-Kanuni döneminin sonundan itibaren “beşik ulemalığı” ile yetişenlerin, sonrasında astronomiyle uğraşanlara "gökte Allah'ın işine karışmayın" demeleri sonun n Osmanlı toplumunda-
Osmanlı ordusu Avrupa'da nam salmış Yeniçerileriyle önüne geleni mağlup eder "önce devlet sonra ocak" diyerek de ölmekten , bir şeyleri kaybetmekten hiç çekinmezlerdi.
Özellikle Köse Mihal 'in öncülük ettiği Akıncılar günümüz Bordo Berelilerin ta kendisiydi. Kılıç kullanmada mahir ,tokatlari ölümcüldü.
Ancak bütün bunlar bir dönemde kaldı 16.yüzyılın sonlarına gelindiğinde. Avrupa uyanmıştı. Çözmüştü Osmanlı ordusunun çevikliğini ve 'Osmanlı Şövalyeleri' dedikleri Yeniçerileri.
'Güçleri kılıçlarında, bileklerinde. Bükemediğimiz bileği bükecek başka bilekler başka çareler gerek' diyerek koyuldular işe. Tüm askerlerine uzun bir dönem Yeniçerilerin de kullandığı tüfek talimi yaptırdılar.
Uzun bir dönem dedim evet. Geçmişte kalmadı muhakkak. Lâkin yeteri derecede önem verilmediğinden, hem eski usül doldur boşalt tüfeklerle yetindiler hem de ordunun büyük kısmının yaralanması için yeterli üretim yapmadılar.
1593-1606 savaşında 10 bin Yeniçeri hayatlarında ateşli silah kullanmış değillerdi. Bu durumun oluşmasını çok bekledi Avrupa. Bu 10 bin Yeniçeri'nin kılıçları, tokatları ve üstün manevra kabiliyetleri işe yaramadı ve bozguna uğradılar yerel Macar piyade birlikleri karşısında.
İçerde bir başka bozgun daha yaşanıyordu. Her bir Yeniçeri subayının emrindeki 50 ya da 100 Sekban veya Sarıca - ki bunlar ordunun en önemli kısmını oluşturuyordu - ücretleri kesilince eşkiyalığa başladılar ve "Celali eşkiyası " adıyla nam ve korku saldılar Anadolu 'da
"1593-1606 Savaşı ise Avrupa'da Osmanlıya karşı 'askeri devrimin gerçek dönüm noktası oldu " der Halil İnalcık. Tespitinin doğruluğunu sonraki ardı ardına gelen yenilgiler kanıtlar adeta.
Örneğin en ağır olanı 1768-1774 Osmanlı Rus Savaşı sürecinde " Kartal Meydan Muharebesinde 180 bin kişilik Osmanlı askerinin 30 bin Rus askerine yenilmesi oldu.
Avrupalılar bu tarihlerde (1593 ve sonrası) Osmanlı ordusunun özellikle "hafif piyadelerin manevra kabiliyetlerinin farkına varmışlardı."
"Bu tarihten itibaren Avrupa'da, Osmanlının askeri gücünün çökeceğine olan inanç arıtmaya başlıyordu"
Nitekim Alman askerî teknolojisinin ilericiligi ve kalelerin teknolojik silahlarla donatılması 1593-1606 savaşının kaybedilmesinde etkili olduğunun tespitini yapar tarihçiler.
Osmanlı’nın bu tarih aralığında aldığı mağlubiyetleri, Osmanlı’nın Avrupa karşısında üstünlüğünü kaybettiği bir dönüm noktası olarak bilinir.
Avrupa’nın savaş sanatında olduğu gibi “saat ve astronomide de ilerleme kaydetmeleri Osmanlı’da hayranlık uyandırmaya başlıyordu.” Bunun en bariz örneğini 1718 Pasarofça Anlaşması sonrasında başlayan Lale Devrinde alınan batı tarzı yeniliklerde görüyoruz.
Bu teknolojik ilerleme esasında Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nde kendini göstermeye başlamıştı. Halil İnalcık’ın aktardığı, "1532’de Kanuni Süleyman’ın Venedik’te ustalara kendisi için bir altın yüzük içinde çalar saat , dans eden bir tahta bebek ve yüzen gemi gibi ürünleri sipariş etmesini "bu ilerleme başlangıcına örnek olarak gösterebiliriz.
Yine Habsburglarla barış imzalandığında Rüstem Paşa'nın padişah için asma saat yapması için usta bir saatçinin gönderilmesini istemesi, 1721’de İbrahim Paşa’nın mikroskop, dürbün istemesi Avrupa'da bu ilerlemenin daha 16.Yüzyılın ortalarında başladığına örnek gösterilebilir.
Avrupa bu tür etkinliklerle meşgul olurken her dönemin değişime kendini kapayan, tutucu zümrenin III.Murat döneminde ağırlık olarak kendini gösterdiğini de görüyoruz.
III.Murat Dönemi’nde padişahın “yaptırdığı rasathane için Avrupa’dan en son astronomi aletleri ithal olunmuştu.”
Padişahın bu ilerici düşünce ve atılımı maalesef “Gökte Allah’ın işine karışmamalı” diyen, aklı, fikri ve zihni geri kalan bir takım zümre tarafından hüsrana uğratılıyordu. Bu zümre “Allah’ın işine karışan bizden değildir.” sloganıyla rasathaneyi yerle bir ediyordu.
Böyle anlayışların zaman içinde daha çok taraftar bulması, bir dönemin Ali Kuşçu’suna ev sahipliği yapan medreselerden, Fatih’in koyduğu “ Pozitif bilimlerin en başta okutulması” düsturunu “bunlar felsefiyattır, bize Allah yeter” diyerek hiçe sayıp bu bilimlerin kaldırılması sonun başlangıcını bize haber veriyordu adeta.
Ne gariptir ki Osmanlı toplumunda liderlerin büyük çoğunluğu ileri görüşlü olmuş ama bu ileri görüşlülüklerini halka kabul ettirememişlerdi.
Çünkü toplum, Kanuni döneminin sonundan itibaren “beşik ulemalığı” ile yetişen sözde ulemanın, -ilk emri “oku” olan İslam dininin kurallarını kendi menfaatleri doğrultusunda sinsice değiştirenlerin- sözlerini dinler olmuşlardı..
Liberal düşüncede olanlar da maalesef muhafazakar dediğimiz eski düzen savunucuları tarafından gerek Yeniçerilere kazan kaldırarak gerekse iftirayla idam edilerek sindirilmişti. Bu düzen Osmanlı’nın son dönemine kadar artarak devam edecekti.
Sultan II.Abdulhamit Han’ın -ki kendisi “ Maarif Perver” olarak bilinirdi-“ binlerce çağdaş okul açması bir bakıma bu eksiklik ve vahametin önlenmesi içindi. Nitekim döneminde yetişenler Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini atacaklardı.