Dünyaya yalnız başımıza geliyor fakat onlarca insanın sesiyle büyüyoruz.
Bizim için belirlenen, uğruna tartışmaların yaşandığı isimlerimiz oluyor. Herkesin doğan çocukla ilgili tecrübelerini söyleme gereksizliği hissettiğini görüyoruz. Herkesin bir bildiğinin olduğu ama bilmediği şeyleri öğrenmeye gayret etmediği.
Bizler çocuklarımızın sahibi değiliz. Onları dünyaya getirmiş olmamız; hakkımız olmayanı beklemek, onların yürüyeceği çizgileri çizmek ve kendi kafamıza koyup yapamadıklarımızı deneyeceğimiz denekler oldukları anlamına gelmez.
Ebeveynlerin vazifesi, çocuklarını dünyaya getirmiş olmanın verdiği tüm sorumluluğu üstlenmek, onlara güvenli ve sevgi dolu bir aile ortamı sunmak, temel ihtiyaçlarını karşılamaktır.
Maalesef bizler, üzerimize vazife olanı yanlış yapıyor üstüne birde üzerimize vazife olmayanları yapmaya çalışıyoruz. Çocuklarımızın yolunu kapatıyor, iyilik adı altında kötülük ediyoruz.
Ayakkabı bağcını bağlamakla başlıyoruz, seçeceği mesleği içimizde kalan meslek olarak belirliyor, evleneceği kadını/erkeği seçiyor, doğuracağı çocuk sayısına varana kadar müdahale ediyoruz. Kendi çizgilerimizi dayatıyor, fikir sahibi olmalarını köstekliyoruz.
Çocuklarımız için iyilik zannederek yaptığımız çoğu şey kötülüktür. Bunu kötülük olarak düşünüp yapmayız elbette ama biraz üzerine düşünüldüğü zaman başka birilerinin yapamayacağı kadar ciddi kötülükler ettiğimizi görebiliriz.
Misal verecek olursak, birçok anne baba çocuğunu kendi malı ve sahibi olduğu bir mülk olarak görür. Onların kendi çizgilerini çizemeyeceğine kanaat getirir ve hatta bu yetmezmiş gibi anne babasının çizgilerini takip etmesi konusunda yönlendirir/zorlar/psikolojik baskı uygular. Bunları yaparken çoğu zaman çocuğunun iyiliğine ve onu koruma adına yaptığını iddia eder. Oysa doğurduğu için söz hakkının sınırsız olduğunu düşünür.
Bizlerin dünyaya getirdiğimiz çocuklar üzerinde hakkımız yoktur, aksine onların üzerimizde hakkı vardır. Çünkü bizim anne baba olma isteğimiz üzerine dünyaya geldiler.Sırf baktık, besledik, büyüttük -ki bunları yapmak zorundayız- diye karşılık beklemek, istediğimiz kalıplara onları sokmaya zorlamak barbarlıktır.
Kendimize bağlı/bağımlı, sözümüzden çıkmayan, gözümüzün önünden ayrılmayan çocuklar yetiştirme isteği ciddi bir rahatsızlıktır.
Toplumların gelişmesi bireylerin bağımsız karar verebilme, akıl yürütebilme, fikrini özgürce ifade edebilmesi ile mümkündür.
Bu, sadece çocuklar için geçerli bir durum da değil, bizim gibi toplumlarda eşler arasında da aynı sahiplenme/sahibi olma durumu söz konusu. Bunun temelinde hükmetme içgüdüsü yatıyor. Hiçbir kadın ya da erkek eşinin sahibi değildir. Birbirlerine emanet de değillerdir. Her birey tek başına ayakta kalma, fikrini özgürce ifade etme, kararlarını sunma ve hayata geçirme konusunda özgür olmalıdır. Sınırlarını başkasının çizdiği bireylerin oluşturduğu toplumlar asla ve asla gelişime açık olamaz.
Çocuklarımızın yolunu kendilerinin açmasına imkan tanımalıyız. Buna yollarına koyduğumuz -güya onları korumak ve kollamak için yaptığımızı düşündüğümüz- taşları kaldırmakla başlayabiliriz. Bu taşların ne olduğunu hepimiz iyi biliyoruz.