Modern çağın kucağında, renkler sanki yavaş yavaş bizden uzaklaşıyor. Siyah, beyaz, gri… Her şey bu üç rengin gölgesinde şekilleniyor. Oysa renk paleti yalnızca bu tonlardan mı ibaret? Neden diğer renklere yer açmıyoruz? Neden mavinin huzurunu, yeşilin dinginliğini, sarının neşesini hayatımızdan esirgiyoruz? Ve bu solgunlaşan dünya, bizleri hiç mi etkilemiyor? En çok da çocukları…
Dünyanın renksizleşmesinin ardında pek çok neden yatıyor. İlk olarak, ekolojik ve biyolojik etkenleri ele alabiliriz. Ormanların yok edilmesi, tarımda tek tip bitki ekimi (monokültür), kelebeklerin ve kuşların sessizce aramızdan çekilişi, artan hava kirliliği… Tüm bunlar doğanın renkli dokusunu solduruyor. Atmosferi kaplayan yoğun partiküller ve gazlar, gökyüzünü bile gri bir perdeyle örtüyor.
Bir diğer neden ise mimari ve endüstriyel tasarım anlayışımız. Yapılan araştırmalar, insan eliyle yaratılan yapıların zamanla çevreyi grileştirdiğini ortaya koyuyor. Göğe meydan okuyan cam yığınları, griye boyanmış apartmanlar, şehirlerin canlı ruhunu boğuyor. Oysa bir zamanlar ahşabın sıcaklığı, doğal pigmentlerin zarafeti vardı. Şimdi ise paslanmaz çelik, plastik ve betonun soğuk yüzü hâkim. Otomotiv sektörü bile bu dönüşümden nasibini aldı. 1970’lerde caddelerde mavi, kırmızı, yeşil arabalar süzülürken; bugün yollar siyah, beyaz ve gümüş tonlarına teslim olmuş durumda. Ev dekorasyonundan aksesuarlara kadar her şey aynı tekdüze paletin içinde kayboluyor.
Dijitalleşme de bu tabloyu daha da karartıyor. Bilgisayar, telefon ve tablet ekranlarından yayılan mavi ışık, gözümüzün renkleri ayırt etme yetisini köreltiyor. Renkleri algılayışımız zayıflıyor; dünya, gözümüzde daha da soluklaşıyor.
Ancak tüm bunların ötesinde, belki de en derin neden duygularımızın renksizleşmesi. Farkında mısınız? Artık insanlar daha tahammülsüz, daha öfkeli, daha yorgun. Kişisel sınırlar silikleşmiş, empati yitirilmiş. İç dünyamızdaki renkler soldukça, dış dünyamız da aynı kaderi paylaşıyor. Oysa renkler duygularımızı besler, duygularımız da renkleri yaşatır.
PEKİ, BU GİDİŞE DUR DİYEBİLİR MİYİZ?
Elbette diyebiliriz. Yeter ki birlikte hareket edelim. Sanatla, zanaatla, bilinçle ve sevgiyle bu renksizliğe karşı durabiliriz. Ne mi yapmalıyız?
Yeşil alanlarımızı korumalı, doğayla bağımızı yeniden kurmalıyız.
Sanatın büyüleyici gücünü kullanarak çevremizi renklendirmeliyiz.
Şehirlerimizi tek tip yapılara teslim etmeden, estetiği ve çeşitliliği savunmalıyız.
Dijital ekranların renk algımızı çalmasına izin vermeden, bilinçli bir teknoloji kullanımı benimsemeliyiz.
Ve en önemlisi, içimizdeki renkleri umudu, sevgiyi, merhameti canlı tutmalıyız.
Her şeye rağmen…
Griye teslim olmadan,
Renkleri yeniden hatırlayarak,
Ve onları yaşatarak…
Dünya, bizimle yeniden renklenebilir.
Yorumlar
Kalan Karakter: