasına çeviren maden firmalarına karşı çevreyi koruyabilmektir.
Marifet, ülkeyi bir sömürge Afrika ülkesi haline getirmeye kalkışanlara karşı göğsünü siper edebilmektir.
İliç altın madeninde toprak kayması iki yıl önce de yaşanmıştır, bu bir ilk değildir. Gidişata bakılırsa bu bir son da olmayacaktır. Sürekli kapasite arttıran, Munzur dağlarına kadar olan alanda gece gündüz sondaj çalışması yapan, bölgede endemik yaşam bırakmayan bu maden ocağıyla ilgili açılan onlarca davaya, uzmanların, çevrecilerin, vatandaşların onca itirazına, haykırışına yıllarca kulak tıkanmıştır. Maden firmalarının önünü daha çok açmak için, daha neler neler yapıldığı ise, bir dahaki yazımın konusu olacaktır.
Dolayısıyla bu asla bir kaza değildir!
Çevre Bakanı olarak ‘bilmiyordum, bunu ihbar kabul edeceğim’ demekle veya eleştirenlere tepki göstermekle işin içinden sıyrılamazsınız!
Bu facia, öyle üç beş çalışanı tutuklattırıp insan kaynaklı bir felaket demekle de geçiştirilebilecek bir olay değildir.
Bu düpedüz iktidar kaynaklı bir felakettir!
İster kabul edin, ister etmeyin!
Bunun ayıbı da günahı da sorumluluğu da herkesten çok sizlere aittir…