HAMAS’ın 7 Ekim günü Gaspçı İsrail’in gaspçı “yerleşimcilerine” yönelik saldırısı İsrail Devleti için olumlu bir takım değişiklikler yapmış olabilir..Mesela halen Ortadoğu’da istediği gibi at koşturuyor olmanın özgüveni ile daha pervasız ve kendilerine vaat edildiğini söyledikleri hedeflerine daha bir iştahla yöneliyor olabilirler; ya da istihbarat ağlarını test edip başarısıyla gurur duyup daha yeni oluşumlarla bu ağlarını güçlendirme fırsatı yakalamış da olabilirler ama ya dünyanın geri kalanındaki dindaşları?
Onlar için aynı olumlulukta cümleler kurmak o kadar da kolay değil.
HAMAS 7 Ekim saldırılarını planlarken acaba İsrail sınırları haricinde yaşayan Yahudilerin kendilerini huzursuz ve güvensiz hissetmelerini sağlayacak tepkileri hesaplamış mıydı? Eğer bunu hesaba katarak 7 Ekim saldırısını gerçekleştirdiyse büyük bir üst akla sahip olduklarını söylemek mümkün.
1948 hatta 1941 ve 1945 yılları arasında yaşanan Holokost denilen soykırımdan bu yana Dünya çapında Yahudiler kendilerini güvende hissedecek ortamlar bulmuşlardı. Öyle ki tek tük antisemitik bakışlara rağmen kendilerini-özellikle İsrail Devleti kurulduktan sonra- dünyanın her yerinde evlerindeymiş gibi hissetmişler ve Holokost’un getirdiği mağduriyetle şımarıklıklarını bile dizginleme gereği duymamışlardı.
Amerika, Kanada, Britanya, Norveç,İsveç, Fransa ve daha bir çok ülke kendilerini soykırıma uğrayan mağdurlar olarak görüp ülkelerinin en güzel yerlerine yerleştirmiş ve onlara yönelik her olumsuz hareketi “Ant-i-Semtizm safsatasıyla engellemeye çalışmış hatta bu “engelleme”den gurur bile duymuşlardı.
(Bu arada bir şeyi itiraf etmekte fayda var: Bu “en güzel yerlere yerleştirme” yanlışını bunlardan yüzyıllar önce maalesef Osmanlı Devleti de yapmıştı. 1490’larda İspanya Yahudi ve Müslüman kanı akıtırken dönemin Padişahı 2.Bayezıt gemiler yollayıp önceliği Yahudilere vererek onları kurtarmış kurtarmakla kalmayıp İstanbul’un en güzel yerlerine yerleştirmiş ve zamanla bu “nankör ve lanetli halk” Osmanlı ekonomisinin çarklarını çevirmeye başlamış ve “Galata Bankerleri” adıyla koca İmparatorluğa borç verecek duruma gelmişleri.)
İsrail 1948’de kurulduğunda dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan herhangi bir Yahudi’nin kendini güvende hissettiğini biliyoruz ama ne var ki bu güven ve “huzursuzluk” hali 7 Ekim’in artçı sarsıntılarıyla bir zamanlar kendilerine güven sağlayan devletleri tarafından bozuldu ve adeta İsrail sınırları dışında yaşayan her bir Yahudi zaman geçtikçe “nevrotik bozukluk”a doğru gitmeye başladı; ve bu sadece bir günde oldu.
Bozulan sadece huzurları olmadı, hem verdikleri güven(göreceli tabi) hem de yasadıkları ülkenin halklarına duydukları güven yerle bir oldu.,
Ve eminim; II. Dünya Savaşı'ndan bu yana hiçbir noktada dünyanın birçok yerindeki bu kadar çok Yahudi, yaşadıkları Batı demokrasilerinde kendilerini bu kadar güvensiz ve kopuk hissetmemiştir. Bu güvensiz ve kopuş halinin esasında tek sorumlusu, sahip olduğu daha doğrusu sahiplendirildiği teknolojik silahların şımarıklığıyla önüne geleni öldüren kendi devletlerinin ta kendisidir.
Yani bir zamanlar kendilerini güvende hissettirmeleri için kurulan devletleri şimdi başlarına bela olmuş durumda.
Mesela bir yıl içinde, İngiliz Yahudileri Londra'daki toplu taşıma araçlarını özgürce ve güvenli bir şekilde kullanırken, şimdi güvenliklerini sağlamak için ayrı olarak tahsis edilmiş otobüsleri kullanmaya başlamaları,
Avustralya'nın “Perth kentindeki” Yahudi anaokulları, bir yıl içinde mahallelerinin okulu olmaktan çıkıp İsrail karşıtı aktivistlerin protestolarına maruz kalıp ve 24 saat güvenlik korumasına ihtiyaç duymaya başlaması,
Bir yıl içinde Fransa'daki Yahudilerin, Fransız siyasetinin bir parçası olma noktasından siyaseten hor görüleme noktasına gelmeleri ve aynı ülkede antisemitizm ile suçlanan siyasilerin “haklıymış” noktasına gelmesi,
Norveç’in başkenti Oslo’da binlerce Norveçlinin Filistin’e destek mitinginde bir araya gelmesi,
İsveç’te İsrail’i destekleyen Bakan’a domatesle saldırıda bulunulması,
Finlandiya’nın başkentinde AB Komisyonu Başkanı’nın “savaş suçlusu” pankartlarıyla protesto edilmesi,
İtalya’da İsrail ile İtalya arasındaki maçın başında, İtalyan taraftarlarının İsrail ulusal marşını sırtlarını dönerek protesto etmesi,
Amerika’da 140 Üniversiteye yayılan Gazze protestolarının yapılması, gibi daha onlarca örneğin tek sorumlusu İsrail devletinin bizatihi kendisidir.
Öyle ki bu devlet dünyanın başka yerlerinde yaşayan Yahudilere yönelik nefretin normalleşmesinin müsebbibi durumda.
Bu normalleşme süreci henüz başlangıç aşamasında ama ne var ki hızlı ilerlemekte. Bu noktada en iyi örnek, İngiliz solcu Jeremy Corbyn’nin yeniden İşçi Partisinde etkin rol üstlenmesi gösterilebilir.
Jeremy Corbyn daha önce İşçi Partisi lideri iken “Antisemitizmin ölçeğinin siyasi nedenlerle abartıldığını” ileri sürmüş ve bu nedenle İşçi Partisi gibi sol bir partiden –lider olmasına rağmen” kovulmuştu. Ama şimdi gelinen noktada Jeremy Corbyn’ne hak verilme noktasıysa bu Yahıdilere kendi devletlerinin yaptığı en büyük kötülük değildir de nedir?
Bir İsrailli yazarın bu noktada endişe dolu cümlelerine yer vererek yazıma son noktayı koyayım:
"Bir Daha Asla"nın gerçek olmadığını öğrendik. Dünya bu sözleri ilan ettiğinde ona da güvenemeyiz. Güvenlik ve emniyet görüntüsünün bir yıl içinde tamamen yok edilebileceğini; Yahudi yazarların, müzisyenlerin ve sanatçıların kara listelerinin tekrar ortaya çıkabileceğini; Yahudi işletmelerinin tekrar hedef alınabileceğini, tahrip edilebileceğini ve yok edilebileceğini; Yahudi okullarının ve kurumlarının çocuklarını ve toplumlarını güvende tutmak için bir kez daha kendi güvenliklerine güvenmek zorunda olduğunu, Yahudi üniversite öğrencilerinin ise kampüste tek başlarına yürümekten korktuklarını öğrendik.