Türkiye’nin ön ayak olduğu 2009 yılında Nahçıvan Anlaşması'nın imzalanmasıyla kuruluna Türk Devletleri Teşkilatı (TDT)’ında ciddi ayrılıklar kendini göstermeye başladı. Bu ayrılıkların kendini en somut şekilde gösterdiği olay, bu teşkilattaki bazı devletlerin AB ile imzaladığı bir anlaşmaydı.
Türk devletleri İsrail’in de yoğun çabasıyla AB ile 12 Milyar Euro’luk yatırım karşılığında KKTC’yi tanıma taahhüdünden bulanmaktan çekinmedi. Türk tarihinde prensiplerinden, onurundan para karşılığında taviz vermek çok görünen bir şey değildir.
Bu bağlamda Özbekistan, tarihinde ilk kez adaya büyükelçi atarken, Kazakistan da geçtiğimiz Ocak ayında aynı şeyi yapmış, Türkmenistan'ın bir temsilcisi de Kıbrıs Cumhurbaşkanı'na güven mektubunu sunmuştu.
Mete Han’ın “Benden eğerimi isteyin vereyim, atımı isteyin vereyim, çadırımı isteyin vereyim, fakat vatanımdan hiç kimse bir karış toprak istemesin vermem, veremem.” Diyerek başlattığı Türk’ün onurunun ve toprağının parayla satılmayacağı anlayışı yerle bir olmuş durumda maalesef.
Anlaşmaya imza atan sözde Türk devletlerinin hepsinin bir bahanesi var elbette. Mesela Kazakistan AB'nin Rusya'ya yaptırımlarının kendilerini yoksulluğa ittiğini söylerken Özbekistan da benzer bahaneler ileri sürüyor.
Peki AB’nin 12 Milyarlık Euoru’luk yatırım hediyesi Türkiye gibi bir ülkeyi üzemeye ve onu küstürmeye değer mi,bunu yakın gelecek zamanda göreceğiz. Zira yakın gelecek zamanda AB’nin bırakın buralarda yatırım yapmasını kendi topraklarında dahi yatırım yapacak olanaklara sahip olmadıklarını görecekler; çünkü bu olanakların %80’ni Rus tehlikesine karşı alacakları savunma önlemlerinde kullanacak ve Türk Devletlerinin bu ihanetini de Türkiye asla unutmayacak..
Türk gelenek ve göreneklerden uzak, ruhunu AB’nin emperyalizmine teslim etmiş bir Kırgız diplomatın “ "Kültürel ve etnik bağlardan kaynaklanan duygusal tepkiler anlaşılabilir. Fakat günümüzde dış politikaya yön veren şey stratejik hedefler ve yatırım fırsatları olmalıdır" şeklindeki açıklamaları Türkiye’nin Türk dünyasının birleştirilmesine yönelik çabalarını maalesef boşa çıkaracak gibi..
Aslında “görüne köy klavuz istemez”den hareketle bunu ön görmek mümkündü. Zira 1974 Kıbrıs Barış Harekatında SSCB’nin uyudusu olan bu devletler Türkiye’nin Kıbrıs politikasında da Türkiye’nin yanında yer almamışlardı.
Sadece Kırgızlar mı mesela? Hayır; bir Özbek siyasetçinin de uzak Türk topluluklarının sorunları önceliklerimiz arasında değil” sözüne ne demeli?
Anlaşılan bu devletler ve diplomatları, kendisine bu konuyla ilgili sorulan soruya "Biz prensip olarak ailevi konuları kamuoyu önünde tartışmamayı tercih ediyoruz" şeklinde cevap veren bir Hakan Fidan gibi devlet geleneğine sahip olmaktan uzak, kabile devleti konumundalar.
Tabi ben bu konuda tüm suçu sadece TDT’ye üye ülkelerinde görüyor değilim.Çünkü Türkiye’nin Kıbrıs meselesinin önemini bu ülkelere yeteri derecede anlatabildiğini düşünmüyorum.
Nee olursa olsun Türk devletlerinin bu ihaneti açıkçası bizim çıkarlarımıza yönelik açık ve acı bir darbe oldu.
Türkiye Kıbrıs meselesinin önemini yeteri derecede anlatamamış olsa da yine de Orta Asya ülkeleriyle Kuzey Kıbrıs arasında bağların kurulması için çok sayıda adım attığını söylemek lazım. Örneğin Türkiye, 2022 yılında KKTC'nin Türk Devletleri Örgütü'nde (OTG) gözlemci statüsü almasını sağladı. Ama tabi Kıbrıs’ın Türkiye açısından önemini kavratamadığınızda aynı teşkilatta olsanız bile çıkarlar her zaman önde gelir, nitekim öyle de oldu.
Bu konuda Türkiye’ye “ihanet” etmeyen tek Türk lider Aliyev oldu.
İlham Aliyev, Bakü'nün Kuzey Kıbrıs'ın "devletini koruyabilmesi" için mümkün olan her şeyi yaptığını ve yapacağını açıkça söylemiş Ersin Tatar'la ve Dış işleri Bakanıyla uzun uzun görüşmeler yapmıştı.
Aslında bu birlikte Türkiye’nin girişimiyle bir çok işler yapılmıştı. TDT himayesinde çok sayıda araştırma projesi yürütülmüş, Türkoloji forumları düzenlenmiş, bir medya platformu oluşturulmuş, ve en önemlisi birleşik Türk alfabesinin geliştirilmesi için somut adımlar atılmış ve de “Türk dünyasının birleşik haritası” fikri için harekete geçilmişti.
Eğitim alanında da bir çok girişimler de bulunulmuştu:
Astana'da Uluslararası Türk Akademisi açılmış, Taşkent'te ise Türk Üniversitesi kurulmuş, Okullarda ortak Türk tarihi ve kültürünün incelenmesi başlatılmış ve bu konularda ders kitaplarında değişiklikler yapılmıştı; mesela Türkiye’nin Orta Asya" terimini okul müfredatından çıkarıp bunun yerine bölgeyi Türkistan olarak adlandırması oldukça manidardır.
Geleceğin bir dünya kutbunu inşa etmek için öncelikle kültürel anlamda ne varsa hayata geçirilip kültürel ve “duygusal” bağların güçlenmesi sağlanmaya çalışılmıştı. Kültürel bağlılığın tesisinden sonra ekonomik ,siyasi ve askeri birliktelik de sağlanacaktı. Ama benim “ihanet “olarak tanımladığım bu girişimlerden sonra bu devasa öngörülü projenin/yeni bir kutbun/ hayata geçirilmesi şimdilik maalesef zora düşmüştür.
Bu gibi devasa prjelere karşı mevcut kutupların sessiz kalması düşünülmüyordur herhalde. Türkiye;AB,D Rusya ve İsrail’in TDT ülkeleriyle arka kapılar ardında ne gibi pazarlıklar içinde olduğundan haberdardır muhakkak. Ama onca çabaya rağmen belirsiz bir yatırım vaadiyle böyle bir “ihanette” bulunabileceklerine ihtimal vermemiştir.
Vaktiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Sadece Azerbaycan'la birlik içinde değiliz, kalplerimiz diğer ülkelerdeki tüm Türk kardeşlerimizle birlikte atıyor" demişti ama anlaşılan onların kalpleri 12 Milyar Eoru’yla birlikte atmıyormuş.
Elbette ekonomik çıkarlar önemlidir. Ve Türkiye’nin bu devletlerin ekonomik kaygısını giderecek Amerikanvari bir yardımda bulunması da mümkün değil. Belki bu noktada da onların Kıbrıs’la ilgili bu politikasını “AB’yi kullanma” olarak görmek de ayrı bir bakış açısı olabilir.
Yazıya bir analistin cümleleriyle son verelim: “Türkler, bin yıllık dostluk, ortak Türk kaderi gibi söylemlere inanmış görünüyorlar ve bunun kendi çıkarları için yeterli olduğuna karar veriyorlar. Ama öyle olmuyor, kimse bedavaya parmağını bile kıpırdatmıyor, Ankara'nın da buna denk bir parası yok “
Yorumlar
Kalan Karakter: