The New York Times “Çocukların Amerika Hakkındaki Tüm Gerçeğe İhtiyacı Var “ başlıklı bir yazıya yer vermiş. Bu yazıda “Devlet okulları çocukları Amerikalı yapmak içindir” benzeri onlarca uzun cümle var.
Asıl ilgimi çeken Amerika’da (Rüyalar ülkesi!) bir takım hatta bir çok kısıtlayıcı uygulamaların yasallaşmasına yönelik eleştiriler..
Örneğin bir sivil toplum kuruluşu olan PEN America'ya göre, 36 eyaletteki yasama organları ırk, cinsiyet ve Amerikan tarihi hakkında öğretimi sınırlayacak 137 yasa tasarısı önermiş. Ayrıca Son iki yılda on dokuz sansür uygulaması yasalaşmış.
Partizanlığın had safhada olduğunu belirten makaleye göre, bu durum çocukların nasıl bir Amerika’da yaşadıklarını anlamalarını zorlaştırıyor. Bu da çok değil sadece bir nesil sonra tüm Amerikalıların Amerikan değerlerine yabancı, ülkesiyle mesafeli olacakları değerlendirmesinde bulunuyor.
Yazıdan anladığım kadarıyla çok yakında partizan politikacıların katkısıyla Amerikan demokrasisinin maliyetinin çok ağır olacağı muhakkak.
Amerika’nın bundan on ya da yirmi yıl öncesine kadar daha demokratik bir yapıda olduğunu söylüyor yazar.
Aslında eyaletlerde yüzlerce kısıtlayıcı yasaların çıkmasına bakarsanız ve özellikle sansürlemenin boyutlarını araştırıp bilgi edinirseniz bu söylemin haklı olduğunu göreceksiniz.
Oysa Amerika 19.yüzyılın sonu 20.yüzyılın başlarında Jim Crow yasaları adıyla bilinen utanç verici tarihini unutmamalı. Hitlerin Nürnberg Yasalarına benzer yasaları Hitler’den çok daha önce çıkardıklarını da unutmamalılar.
Hatta birkaç hatırlatmayı da biz yapalım;
Mesela çok daha geriye giderek, yok edilen, katledilen kabilelerin kanlarının, nasıl zevkle ataları tarafından akıtıldığını da hatırlatmak lazım.
O ‘geri’den biraz yakınlaştığımızda 1875’deki 1875'te demiryolları ve tramvaylarda ırk ayrımının yasalaştığı Tennessee'’de çıkan yasaların nasıl bir utançla katı şekilde uygulandığını da hatırlatalım.
Tabi okullarda bu utanç vesikalarının anlatıldığını zannetmeyin. Tam aksine “Amerikalı” olmanın geçmişten gününüze kadar süren bir onur mücadelesi olduğu anlatılır.
“Kayıp dava mitilojisi”ni bilir misiniz? Hemen söyleyelim:
1861-ve 1865 yılları arasında Amerika dünyada eşi görülmemiş vahşette bir iç savaş yaşamıştı. Temelde nedeni köleliğin kalkması veya kalkmaması yönündeki fikir ayrılıklarıydı.
Savaşoın bitiminden hemen sonra Güney Eyaletlerinin oluşturduğu Konfederasyon ortaya The Lost Cause, yani “Kayıp Dava Mitolojisi” olarak bilinen bir efsane ortaya attılar.
Bu efsanede Amerikalıların kölelere hatta Kızılderililere çok iyi davrandıkları anlatılacaktı. Bunun için büyük maliyetli algı çalışmalarına başlama kararı alındı. Nihayetinde bu “mitoloji” çocukların beyinlerindeki kılcal damarlara kadar işlenir oldu.
Zaman geçtikçe “Kayı Dava Mitolojisi” Amerikan okullarında ulaşılması gereken en öncelikli hedefler arasında birinci sırada yer aldı. Ama bunun için her türlü enformasyon araçlarının daha etkin kullanılması gerekiyordu; nitekim oldukça etkili biçimde kullanmıştı.
Mesela 1939 tarihli “Rüzgâr Gibi Geçti” gibi filmler köleliği, içinde kölelerin mutlu ve iyi muamele gördüğü yararlı bir kurum olarak tasvir ederek Kayıp Dava mitolojisine katkıda bulundu.
Tabi gerçek öyle değildi. Bu makalede az çok yaşanan gerçekliğe yer verilmiş. Mesela Jim Crow yasaları gereği “siyahların” “aşağılık işlere yarayan yaratıklar” olarak benimsenmesi gibi.
Ayrıca “Şiddetsiz Öğrenci Koordinasyon Komitesi” adında kurulan bir sivil toplum örgütü “Özgürlük okulları”nı kurarak Güney’e ırkçı karşıtı özgürlük idealiyle donanmış insanları göndermiş ve burada Amerikan gerçekliği ile idealleri arasındaki mesafeyi açıkça ortaya koymaktan çekinmemişler.
Makalede yazarın “ Her öğrenci, Özgürlük Okullarının sağladığı efsaneleri sarsan ve güçlendirici eğitimi hak eder. Amerika'nın çirkin gerçeklerinden ve çelişkilerinden çekinmez” cümlesi oldukça önemlidir.
Bir başka ilgi çekici cümlesini aktarayım: “George Washington ve Thomas Jefferson gibi figürlerin tartışmaları, köleliğe varsayımsal muhalefetleri ile her ikisinin de insanları köleleştirdiği gerçeği arasındaki çelişkiyi içermelidir.”
Makalede yazar, daha derine inildiğinde her ırktan kahramanlara rastlamanın mümkün olduğu da belirtiliyor. Ama bu “kahramanlar” gerçekliği kadar da adaletsizlik geleneğinin var olduğu gerçekliğini de özellikle belirtiyor.
Son olarak yazarın şu cümlesine yer verip yazıyla ilgili bilgi aktarımını sonlandıralım:
“Amerika tarihinin doğru öğretilmesinin beyaz çocuklara zarar vereceğini zanneden Amerikan eğitim politikasının bu sanrısının aksine çocukların daha bilinçli ve kendilerini sorgular hale geldiklerini belirtmem gerek."