II. Mahmut Dönemi’ne kadar “değişim yanlılarına” karşı ezici üstünlüğü olan “gerici, geriyi özleyen, geçmişle avunmayı marifet bilen zevat, birçok ileri görüşlü padişah ve sadrazamı gözlerini kırpmadan öldürmüştü.
Ve bu geçmişe özlem duyanlar koca İmparatorluğun çözülüp dağılmasında başrol oynamışlardı.
Değişim atılımların her defası, hüsranla sonuçlanmıştı.
Bilinen atılımların dışında sıra dışı bir örnek de:
De Rochefort adında bir Fransız Protestan’ın, devrin Sadrazamı olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'ya "Bab-ı Ali Hizmetinde Bir Fen Kıtası Kurulması Üzerine Tasarı" adıyla sunulan risalenin uygulanmaması için her türlü entrikaların çevrildiğini yazan Osmanlı Müelliflerinin örneğidir.
“Risalede, artık dünyada savaşların sadece güç, kuvvet ve moralle kazanılamayacağı belirtilmiştir. Avrupa'da teknolojinin silah sanayiine uygulanması ile savaşılan akıbetlerinin teknik üstünlükle belirlenmekte olduğu yazılmıştı.”
Bundan dolayı “teknolojinin transfer edilmesi gerektiği” anlatılmış ve” askerin talim ve terbiyesinin de teknoloji ile paralel değiştiği Osmanlı Devleti’nin bunlara kısa zamanda ayak uydurması gerektiği” belirtilmişti.
Yine de rapor incelenmiş, ciddiye alınmış ve bazı çalışmalar yapılmıştı.
Örneğin 1720 yılında "Gerçek Davut" adıyla anılan Davut Ağa adında Müslüman olmuş bir Fransız subay devletin daha önceden var olan tulumbacılarının yerine "itfaiye teşkilatını" kurmuştur ki, bununla Osmanlı, ıslahat tarihinde ilk defa batılı bir teşkilat kurulmuştu.
Bu oluşum raporun okunduğunu ama daha sonraki yıllarda pek rağbet edilmediğini gösteriyor.
Yine, İbrahim Müteferrika'nın yazdığı “Usulü'l-hikem fi nizami'l-ümem”, o dönemin “batılılaşma”sının gerekliliğini bildiren, ilericiliğin, değişimin gerekliliğini anlatan önemli eserlerden biridir.
Bu eserin “beşik ulemaları” tarafından yok edilmesi gayreti olmuşsa da başarılı olunamamış ama yine de Müteferrika’nın matbaası için “gâvur icadıdır” diyen bir zümreyi isyan ettirmeyi başarmışlardır.
Her ne kadar “kafes usulü”ile tahta geçseler de bu dönem padişahları, birçoğu yenilikçi fikirlere sahip, devamlı ileriyi düşünen, öngörüsü yüksek şahsiyetlerdi.
Genç Osman, 3.Selim yahut 2.Mahmut gibi bilinen yenilikçi padişahların dışında;
Yeniliklere inanan başka bir Padişah da III.Mustafa’ydı,
III. Mustafa, Avrupa’daki gelişmeleri yakından incelemiş olacak ki tahta geçtikten sonra” Prusya Kralı II. Frederik'e bir elçi göndermişti.”
"Padişahın şahsiyetinden kaynaklanan yıldızların insanların hayatları üzerindeki yakın ilgilerine olan inancı onu, bu yola itmiş ve kraldan yıldız ilmiyle uğraşan insanlar istemişti."
Ayrıca Baron De Tot gibi yenilikçi şahsiyetleri “muhafazakâr zümre”nin şerrinden korumayı başarmıştır.
O dönemin yenilik karşıtı “muhafazakâr zümre”nin gücü Yeniçerilerden gelmekteydi. 1826’ya kadar da bu Yeniçeri eşkıyasına dokunmak kimsenin aklından geçmezdi. Çünkü geride yaptıkları katliamın anlatıları vardı.
Nitekim III. Mustafa, 1768- 1774 Osmanlı-Rus savaşlarının yenilgisi üzerine bir gün Halimi Efendi'ye; yeni askeri tanzim etmedikçe düşmanlarla baş edemeyeceğiz ne yapalım diye sorduğunda, "Yeniçerileri ıslah edelim" şeklinde aldığı cevaba karşılık, III.Mustafa, yeniçerilerin ıslahatı kabul etmeyeceğini söyleyerek daha fazla ileri gitmekten çekinmişti.
Sonra gelen 1.Abdulhamit de III.Mustafa gibi ilerici, “tekâmülcü” bir padişahtı.
“Sultan'a: "Kardeşiniz III. Mustafa düzenli asker kurmaya karar vermiş ancak savaş başladığından bunu uygulamaya koymak fırsatı bulamamıştır" denildiğinde, "inşallah onları oğlu başarır" demiştir. Bu söz ilerisi için feraset kabul edilebilir.”
Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra aynı topraklarda onun mirasını yaşatacak olan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın kurduğu Cumhuriyet de özü itibariyle ilerici,inklapçı bir karakter taşır. Nitekim “İnklapçılık” ilkesi vardır Atatürk’ün.
Atatürk Osmanlı Devleti’nin ve toplumunun 18.Yüzyı sonrası durumunu iyi analiz eden bir liderdi. Her ne kadar uygulamalarda daha sert yöntemleri olsa da aslında son dönem ilerici padişahların karakterleriyle benzeşir bir karaktere sahipti.
Farkı ise “saltanatsız” bir devlet ve “çok sert uygulamalar”dı.
Günümüze geldiğimizde ilginç bir tabloyla karşılaşıyoruz.
Günümüz tablosunu ilginç kılan , 18.Yüzyıl itibarı ile Osmanlı’da değişime kapalı olan muhafazakâr zümreydi, bu gün ise değişime açık olan tam aksi muhafazakâr zümre, kapalı olan ise, kendine “inkılapçılığı” ilke edinmiş ve kendini “ilerici” olarak tanımlayan zümre olması .