'Kalkmış, Atatürk’e dil uzatıyor!'
Yayınlanma :
10.11.2014 15:47
Güncelleme
: 10.11.2014 15:47
Hanedan deyince Semra Özal’ı hatırlayanyeni nesil, hatta onu bile hatırlamayan daha daha yeni nesil Osmanoğulları’nın sürgün hikayesini ne kadar biliyor bilmiyorum. Ama çok az kişinin bildiğini iyi biliyorum.
Önce, bilmeyenler açısından yazının ana fikrinin daha iyi anlaşılabilmesi için birkaç ön bilgiyi aktarmak istiyorum.
TBMM 23 Nisan 1920’de açıldı. Saltanat 1 Kasım 1922’de kaldırıldı. Lozan antlaşması 24 Temmuz 1923’te imzalandı. Cumhuriyet 29 Ekim 1923’te kuruldu. Hilafet 3 Mart 1924’te kaldırıldı.
Demek ki Cumhuriyet kurulduğunda doğaldır ki saltanat yani padişahlık diye bir makam bulunmamakta idi.
Demek ki Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından itibaren 4 ay 11 gün boyunca Halifelik makamı mevcut idi.
Yani 4 ay 11 gün boyunca hem Cumhurbaşkanı (Mustafa Kemal Paşa), hem TBMM Başkanı (Fethi Okyar), hem Başbakan (İsmet İnönü), hem de Halife (Abdülmecit) görev ifa ediyordu.
İşte en son vefat eden Neslişah Sultan, Halife Abdülmecit ile Padişah Vahdettin’in çocuklarının evliliği sonucu doğan biri idi..
Bu arada ekleyeyim: Halife Abdülmecit ile Padişah Abdülmecit çoğu kişi tarafından aynı kişi zannedilir. Oysa Padişah Abdülmecit, Osmanlı’nın son dört padişahının yani sırasıyla 5. Murat, 2. Abdülhamit, 5. Mehmet Reşat ve Vahdettin’in babasıdır. Halife Abdülmecit ise bu dört padişahın amcasının (Abdülaziz) oğludur.
Evet bu kısa girişten sonra “gelişmelere” bakalım:
Hani “3 Mart 1924’te Halifelik kaldırıldı” demiştim ya.. İşte aynı kanuna Osmanlı Hanedanı mensuplarının yurtdışına çıkarılmasına dair madde de eklendi.
İşte bu sürgün hikayesi tam manasıyla trajik bir hikayedir.
Bu sürgün kanunu ile şehzadeler en geç 72 saatte; kadınlar ise en geç 10 gün içinde yurdu terk edecekti.
Hanedan’ın 3 yaşındaki mensubu bile doğduğu topraklardan, oynadığı bahçeden koparıldı.
Hepsinin vatandaşlık hakları ellerinden alındı. Türkiye’ye turist olarak girmeleri bile yasaklandı.
Hatta diyelim ki Fransa’ya gittiler.. oradan Suriye’ye geçmek isteyen hanedan mensubu, Türkiye’den transit olarak dahi geçemeyecekti.
Türkiye’den taşınmaz mal edinmeleri yasaklandı. Mevcut mallarının tamamına devlet el koydu.
Sürgüne gönderilenlerden biri de Halife Abdülmecit Efendi idi.
Abdülmecit Efendi ki, yukarıda belirttiğim üzere TBMM tarafından seçilmiş hatta Cumhuriyet’in ilanından itibaren 4 ay 11 gün Halifelik yapmıştı.
Evet resmi tarih bize hep şunu der: “Hanedan mensupları sürgüne gönderilmek zorundaydı. Çünkü Osmanlı padişahları memleketi batırdı. Çoluğu çocuğu, torunu torbası Türkiye’de kalırsa yeni Cumhuriyet’e başkaldırırdı. Zaten bunların genleri bozuktu. Çünkü hepsi haindi.”
Evet bunu derler.. Böyle derler.. Utanmadan böyle derler..
Peki madem Türkiye Cumhuriyeti güçlü temeller üzerine kuruldu, bu korku neden?
Haydi ilk dönemler hanedan mensuplarının reaksiyon göstermeleri endişesi vardı..
Peki “Cumhuriyet on yılda onbeş milyon genç yaratmadı mı her yaştan?”!
Cumhuriyet’in 10. yılında, yani 1933’te en azından turist olarak bile gelmeleri niye sağlanmadı?
Bu Osmanoğulları denilen kişilerin haydi bir iki tanesi haindi diyelim; peki 3 yaşındaki çocuğun günahı neydi, suçu neydi?
Murat Bardakçı’nın o şahane muhteviyattaki “Son Osmanlılar” isimli kitabında belgeleriyle ayrıntılı bir şekilde anlatıldığı üzere kimileri mezarlık bekçiliği, kimileri kamyon şoförlüğü, kimileri teneke lehimciliği yaptı.
Elbette bu meslekleri icra etmek ayıp değil.. Ancak Osmanlı topraklarına devasa eserler bırakan Osmanoğulları’nın geçim sıkıntısına maruz bırakılması en hafif tabiriyle vefasızlık değil midir?
Bugün “Haydarpaşa Garı otel olmasın” diye feveran eyleyenler bu muazzam yapıyı Abdülhamit’in inşa ettirdiğini; Darülaceze, Şişli Etfal Hastanesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Hukuk Fakültesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Ziraat Bankası, Terkos İçme Şebekesi, Hicaz Demiryolu gibi onlarca projeyi gerçekleştirdiğini bilirler mi?
Peki bu hanedan mensuplarının yurda girişi ne zaman oldu? 1952 yılında yani Demokrat Parti iktidarı döneminde oldu..
Fakat 1952’de affa uğrayanlar sadece hanedanın kadın mensuplarıydı.
Erkeklerin affı ise ancak 1974 yılında mümkün olabildi.
Yani erkek olanlar elli yıl boyunca memleketlerine adım bile atamadılar.
1974’te Ecevit’in getirdiği genel af sonucu geldiler. Ama Ecevit’in genel af kapsamına aslında ilk etapta Hanedan mensupları dahil edilmemişti.
Dönemin Demokratik Parti milletvekili Rasim Cinisli’nin üstün çabaları neticesinde zorlu müzakerelerle ancak kapsama dahil edildi.
Ecevit mecbur kaldı. Zira katiller, tecavüzcüler salıverilirken bu aftan Hanedan mensuplarının yararlanamamasını izah edebilmek hiç de kolay değildi.
Evet biliyorum bazı okurlar diyecektir ki: “Ama Vahdettin ve 2. Abdülhamit’in kardeşi olan Şehzade Burhanettin Efendi bile Atatürk’ün bu sürgün kararının gerekli olduğunu söylüyordu. Çünkü dönemin şartları onu gerektiriyordu. Sen ise kalkmış Atatürk’e dil uzatıyorsun..”
Önce şunu belirteyim:
BİR: Ben Atatürk’e dil uzatmıyorum. Üstelik saltanata karşıyım. Ben Atatürkçülük adı altında bu memlekette saltanat kuranlara dil uzatıyorum.
İKİ:“Dönemin şartları” diye bir lafın tedavülden kaldırılması gereken bir laf olduğunu düşünüyorum. Zira dönemin şartı lafı, vicdanı yırtılmışların sığınağıdır
ÜÇ: Burhanettin Efendi’nin sürgünü mazur görmesi, sürgüne maruz kalmanın vahametini ortadan kaldırmıyor. Ben böyle durumlarda birinin ağzından çıkan lafa değil, vicdanıma bakarım.
DÖRT: “Sürgüne göndermeyip de ne yapacaktık?” cümlesinin, bugün yargılanacak olan Kenan Evren’in meşhur “Asmayalım da besleyelim mi?” cümlesi ile hem yapısal hem genetik benzerlik taşıdığını söylüyorum.
BEŞ:“Ben bu hazin manzarayı yazmamayım da memelerinden reyting devşiren çağdaş tazelerin fingirdeşmesini mi yazayım?”
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: