1 Mayıs'tan itibaren temmuz ayının sonuna kadar 3 ay içerisinde Yahudilerin krallığımız topraklarından bir başka memlekete gitmeleri gerekmektedir. Bu emrimize itaat etmeyen, belirtilen süre içerisinde ülkemizi terk etmeyen Yahudiler, bulundukları yerde idam edilecekler ya da Hıristiyanlaştırılacaklardır…”
Kraliçe ve kocasının bu yönde çıkardığı Elhamra Kararnâmesi ise sadece Yahudileri değil Müslümanları da kapsıyordu.
Yahudiler ve Müslümanlar iki seçeneğe muhtaç bırakılacaktı;ya vaftiz edilecekler ya da Engizisyonun acımasız işkenceleriyle can vereceklerdi. Tabi yarımadayı terk etmedikleri takdirde olacak olan buydu.
Buna göre ya vaftiz ile Hristiyanlığı kabul edecekler ya da geri dönmemek üzere ülkeden gönderileceklerdir
Müslüman ve Yahudilerin din değiştirmelerine yönelik baskı ve işkence akıl almaz boyutlardaydı. Bir kağana göre 500 bin Müslüman ve Yahudi bir gecede diri diri yakılmıştı. O dönemin Müslüman Benî Ahmer Prensi XII. Muhammed Ebu Abdullah es-Sağir Osmanlı’ya bir “feryatname” yollamış ve katliamın ayrıntılarını anlatarak yardım talep etmişti.
Dönemin Osmanlı padişahı 2. Bayezid bu feryatnameye karşı ilgisiz kalmayacaktı. Zira kişiliğindeki naiflik, vicdani yapısı, ve siyaseten de pragmatist duruşu bu ilgisizliğe engeldi. Nitekim uzun uzun müzakereler neticesinde Endülüs’e yardım kararını bir fermanla ilan edecekti.
Padişahıın özellikle Yahudilere yardım etme konusundaki istekliliğini sorgulayıp araştırdığımızda iki neden ön plana çıkmaktaydı: Birincisi; kişiliği, ikincisi Pragmatist yaklaşımı..
Pad,şahın kişiliği konusunda sadece Andrea Girtti’nin İstanbul Balyozu (büyükelçi) görevinde iken Venedik Senatosu’na yazdığı rapordak cümlelerden kanaat sahibi olabliriz. Bu rapora göre: “Boyu ortadan yüksektir… Hiç içki kullanmaz; gençliğinde içerdi, babasının baskısı sebebiyle tövbe etmiştir. Az yer. Ata binmekten pek hoşlanır. En sevdiği şey av ve atlı sporlardır. Dini merasimlere dikkatle riâyet eder ve bol sadaka dağıtır. Felsefe ve astronomi ile meşgul olur…”
Padişahın pragmatist bakış açısına gelince:
Vandalların idaresinde uğursuzlukların , kıtlığın ve afetlerin sebebi olarak görülen ve 694’te köle statüsüne düşürülen Yahudiler Osmanlı Devletinden yüzlerce feryatname ile yardım istediklerinde 2.Bayezıt onların ticari zekalarından yararlanmanın uygun olacağını düşünmüştü. Zaten Yahudilerle ilgili müspet kanaate sahipti kendisi.
Bu müspet algıynın oluşmasında etkili olan etkenlerden biride Boğdan seferi sırasında karşılaştığı Yahudilerdi. 1484 Boğdan Seferi sırasında Akkirman’ı ele geçirdikten sonra bu bölgede oldukça zengin ve ticari ağları geniş olan Yahudilerle haşır neşir olmuş ve onlardan etkilenmişti.
2. Beyazıt, bu nedenlerle yani Yahudilerin ticari etkinliğinden hareketle Osmanlı’yı kalkındıracağı öngörüsünde bulunmuş ve Endülüs Yahudilerine yardım gönderemeye karar vermişti.
Karar verdiği süreçteki istişarelerin birinde Veziriazam Koca Davut Paşa ile yaptığı konuşmada şu cümleleri sarf etmişti: “Bu krala nasıl akıllı ve uslu Fernando diyebiliyorsunuz? Kendi ülkesini yoksullaştırıyor ve benimkini zenginleştiriyor.”
Yani padişahın Yahudilere yardım etme konusundaki fikri vicdani boyutun ötesinde neredeyse tamamen faydacı bir anlayış çerçevesindeydi.
Sonrasında Cem Sultan hadisesinin getirdiği olumsuz şartlara ve tarihin en büyük doğal afetlerinin yaşandığı zorlu koşullara rağmen Kemal Reis komutasında bir donanma göndermiş, Cebre adasında üs kuran Kemal Reis, yeğeni Piri Reis ile birlikte İspanya kıyılarından aldıkları Müslüman ve Yahudileri Kuzey Afrika ve İstanbul kıyılarına taşımıştı.
Zaten Endülüs’teki Yahudiler kaçışlarında hedef ülke olarak Osmanlıyı çoktan tercih etmişti.Zira Osmanlıda keyif yapan Yahudilerden dindaşlarını davet eden binlerce mektup almışlardı.
Endülüs’ten getirilen Yahudiler ağırlıklı olarak Partos, Korfu, Manastır, Larissa, Gelibolu, İstanbul, Amasya, İzmir, Bursa ve Selanik’e yerleştirilmişti. Böylece Osmanlı tebaası içerisinde Yahudilerin sayısı hatırı sayılır şekilde artmış ve devlet kaynaklarında geçen “Araplaşmış” anlamındaki “Müsta’riba” kavramı ile isimlendirilmişlerdi.
2. Beyazıt’ın öngörüsü bir süre sonra haklı çıkmış ve Yahudiler hem kentlerin kalkınmasını sağlamış hem de Osmanlı’da ihtiyaç duyulan doktor, mühendis ve bankerler ile nitelikli işgücü açığını kapatmışlardı. Ticari faaliyetlerin canlanması da cabasıydı.
Hatta I. Ahmet döneminde birçok ülke ile diplomatik ilişkiler kurularak kara yolu üzerinden Belgrad, Selanik, Bursa, İstanbul ve Adana’ya Müslüman ve Yahudiler kabul edilmişlerdi.
Osmanlı Devleti kısa sürede tüm Yahudilerin tek ve anavatanı olmuş, bu ülkeden başka hiçbir ülke düşünemez duruma gelmişlerdi.
Ama kendilerinin varlık sebebi olan milleti zamanı geldiğinde acımasızca katledip Isabel ve Fernando’yu aratacak vahşete imza atacaklarını kim bilebilirdi ki?
Yorumlar
Kalan Karakter: