21 Mayıs 1864, insanlık tarihinin en büyük sürgünlerinden biri yaşanıyordu. Soykırımın, açlığın, sefaletin, hastalık ve ölüm yolculuğunun başladığı günlerdi.
Modern Avrupa tarihinde yaşanan ilk etnik temizlik, ilk soykırım ve katliam olarak tarihe geçen bu acının, tarifsiz yıkımın, benzeri olmayan bir sürgün ve imha hareketiydi.
Kafkas sıradağlarından başlayarak Karadeniz’in serin sularında ve dünyanın dört bir tarafına serpilmiş kadim halkın dramı; Çerkesya Sürgünü.
160 yıl önceydi.
insanlık tarihinin en acı, en karanlık sayfalarından biriydi.
Unutulmadı/unutulmamalı.
Ve bir 21 Mayıs gecesini daha Türkiye’nin ve Dünyanın her yerinde sessiz çığlıkların yansıdığı yürüyüşlerle anıldı; aynen atalarının sesizlik içinde ölüme yürüdükleri gibi…
Adana’daki yürüyüşlerine bende dahil oldum; acılarını hissederek birlikte yürüdüm, simsiyah elbiseler içinde binlerin yürüdüğü gibi...
Bu Tarihi trajediye tanıklık edenler anlattı yaşanan vahşeti;
"Deniz kenarında yedi yıl boyunca atılmış insan kemikleri bulundu. Kargalar, erkek sakallarından ve kadın saçlarıyla yuva yapıyordu. Deniz yedi yıl boyunca kıyıya insanların kafataslarını atıyordu." diye anlatıyordu, o günlerin şahidi yaşlı bir Çerkes. Tanığın bu sözleri yaşanan tarihi trajedinin büyüklüğünü anlatmaya yetiyor, artıyordu.
Osmanlı’nın Kırım Savaşı mağlubiyetiyle başlayan Rus işgal ve soykırım girişimi özelikle “Şeh Şamil’in” yenilgisiyle Kafkasya’da bir etnik temizliğe ve insanlığın görebileceği en vahşi toplu imhaya yol açtı.
Rusların Kafkasya işgal politikasından öte doğrudan Çerkes halkının yok edilmesinin amaçlandığı, etnik temizliğe dönüşen katliam ve soykırımla birlikte sürgünler başladı ve devamı da geldi.
Bu acı dolu yılların sonucunda milyonları bulan ölümler, çaresizlik içinde savrulan insanlar, hastalıklar, denizlerde balıklara yem olan bedenler, arşı titreten haykırışlar, feryatlar ve sessizce, çaresizlik içinde verilen son nefeslerle geçen bir insanlık dramı.
Hem de yeryüzü halklarının gözleri önünde yaşandı bütün bunlar.
21 Mayıs 1864 gecesi, yani bir halka reva görülen kara günün yaşandığı, sessiz çığlığın adı; ölüme terk edilmiş milyonların büyük tradejisi ve hiç unutulmayacak karanlık günler.
Çarlık Rusyasının despotik yönetim anlayışıyla, yayılmacı, işgal ve soykırım girişimiyle milyonlarca Kafkasya'nın kadim halkı olan Çerkeslerin sürgünü başladı ve insanlık tarihinin en büyük acılarından biri ve toplu ölümlerin yaşanmasına sebep oldu.
Modern dünya ve çağdaş insanlık, Kafkas dağlarında ve sonrası sürgün yollarında soykırıma tabi tutulan Çerkes halkına sahip çıkmadı. Çıkmış olsalardı engellemek için bir girişimde bulunur, insani birliktelik ve zulme karşı bir direniş hareketi gösterilseydi öğünlerde ve sonrasında ne "Bosna"da ve bugün nede "Gazze"de yeni soykırım ve katliamlar gerçekleşmezdi.
İnsani mutabakat, evrensel hukuk anlayışı ve 'zulüm kimden gelirse gelsin' diyerek, insani direniş hattı inşa edilmiş olsaydı, sürgünler, soykırımlar, toplu imha girişimleri olmazdı. Ve bugün Gazze’de feryatlar da arşı titretmezdi. Aynen 160 yıl önce Kafkas semalarında olduğu gibi...
Dün Çerkesler için sessiz kalan dünya bu günlerde Gazze’ye karşıda inanılmaz sessiz. Bu sessizlik ve çaresizlik insanlığa karşı işlenecek yeni soykırımların, vahşi katliamların ve toplu mezarların sebebi olacaktır.
Rus tarihçi Berje’nin bu sözleri, 1864 soykırım gerçeğini gözler önüne sermeye yeter artar bile;
“Yılın bu sert zamanında neredeyse tamamen gıdasız kalan, tifüs ve çiçek salgınıyla kırılan bu halkın hâli içler acısıydı. Gökyüzünün altında, çıplak arazide, yırtık elbiselerinin içinde katılaşmış cesediyle yatan genç Çerkes kadının ve biri can çekişen, diğeri annesinin göğsünden süt emmeye çalışan çocukların manzarası hangi kalbi sızlatmaz ki?