Eğitim sistemimizde yıllardır tartışılan, ancak bir türlü içselleştirilmeyen acı gerçeklerden biri de şudur; geleceğimizin, çocuklarımızın hayatının, potansiyelinin ve umutlarının sadece birkaç saatlik sınavlara sığdırılması. Üstelik bu sınavların yüklediği baskı, stres ve kaygı; sadece sınav anında yaşanan bir anlık durum değil, çocuklarımızın ruhunda derin ve kalıcı travmalara dönüşüyor.
Bir çocuğun yıllarca süren eğitim, öğrenme ve gelişim süreci; üç saatlik bir sınav salonunda, tek bir kağıt üzerinde değerlendiriliyor. Bu küçücük zaman dilimi, tüm emeklerin, yeteneklerin ve kişisel yolculukların özeti olarak dayatılıyor. Üstelik sınav esnasında yaşanabilecek baş ağrısı, mide bulantısı, kaygı nöbeti, panik atak gibi fiziksel ve psikolojik belirtiler hiç hesaba katılmıyor. Çocuklar bu sınavın sonucuyla ya ‘başarılı’ ya da ‘başarısız’ olarak etiketleniyor. Oysa başarısızlık, sadece tek bir sınavdan ibaret olamaz; hele ki çocuklarımızın hayatlarının tamamı bu dar ölçüte hapsedilmemelidir.
Bu yaklaşım, modern ve bilimsel eğitim anlayışına tamamen aykırıdır. İnsan gelişimi tek bir sınavla ölçülemez, ölçülmemelidir. Çocuklarımızın kendilerini ifade edebilecekleri, yaratıcı düşünebilecekleri, farklı yeteneklerini keşfedebilecekleri ve psikolojik olarak sağlam kalabilecekleri bir eğitim sistemi inşa etmek, geleceğe dair gerçek bir yatırım olacaktır.
Eğitimdeki bu dar ve stres dolu sınav odaklı yaklaşım, sadece çocuklarımızı değil, aynı zamanda ailelerini de tedirginliğe sürüklüyor. ‘Başarısızlık’ korkusu, ebeveynlerde de aşırı baskı, kaygı ve çaresizlik yaratıyor. Bu durum, ne öğrenciyi ne de aileyi destekleyen bir atmosfer oluşturuyor. Aksine, gençlerin ruh sağlığını tehdit eden, potansiyellerini yok sayan, özgüvenlerini sarsan bir sarmal yaratıyor.
Eğitimde sürdürülebilir ve adil bir başarı ölçüm modeli oluşturmak için, tek seferlik yüksek stresli sınavların yerini alan, yıllara yayılan çoklu ölçme değerlendirme sistemleri benimsenmelidir. Bu bağlamda; ÖSYM ya da ilgili merkezi otoriteler tarafından, öğrencilerin eğitim hayatları boyunca her yıl katılacakları merkezi sınavlar düzenlenebilir. Bu sınavlar, yılsonu performanslarının objektif göstergeleri olacak şekilde yapılandırılır. Böylece, tek bir sınavın baskısı azalır, stres kronikleşmez.
Her yıl alınan puanların, ağırlıklı ortalaması hesaplanarak öğrencinin genel başarı seviyesi belirlenir. Bu yaklaşım, tek bir başarısızlığın ya da olağanüstü bir performansın öğrenciyi tamamen tanımlamasını önler. Süreklilik, adaletin temeli olur.
Yalnızca akademik bilgiyi ölçmek yerine; yaratıcı düşünme, problem çözme, eleştirel analiz gibi becerileri de kapsayan çok boyutlu değerlendirme araçları geliştirilmelidir. Böylece, sınavlar öğrencinin sadece bilgi birikimini değil, öğrenme ve uygulama becerilerini de yansıtır.
Sınav sisteminin yanında, öğrenci psikolojisini destekleyecek -lafta kalmayan- rehberlik ve danışmanlık hizmetleri zorunlu hale getirilmelidir. Öğrencilerin kaygı düzeyleri düzenli olarak izlenmeli, gerekli müdahaleler anında yapılmalıdır.
Sınavların içeriği, değerlendirme kriterleri ve sonuçların hesaplanma yöntemi öğrenciler ve velilerle açıkça paylaşılmalı; böylece sistemde güven tesis edilmelidir.
Bugün eğitim sistemimizde hakim olan sınav odaklı yaklaşım, sadece akademik başarıyı ön plana çıkarırken; çocuklarımızın sanata, el işlerine ve genel anlamda yaratıcılığa yönelik yeteneklerini ikinci plana itiyor. Oysa çocukların resim, müzik, drama, el sanatları gibi alanlarda gelişimi, onların zihinsel esnekliklerini, problem çözme becerilerini ve özgüvenlerini artırır. Bu alanlar, çocukların kendilerini ifade etmeleri için hayati öneme sahiptir.
Sınav sistemi, yaratıcı ve pratik becerileri ölçmekte yetersiz kalmakla kalmaz; aynı zamanda bu tür yeteneklerin gelişmesini engelleyici bir bariyer oluşturur. Çünkü sınav başarısına yönelik yoğun çalışma, çocukları sanatla buluşmaktan uzaklaştırır, hatta bu alanlardaki ilgilerini kaybetmelerine sebep olur.
Çözümün bir parçası olarak, eğitim politikaları çocukların sanatsal yeteneklerini keşfetmelerine ve geliştirmelerine olanak tanımalıdır. Okullarda sanat ve el işi derslerinin niteliği artırılmalı, bu dersler sınav yükünden bağımsız bir değer taşımalıdır. Merkezi sınav sisteminde de yaratıcı beceriler, portfolyo değerlendirmeleri veya uygulamalı sınavlarla desteklenmelidir.
Böylece çocuklarımız sadece testlerden oluşan bir sisteme hapsedilmekten kurtulur; yaratıcılıkları ve bireysel farklılıklarıyla gelişme şansı bulur. Bu, eğitimde gerçek anlamda kapsayıcı ve bütüncül bir yaklaşımın temel taşlarından biri olmalıdır.
Psikolojik araştırmalar tek seferlik yüksek baskılı sınavların gençlerde anksiyete, depresyon ve tükenmişlik sendromuna yol açtığını göstermektedir. Bu tür sınavlar, uzun vadeli öğrenme yerine geçici bilgi ezberini teşvik eder.
Uluslararası Eğitim Sistemleri -Finlandiya, Kanada- genellikle yıl içinde çoklu değerlendirme yöntemleri uygular; tek bir sınav sonucu öğrencinin kaderini belirlemez.
Sonuç olarak, çocuklarımızın sadece birkaç saatlik sınavla değerlendirildiği bir eğitim anlayışından vazgeçmek; onların ruh sağlığını, özgüvenini ve uzun vadeli başarılarını korumak için zaruridir. Çoklu yıllık sınav sistemi, hem bireysel adaleti sağlar hem de eğitimde sürdürülebilir kaliteyi garanti eder. Sanat ve el işi gibi yaratıcı alanların da sistemin ayrılmaz bir parçası olması, çocuklarımızın gerçek potansiyellerini ortaya çıkarmalarını mümkün kılar. Böylece, çocuklarımızın geleceği sağlam temeller üzerine kurulabilir.
Yorumlar
Kalan Karakter: