ABD ve İsrail de zamanla güçlenen Hizbullah’ı silahsızlandırmak, yok etmek için yoğun bir çaba sarf etmiş, ancak bu durum Hizbullah’ın daha da güçlenmesini sağlamıştı.
Her ne kadar ABD ve İsrail’in Hizbullah’ı bir terör örgütü olarak görse de Hizbullah zamanla örgüt düzeyinden siyasi bir aktöre dönüşmesini bilmiş ve 90’lardan bu yana da Lübnan siyasetinde etkili olmuştur.
Tabi Hizbullah bu dönüşümün yanında İran’a hizmet eden, İran’ın bölgedeki çıkarlarını koruyan İran’ın milis gücü olmaktan da kendini kurtaramamıştır; kurtarma derdi de olmamıştır. Zaten Hizbullah kısa sürede varlığını adeta İran’la özdeşleştirmiştir. Ve İran‘ın, Devrim Muhafızlarından 1500 kişiyi Hizbullah saflarına katması Hizbullah’ın İran’sız varlığını sürdüremeyeceği anlamına da geliyordu.
Hizbullah’la İran arasındaki ilşki başlangıçta “çıkarlar” doğrultusunda şekillenirken bu ilşki zamanla “değerler” noktasında da şekillenmeye başlamış ve Hizbullah adeta İran’ın “düşmana karşı” "dış surları” görevini görmüştür.
İlşkilerinn “değerler” noktasında gelişmesi; Hizbullah’la İran’ı, konjonktürel ittifak birlikteliğine yöneltmekten ziyade et ve kemik ilişkisiyle birbirine bağlı hale getirmiştir. Yani bu ilişki İslam Devrimi öncesi ve sonrası ABD ilişkilerine benzememektedir.(Devrimden önce ABD’nin sadık müttefikiyken İran,Devrim’den sonra İran, ABD’yi “Büyük Şeytan” olarak nitelemişti.)
Meselenin İslam Dünyası yönüne bakacak olursak;
Ortadoğu’yu “Siyonizm ve İslam” olarak iki kutuplu mücadelenin alanı olarak düşünürsek bu oluşum en fazla İslam dünyasına zarar vermişti. Çünkü ayrılıklar daha da derinleşmişti.
1916 Sykes-Picot’un amacına hizmet eder gelişmelerdi bunlar. Zira Hizbullah’ın etkinliği “Sünni devletleri” oldukça rahatsız etmeye başladı ve bu gün Ortadoğu’nun diğer “kutbuna” yönelik bir birleşmeyi imkansız kıldı. Zira “İran’ın kendi ülkelerindeki Şiî nüfus üzerindeki etkisini kendi rejimlerinin güvenliği açısından tehlikeli görmüşlerdi.”
Hizbullah’ın 2000 yılında İsrail’ karşı kazandığı zafer Hizbullah’ın ve Nasrallah’ın popülaritesini arttırsa da Sunni nüfusa sahip Arap Devletlerini daha da endişelendirmişti.
Nasrallah da zaten bu zaferden sonra yaptığı teşekkür konuşmasında hiçbir Sünni Devleti ağzına almamış ve sadece İran’la Suriye’nin katkılarından bahsetmişti.
Hizbullah’ın Lübnan, hatta Arap Dünyası’ndaki etkinliğinin zirveye ulaştığı gelişme de 12 Temmuz 2006’da İsrail’in 33 gün süren ve sonrasında geri çekilmeye mecbur bırakılan Lübnan (Güney Lübnan)işgaliydi.
Bu gelişme ya da zafer Arapların İsrail’e karşı kazandığı ilk savaş olarak tarihe geçti ve bu zaferle Hizbullah, bölgede İsrail’e karşı direnebilecek tek silahlı aktör olarak görüldü. Dahası; Bu “zaferle”, Hizbullah’ın mezhepler üstü popülaritesi arttı; öyle ki Filistinli şair Mahmut Derviş bile methiyeler düzdü..
Ama kendilerini bulunduğu yerlerde tek otoriter olarak görmeye başlamaları fazla zaman almayacaktı. Bu noktaya geldiklerinde İsrail’ karşı verdikleri mücadelede gördükleri desteğin tamamını alamayacaklalardı; bu onları özellikle Lübnan’daki Şii dışındaki halka karşı şiddete meylettirecekti.
Özellikle Suriye’de Beşer Esed Rejimine yönelik ayaklanmalara karşı Suriye rejiminin yanında yer alacak ve adeta “isyancı” avına çıkacaklardı. Çünkü İran, Suriye’deki rejimin varlığını kendi çıkarları ve bekası için hayati olarak görecekti ve Hizbullah da isyancıların başarılı olması durumunda İran’la bağlantılarının kopmasından endişe ediyordu.
Hizbullah’ın Esed rejiminin yanında yer alan duruşu onun politikalarını sorgular hale getirmişti, çünkü Hizbullah bu aşamaya kadar ezilenlere karşı zalimlerle savaşı temel referans olarak görmüştü ancak bu noktada mazluma karşı “zalimin” yanında yer aldığı görülmüştü. Zaten Şiiliğe yönelik sembolleri her daim ön planda tutmaları Sünnilerin onlara karşı şüpheyle bakmasına sebep oluyordu.
Bir zamanlar Müslümanların tamamını kucaklamayı şiar edinen ya da öyle görünen Hizbullah artık Şii dışında kalan büyük kitle tarafından hoş karşılanmamaya başlamıştı. Bu nahoşluğun en bariz örneğini Filistinli yaza Gazi Tövbe’nin “Maske Düştü ve Hizbullah’ın Yüzü Görüldü” makalesinde görmek mümkün.
Gazi Tövbe makalesinde Hizbullah’ın Suriye rejimine yönelik desteğini “çelişki” olarak nitelendirmişti. Çünkü ona göre Suriye’deki rejim seküler ve laik Hizbullah ise referansı İslam olan dini bir partiydi ve bu Hizbullah’ın kendi içinde yaşadığı büyük çelişkilerden sadece biriydi.
Velhasıl “Hizbullah’ın Suriye iç savaşındaki çelişkileri, bölgedeki Hizbullah algısını olumsuz etkilemişti. Filistin meselesini savunan, İsrail karşısında başarılar elde edip Sünni Arap dünyasındaki ününü arttıran Hizbullah’ın Suriye iç savaşındaki tutumu nedeniyle algısı değişmişti. Hizbullah Suriye’de bir terör örgütü olarak görülmüştü artık. Bölgede İran karşıtı bir örgüt olarak kurulan Körfez İşbirliği Konseyi 2016 yılında Hizbullah’ı terörist grup olarak ilan etmişti.”
Yani Sünni Müslüman Devletlerin Hizbullah’a yönelik destekleri neredeyse tamamen kesilmişti. Sünni Müslüman Devletleri arasında Hizbullah’ın “karizmasını” yerle yeksan eden etkenlerden biri Esed Rejimiyle birlikte olup hak adalet eşitlik arayan Sünni Müslümanlara yönelik saldırılarının yanında Lübnan’daki Sünnilere yönelik saldırılarıdır.
Son tahlilde; devir Müslümanların hiç olmadığı kadar birlikte hareket etmeye ihtiyaç duyduğu bir devirdir. Her kim hangi mezhepten olursa olsun Siyonizm’e ve emperyalizme karşı birliktelik her zamankinden daha öncelikli ve daha önemlidir.. Vesselam..