ABD Ortadoğu’nun güvenlik garantörlüğü rolünü daha da pekiştirdi.
Birkaç gün öncesine kadar başta bölgelerinin güvenlik şefi ABD’yi, ardından birbirlerini haberdar ederek bir “misilleme tiyatrosu” oynayan İsrail ve İran büyük oranda hedeflerine ulaşmış görünüyor.
Ama tiyatroya kuşbakışı baktığımızda bu iki devletin hedefleri bölgesel düzeyde kalıyor; asıl küresel düzeyde hedefine ulaşan devlet tabiki ABD oldu.
Ortadoğu’da İran’ın mezhepsel yayılmasından endişelenen Sunni Arap Devletlerinin mevcut durumunu çok iyi kullanan Amerika’nın bu misilleme tiyatrosunun senaristi olması su götürmez bir gerçek.
Dikkat ederseniz pek çok Arap devleti -açıkça kabul etmeden- İran'ın sözde saldırısına karşı İsrail’in kendini savunmasının meşruluğu konusunda hemfikir.Hatta o kadar ki Suudi Arabistan, Ürdün ve birkaç Arap Devleti İsrail’e istihbarat kolaylığında bile bulundu.
İşte Amerika bu güçler arsındaki farklılıkları mümkün mertebe daha da ayrıştırarak Ortadoğu’nun güvenlik şefi rolünü daha da pekiştirdi ve bu “şefliğini” NATO’nun bir çok ülkesine kolaylıkla kabul ettirmeyi başardı.
1948’de başlayan İrsail’e yönelk Arap devletlerinin saldırıları, İngiltere ve ABD'nin darbeyle devirdiği İran Başbakanı Musaddık’ın yerine Humeyni’nin Paris’te kurduğu İran hükümetinin iktidara gelmesiyle/getirilmesiyle zaman içinde kendiliğinden bitti ve zaman içinde yapay İsrail için yapay bir tehdit olarak kurulan İra’ın bölgesel yayılmacılığıyla bu Arap devletleri İsrail yanında –açıkça ve resmen olmasa da-saf tutmaya başladı.Hiç kuşkusuz bu durum Amerika’nın Ortadoğu stratejistlerinin büyük başarısıydı.
Hem İran’da kendilerine hizmet etmeyi reddeden hükümetten kurtulmuşlardı hem de sözde bir tehdit algısıyla piyonlarının güveliğini sağlamışlardı;ne de olsa şah (Amerika)kendi kıtasında güvendeydi..
Humeyni’nin Paris’ten çıkışı da göstermelik aksiyon senaryolarıyla süslenmiş ve böylelikle kendisi İran toprağına indiğinde halkına anlatacağı aksiyon dolu bir macerası olmuştu.
Amerika’nın yapay tehdidi elbette Humeyni iktidarının kurulma süreciyle sınırlı kalmayacaktı. Humeyni İran’da Batı liberalizmine muhalefetini sert bir şekilde yapmakta vakit kaybetmedi ve böylelikle İran-Batı gerginliği senaryosu da medya’da oynatılmaya başlandı.
O tarihte bu tarihe kadar Amerika Ortadoğu’da iki devlet aracılığıyla istediği yerde istediği atı koşturmayı başarıyor. Özellikle bu dönemde adeta “yeni Ortadoğu”nun temellerinin atılmadığını kim söyleyebilir. Öyle ya!;Netanyahu Ortadoğu’da bir şeyleri değiştireceğiz derken sadece fiziki sınırları kast etmiş olamaz değil mi? Belki de Trump döneminde Arap-İsrail ilişiklerinin normalleşmesini içeren İbrahim Anlaşması İsrail için fazlasıyla normaldi ve bu aşırı “normallik” Yahudilerin kendilerine sözüm ona “vaad edilen toprakların” sınırlarını genişletmesine mani de oluyor olabilirdi.Bu bağlamda Siyonistlerin hedeflerine ulaşmaya başşladıklarını söyleyebilirim.
Zaten İsrailliler ABD, İngiltere, Fransa, Ürdün ve bölgesel güçlere yardımları için açıkça teşekkür etmişti. Maalesef İsrail ve bazı Arap ülkeleri aslında yeni Ortadoğu”nun oluşumunun farkındalar ama bunu şimdilik açıkça dillendirmiş değiller.
Her ne kadar Arap liderleri açıkça İsrail’in yanında yer aldıklarını söyleyecek cesarete sahip değillerse de İsrail’e yapılan saldırılarda İsral’in kitlesel kayıplar vermesini engelleyici rol üstlendiklerini gidişatın satır aralarında okuyabiliyoruz.
Ama eminim bu karmaşık ilişkiler bir gün bir “kaza kurşunuyla” ayrışacak ve bu ayrışma zaman içinde ya Amerika’nın Ortadoğu’daki etkinliğini azaltacak ya da Ortadoğu’yu kaybetmeme pahasına ABD global ölçekte bir savaş çıkaracak. Netanyahu'nun Körfez ülkeleriyle ilişkilerini sıklaştırması şimdilik Ürdün’ü rahatsız etmiş bile..
Ürdün’ün İsrail ile ilişkilerini bozmak istememesi belli bir noktaya kadar götürülebilir bir politika olsa da bunun devamının zor olacağı kesin. Zira bir yandan Gazze’deki katliamlar, diğer yandan “İslamcı hareketlerin” Ürdün hükümeti üzerindeki baskısı bunu gösteriyor.
Her ne kadar Ürdün Kralı Amerika ile ilişkileri iyi olsa da İsrail'le ilişkileri sürdürme konusunda kakarlı olsa da bu durum sürdürülebilir değil ve olmayacak gibi. Temennim bu 1iyi ilişkilerin” yine bir “kaza kurşunuyla” bozulmaya doğru gitmesi tabiki.
Türkiye ile Mısır arsandaki diplomatik ilişkiler sonuç getirir mi bilemem ama görünen o ki İran ve Gazze konusunda 1979’dan bu yana İsrail ile olan güvenlik ilişkilerine zarar verme niyetinde değiller.Hatta 13 Nisan’da yaşananlara tüm Arap Devletlerinin kayıtsız kalmasının sebebi de tıpkı Mısır ekseninde söylediğim o güvenlik endişelerinin ya da korkaklıklarının bir sonucu olabilir.
Hülasa tüm bu karmaşık denklemden en kârlı çıkan devlet, binlerce kilometre uzaktan bu denklemi kendi çözüm yöntemleriyle çözmeye çalışan ve kedini bölgenin güvenlik garantörü olarak gören Amerika olmuştur.