Ben sandım bir “ben” var,
oysa ben zandan ibaretmiş.
Aynaya bakarken gördüğüm neyse
ben de sadece o kadar varmışım.
Bir ismin ardına gizlendim,
bir şeklin içinde kendimi aradım.
Lakin her şekil beni yuttu,
her harf beni susturdu.
Dedim ki: “O varsa, ben kimim?”
Dedi ki: “Sen yoksun, sen de bensin.”
Dedim ki: “O zaman sen nesin?”
Dedi ki: “Ben Ben’im.”
İşte orada yandım.
Ne ağaç kaldı, ne ateş.
Ne Musa vardı, ne Tur Dağı.
Sadece konuşan bir ‘Ol’ vardı.
O ‘Ol’ dedi, ve ben oluştum.
Sonra “Olma” dedi, ve ben öldüm.
Şimdi ne yaşıyorum, ne ölüyorum.
Bir tecelliyim, farkında olmadan tecelli ediyorum.
Aşka düştüm,
ama bu düşüş yükselişti.
Ben sandım ki bir sevgili var,
o da bendeki hayaldi.
Aklımı teslim ettim
ki zaten akıl bendeki perdedir.
Ben sustum,
çünkü sustuğumda O konuştu.
Ve şimdi biliyorum:
Hiçliğimde gizli bir hakikat var.
Yokluğumun içinden doğan
en saf varlık yine O’dur.
Ve sözün sonunda
“ben” diye kalan ne varsa
Oysa delilik dediğimiz çoğu şey, belki de bizim cüret edemediğimiz hakikatin çırılçıplak hâldeki aynasıydı. Toplum, şekilperestliğe öylesine batmış durumda ki; giyimi farklı olanı, sözü mecazlı olanı, yürüyüşü alışılmamış olanı hemen damgalar.
Ama hakikat, şekil değildir. Hakikat sesle değil özle, dille değil halle konuşur.
Bugün akıllı zannettiklerimiz dünyayı tahrip ederken, deli denilenler bir kâğıt parçasıyla sokaktaki güvercini besliyor. Hangisi gerçekten deli?
Velayet, sadece ilimle değil, idrakle mümkündür. Ve idrak, çoğu zaman aklı geçmekle başlar. O yüzden bazıları deliliğin eşiğinde veli olur, bazıları aklın konforunda kör kalır.
Sözün özü:
**Her deli veli değildir belki…
Ama her veli, bir zamanlar deli sanılmıştır
Yorumlar 12
Kalan Karakter: