Amerikan solculuğu derken elbette Amerikan solcularını kast etmiyorum. Benim zihnimde Amerikan solculuğu ayrı bir şey Amerika’daki solcular ayrı..
Amerikan solcuları son on yıla kadar benim “Türk tipi solculuk” dediğim solculukla neredeyse tamamen zıt fikri savunurlar.
Örneğin İsrail Filistin olaylarında, tanıdığım Amerikan solcuları kendi devletlerine karşı çıkar ve Filistin’i savunur. İsrail’i işgalci olarak niteler. Hitler zulmüne de en önde karşı çıkar. Bu anlamda ilkeli ve tutarlı olduğunu söyleyebilirim. Fakat bizim “Ortadoğu solu” ve “Türk tipi sol” bu noktada dahi ilkeli bir tavır sergileyememişlerdir.
Ama dediğim gibi bu durum son yılların Amerikan solcuları için geçerli mi ondan çok emin değilim.
Amerika milenyum çağı dediğimiz 2000’lere kendi kapitalist süzgecinden geçirdiği yeni bir sol anlayış devşirerek girmişti. Kapitalizmi en vâsi, en katı şekilde uygulayan bir ülke olan ABD’nin “milenyum solculuğu”nu bir süre ülke gündeminde tutmasının sebebi, dünyanın geri kalan ülkelerindeki komünizm yanlısı halkların zihinlerinin bir köşesinde yer bulmaktı.
Amerikan halkının iç savaş sonrası hızla toparlanıp 1860’larda da ekonomik güç olarak İngiltere’yi geride bırakması sonrasında “Kapitalizmin merkez üssü” olması nedeniyle her ne kadar “dünya sol halkları” açısından ‘tek büyük hedef’ haline gelse de bu durum 2000’ler dediğimiz milenyum çağının yeni moda sol anlayışı ile neredeyse yok olup gitti.
ABD’nin özellikle “siyah işçi özgürlüğünü kazanmadan, beyaz işçi özgürleşemez” sloganı ile solun önem verdiği işçi sınıfı üzerinden sola göz kırpması, zamanla, ABD’yi, oluşturacağı “milenyum solculuğu”na bir adım daha yaklaştırmış, bunun yanında “Enternasyonal’in kendi ülke sınırlarında çalınmasının önünü almıştır.
Tabi ‘Amerikanvari solculuğun’ bir anda ülkede yerleştiğini söylemek doğru olmaz. 1929 Ekonomik Buhran sonrası Roosevelt yönetiminin devletçi uygulamaları başlatması, ardından II. Dünya Savaşı'yla savaş ekonomisine geçilmesi gibi uygulamalar önce sınıfsal gerilimleri yatıştırdı, ardından yeni tip bir soluğun temeli atıldı.
ABD’nin, yoğun ve başarılı propaganda ile yeni bir sol anlayışı öncelikle kendi halkına sonra da dünyanın geri kalan halklarının büyük oranına kabul ettirmesinin yanında, bizdeki bir kısım solcular gibi kapitalizmin ekonomik ve düşünsel yıkımından korutuluşun yolunu yine ABD gibi kapitalist ülkeye göz kırpmakta arayan bir ‘yeni nesil sol’ oluşturması, esasında büyük başarı.
Bizdeki solun en önemli ayırt edici özelliği, kapitalizmi damarlarına kadar işleyip, işçi-işveren sentezinden çıkarlarına uygun bir slogan geliştirip, sonrasında, esasen solun vaatlerini gerçekleştiren- bir muhafazakâr iktidardan kurtulmanın yolunu yine kapitalizmin ağababası olan ABD’de araması.
Yıllarca sol kesimlerin sloganı haline dönüşmüş bazı isteklerinin yerine getirilmesi, örneğin üniversite harçlarının kaldırılması,1 Mayıs’ın tatil edilmesi, işçi haklarının genişletilmesi gibi bir çok alandaki iyileşmelerin, kendini muhafazakâr olarak tanımlayan bir iktidar tarafından gerçekleştirildiğinden bu yapılanlar bizim “Türk tipi sol”un nezdinde pek itibar görmüyor.
1848 Devriminden kaçan Alman göçmelerin, ABD’ye solu getirip ardından Amerika’nın büyüleyici lüks yaşamından etkilenmeleri ve sol söylemi getiren bu göçmelerin de zamanla etkili birer burjuvaya dönüşmesi gibi bizdeki “solcuyum” diyenler de, Amerika’nın albenisi olan yaşam tarzı karşısında yelkenlerini indirmiş vaziyetteler.
Bizim “Amerikan solcularımız” o kadar solcular ki (!) yakında Marks ve Enegls’in “Komünist Manifesto”sunu ABD’de yazdığını dahi iddia ederlerse hiç şaşırmam.
Bir dönem bizde “pembe kitap” olarak adlandırılan bu Manifesto’yu bizim “Türk tipi solcularımız” değiştirip ara cümlelere “yaşasın Amerikan kapitalizmi! Şeklinde bir slogan eklemiş olmasınlar?
Melesef ki bizdeki solcuların büyük kısmı, kendisini hala bir noktada” tanımlayamayan” ve bu nedenle sürekli 'öne arkaya savrulanlar 'durumundadırlar.
Dönemsel karakteristikler oluşturan bizdeki “Türk tipi solcu”lar yeri geldiğinde ‘konjonktürel ittifaklar’a yönelmekten çekinmezler. Tıpkı Ukrayna savaşında, ‘Amerikancılık’ 'ın dibini görmeleri gibi. Ayrıca militanlığa kaymaları sanki bir zorunlulukmuş gibi bir ayrıcalıklı düşünceleri de vardır bizdeki “Türk tipi solcu”ların.
Türk tipi solcularımızın bir diğer özelliği de 'sol'larının sağına Atatürk'ü de koymalarıdır.Solcularımızı şöyle bir gözden geçirdin;sanırsınız ki Türkiye'de solun "yaratıcısı" Mustafa Kemal Atatürktür(!)
Bunu yaparken Atatürk'ün slcu yönünün cumhuriyetçi,laikçi/laissist,devrimci ve devletçi olmasınadan kaynaklandığını söylerler.
Oysa durum hiç de bizim "ufku geniş solcularımız" için öyle değildir. Atatürk "pragmatist"bir lider olduğundan, dönemsel olarak farklı akımları kullanabilmiştir.
Bir dönem Sovyet yardımına ihtiyaç duyulduğunda ülkede kendi elleriyle komünist parti ve dernekler kurmuş, kurtuluş mücadelesi başarıya ulaşıp emperyallerle sorun kalmadığından kurduğu komünist dernek ve partileri kapatmıştır.
Kurtuluş savaşının başarıya ulaşılmasına kadar süreçte "sol" ve "dini "argümanları kullanmaktan geri durmayan Atatürk bu süreçten sonra dünya devletleriyle entegrasyon gereği bu iki argümanı da bertaraf edip bambaşka argümanlarla halkın karşısına çıkmıştır.
Hatta öyle ki Rus yardımını alabilmek için bir "solcu"dan daha solcu; kurtuluş savaşı sırasında birlikteliği sağlamak için bir "dindar"dan daha dindar görünmeyi başarmış ve son kertede de kendi altı okunu da süzgeçten geçirerek bunları birleştirmeyi başarmıştır.(bunları eleştiri maksadıyla söylemiyorum bilakis bir stratejiye dikat çekiyorum.. Doğruluğu yanlışlığı apayrı bir konu)
Atatürk sonrası dönemde "altı ok"tan ne anlaşıldığı ve nasıl uygulamaya konulduğu apayrı bir konu.
Son tahlilde bizim "Türk tipi solculuğumuz"un Türk tipi olmasının belirgin özelliklerinden biri de budur; komünizmi adeta Covid gibi gören Atatürk'e Türkiye'nin Karl Marx'ı gibi bakmalarıdır.