“Eski Kıta” Avrupası Yeni Kıta olarak gördükleri Amerika’yı Kolomb vasıtasıyla keşfettiklerinde “üzerinde güneşin batmadığı” bu Kıtayı tam anlamıyla karanlığa mahkûm etmişlerdi. Onlar bu Kıtaya ayak bastığında, burada yaşayan uygarlıkların altın çağını yaşadıkları bilinen bir gerçekti.
Kıta’da,“Meksika'nın yüksek yaylalarında Toltek ve Aztek, Yucatan Yarımadası'nda Maya, Antiller'de Karaib, şimdi Kolombiya adı ile anılan topraklarda Chibcha, Peru ve Bolivya Adalarında înka uygarlıkları kurulmuştu.
Hint adaları sandığı bu kıtaya ayak bastığında Kolomb, tarihçilerin tahminine göre burada yaşayan nüfus 30 ila 40 milyon arasındaydı. Esasında keşif olarak dünya milletlerine yutturulmaya çalışılan bu kıtanın kelime anlamıyla keşifle uzaktan yakından ilgisi olmadığı bu nüfus yoğunluğuyla apaçık ortadaydı.
Kıtalarına ayak basan caanavarların nasıl bir karaktere sahip olduğunu bilmeden misafirperverlikle ağırlayan bu “Atlantik ötesi uygarlığa ”sahip halk ağırlananları bile kendilerine hayran bırakmış bir halktı.
Kolomb’un hatıralarını ele aldığı yazısında kendilerine yönelik misafirperverlikten ister istemez bahsetmiş ve bu yerlilerin de Tainolar diye de adlandırılan Arawak yerlileri olduğunu aktarmıştı.
Bu yerlilerin silahın ne anlama geldiğini bilmediğini de yazan Kolomb 'Silahın ne olduğunu da bilmiyorlar. Onlara bir kılıç gösterdim, keskin tarafından tuttular ve ellerini yaraladılar.” Şeklinde de kaleme almaktan çekinmemişti.
Tabi Sonraki aylar boyunca Kolomb, günlüğünde yerli Amerikalılardan saygılı bir hayranlıkla söz ediyor: 'Bu yerliler, dünyanın en iyi, en nazik insanları,' diye yazıyor. 'Kötülüğün ne olduğunu bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldürmüyorlar.” Şeklinde hayranlıkla bahsedecektir.
Ama yerlilerin bu saf özellikleri, onları Avrupa’nın makyavalist anlayışını uygulamak için bulunmaz bir fırsata dönüşecekti. Bu düşünceme hak veren yine bizzat Kolomb’un kendisi olacaktı ve şöyle yazacaktı bu sözde merhametli ve anlayışlı kâşif:
'Bunlardan çok iyi hizmetkâr olur. Sadece elli adamla bütün bu yerlilerin hepsine kolayca boyun eğdirebiliriz ve her istediğimizi yaptırabiliriz.' Bu, Avrupalıların sahip olduğu merhametsiz karakterlerinin, kendilerine gösterilen merhamet ve sevgilerden hiçbir şekilde etkilenmediklerinin net kantıydı.
“1492'de Amerika kıtası, yeryüzünün gördüğü en trajik alışverişlerden birine sahne olmuştur.
Yerliler altın, yiyecek ve toprak verdiler, karşılığında salgın hastalık, yağma ve ölümle ödüllendirildiler.”
Tabi hayal ettikleri altını elde edememenin hayal kırıklığı, onları, merhametsizliğin zirvesine taşıyacak ve altın olarak elde edemedikleri kazançlarını köle ticaretiyle telafi etme yoluna sevk edecekti.
Artık, üzerlerinde güneşin eksik olmadığı bu uygarlıklar için, “karanlığın elli tonu” nu yaşayacak yeni bir serüven başlayacaktı. Karanlığın kralı da Kolomb’un kendisi olacaktı.
<
"1492'de bir yeryüzü cenneti olan İspanyol Adası'nın bütün insanlarının yok edilmesi siyaseti ve o siyasetin uygulanması, tek sorumlusu olan Kolomb tarafından başlatıldı. Çağdaş' bir etnoloğa göre, 1492'de 300.000 olması gereken ada nüfusunun üçte biri 1494-1496 arasında öldürüldü.
1508'de, sağ kalan yerlilerin sayısı 60.000 idi. 1548'de Oviedo (İspanyolların resmi fetih tarihi
yazarı), adada yaşayan Kızılderililerin 500'ü bulduğundan kuşkuluydu>>