Bölüm 1
“Modern tarihte hiçbir ülke, dünyaya bugün, Amerikan’ın olduğu kadar hakim olmadı.Amerika şimdi uluslararası politikanın Schwarzenegger’i : Kslarını gösteriyor,sıkıntı yaratıyor,ürkütüyor. Amerikalılar, hiçbir şey ve hiçbir kişi tarafından sınırlandırılmadan McWorld’lerinde, bir tür boş çek yaprağına sahipmiş gibi davranıyorlar.” Der Spiegel
Yalnızlık politikası adı altında avını sinsice bekleyen kaplan misali sabır ve inatla, Avrupa ve İslam dünyasını takip etmiş ve ardından tüm pervasızlığı ile dünya devletlerini o ya da bu şekilde hegamonyasına almayı başarmış bir ABD.
Avrupa’nın Sovyetler tarafından olabilecek bir işgal tehdidi yahut" Sovyetlerin Amerika’ya nükleer saldırı tehdidi on yıllarca Avrupa ve Amerikan halkının bilincine kazındı." Bu tehdit algısı her daim canlı tutularak Amerika’yı,Amerikan Cumhuriyetinden Amerikan polis devletine doğru itti.
Komünizmin tehdidinden kurutulmak için Amerika’ya ihtiyaç duyulduğu argümanı ,sadece Amerikan halkına değil tüm dünya insanına kabul ettirildi.
Nitekim ağabeylik ve devletlerin mesihi olma yolunda attıkları en önemli adım Marshall yardımları olacaktı. Haziran 1947’de Harvard Üniversitesinde bir konuşma yapan dönemin ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, Avrupa ekonomilerini tekrar kalkındırmak için çok geniş kapsamlı bir program önermişti. Esasında amacın yardım değil dünya devletlerini Amerika tekeline almak olduğu sonradan anlaşılacaktı.Türkiye'de dahil bir çok devlet bu emperyalist tekelin kurbanı oldu.
Aynı amaç doğrultusunda CIA’nin kurucusu sayılan ABD Başkanı Truman da 12 Mart 1947’de Kongre’de yaptığı bir konuşmada, yapay tehdit olarak ortaya attıkları Komünist tehdide karşı, kendi adıyla anılacak Truman Doktrini’ni açıkladı. Kongrede Komünizme karşı dünyayı ve özellikle Türkiye gibi stratejik öneme sahip ülkeleri koruma misyonunu net biçimde açıkladı ve bir nevi kapitalizmin tüm olanaklarını seferber edeceklerini duyurdu.
Yapay tehdide karşılık tüm dünya devletlerini birbirlerine kelepçeleyen bu kişinin, esasında Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atma emrini verip yüz binlerce insanın ölümünden sorumlu biri olduğunu da hatırlamakta fayda var.
Yapılan "bu özde rehin alma sözde yardımların,gerçek amacını, ünlü kapitalist Musevi Nelson A. Rockefeller’in , dönemin ABD Başkanı Eisenhower’e 1956 yılında yazdığı mektubunda görebiliyoruz.Mektup özetle şu cümleleri içeriyordu: “İktisadi yardımlarda, ABD’nin karşılık beklemeden yardım ettiği ve işbirliği yapmak isteğinde samimi olduğu intibası oluşturulmalı."
Bu ülkelere yatırım yapan kapitalistlerimiz, teknik eksperlerimiz ve diğer uzmanlarımız az gelişmiş ülkelerin milli ekonomilerinin bütün dallarına girmeli, onları bizim çıkarlarımıza göre geliştirmelidir. Bu ülkelerdeki politik bakımdan güvenilir yerli işadamlarının ulusal çabaları da teşvik edilmelidir. Tabii ki planları adım adım işler hale getirildi ve nihayetinde tek kutuplu dünya düzeni oluşturulmaya çalışıldı.
Bu paranoyak polis devlet, Sovyetlerin çöküşünden itibaren kendine yeni tehdit unsurları bulmakta hiç gecikmedi. Oluşturulan bu tehditlerin en geçerli olanı “terörist tehditleri” idi. Nitekim dünya düzeninin kendi eksenlerinden uzaklaştığını gördüklerinde, oluşturdukları tehditleri devreye sokup Amerikan halkını cansiparane biçimde korumak için oldukça gösterişli ve aksiyon dolu senaryoları oynamaya başladılar (Ne hikmetse bu terörist devletler de hep petrol bölgelerinden çıkmıştı.) Amerikan halkını ikna etmek için özel bir çaba sarf etmelerine gerek yoktu, çünkü modern algı yöntemleriyle beyinlerini uyuşturmuşlardı.
Saradan halkın, Devletinin çevirdiği dolapları, politikalarını veya gidişatını düşünmeleri gerekmiyordu zaten. Bu nedenle ahlaki ve insani duyguların bir tarafa atılması için iletişim araçlarının işitsel ve duyusal olanlarını en iyi biçimde kullanmaları yeterliydi. Okul kitaplarında okutulan masallar, terör eylemlerinin Amerikan politikalarına misilleme olarak gerçekleştiği yönünde değil, Amerikan özgürlüğüne, demokrasisine, modernliğine ve “sekülerliğine yönelik” gerçekleştiği yönünde yazılmıştı. Başta kendi halkı olmak üzere yeryüzündeki halklara “Pax Amarikan” yani yeni düzende ABD nin önderliğinde özgür ve barışçıl bir dünya kurmayı vaat edip büyük oranda onları bu palavraya inandırdılar.
Bir yandan sözüm ona Afgan kadınlarına özgürlük ve kadın haklarını götürmeyi kendine şiar edinmiş olan ABD, diğer yandan petrol bölgelerinde kendine DAİŞ ve Boko-Haram gibi tehditler oluşturmayı da kutsal bir görev olarak görmüş ve her türlü lojistik ve finansal desteği sağlamıştı. ABD biten tehditlerin yerine yeni tehditler oluşturmada uzmanlaşmıştı. Değindiğim gibi bu olup bitenleri sorgulamayan,beyinleri uyuşmuş bir millete sahiplerdi ve yaptıkları bu uyuşuk beyinler tarafından da meşru görülüyordu.
Örneğin 11 Eylül saldırısını sorgulayan bir halk yoktu ortada. Oysa sorgulandığında 11 Eylül saldırıları, sözde komünizm tehlikesinin varlığının önemini kaybetmesiyle Amerikan devletinin polis devlet olma yolunda, sarıldıkları iyi bir argüman olduğunu göreceklerdi. Hoş bunu görenler de ya bir daha dünyayı göremez oldular ya da büyük elçiliklerin bahçelerinde büyük elçi çocuklarıyla “elim sende” oyunu oynamaya mahkum edildiler.