Geçen günlerde Fransa Cumhurbaşkanı Macron tüm müttefiklerini Fransa'nın nükleer gücünün etrafında birleşmeleri için dolaylı mesajlar vermişti.
Soğuk Savaş Dönemi’nde olduğu gibi bir nükleer caydırıcılık işe yarar mı bilemem ama Fransa’nın 1961’den itibaren sessiz sedasız önemli bir nükleer güç haline gelmesi belli ki bu günler için yapılan bir hazırlık..
Fransızların “caydırıcı güç” ya da “saldırı güç” anlamında kullandıkları “Force de Frappe” kavramı Macron’a bir özgüven getirmiş durumda ama caydırmak istediği düşman Putin2in Rusya’sıysa bu özgüveni biraz dizginlemesinde fayda var derim.
Peki Fransa bu nükleer güce nasıl ve ne zamandan itibaren sahip olmaya başladı, buna bir bakalım..
Fransa’da 1958 sonrası General Charles de Gaulle döneminde güvenlikçi politikalar izlemeye başlamıştı. De Gaulle’dan önceki yönetimler aslında bu güvenlikçi politikaları arzuladılar ama kararsızlıkları yahut koalisyondaki çatlaklar nedeniyle çok da başarılı olamadılar. Aslında onlara göre de Kominizim bir tehdit unsuruydu ve diğer yandan Almanya yeniden ve hılı bir şekilde toparlanma aşamasındaydı.
Özellikle ikincisi Fransa için çok da hafife alınacak bir gelişme değildi. İki tehdidin getirdiği tedirginlik Amerika, İngiltere ve Fransa’yı bir ittifak içine soksa da De Gaulle için bu yeterli değildi.
Cezayir’deki yapılanmasının başarısı, De Gaulle’a ülkesine döndüğünde iki dönemde başbakanlık yapmasına fırsat vermiş ancak yoğun muhalefete dayanamayıp istifa etmişti.
Cezayir’de işler rayından çıkınca ve oradaki Fransız birlikleri de merkezi hükümetin kararlarına karşı kazan kaldırınca De Gaulle göreve çağrılarak Cumhurbaşkanlığı makamına getirilmişti.Yarı Başkanlık Sistemi de onunla birlikte Fransa’da uygulanmaya başlanacaktı.
Gerketiği düzeyde otoriteyi sağlayan De Gaulle ortaya bir model attı ve bu modele de Gaullist dendi. Gaullist ya da Gaullizm Fransa’nın siyasi duruşunu ifade eden bir terim olarak kullanılmaya başlanacaktı bundan böyle. De Gaulle’un bu modeli 3 tmele dayanacaktı:Ulusal Bağımsızlık,büyüklük ve Nükleer güç.
De Gaulle’ün farkında olduğu en önemli farkındalık Amerika ve İngiltere’nin güvensiz birer müttefik olduklarıydı. Bu farkındalık Da Gaulle’ü farklı ama bağımsız bir gelecek inşa etmeye yöneltecekti. Ona göre Amerika ve İngiltere dünya savaşında dahi Fransa’yı kurtarmak için değil kendi çıkarları için Fransa’ya ayrdım etmişlerdi.
Savaş sırasında ABD ve İngiltere’nin kendinsinin Cezayir’de kurduğu “gölge kabineyi” tanımamaları ve hatta her iki devletin –özellikle İngiltere’nin- Cezayir limanındaki Fransız donanmasını batırmaları De Gaulle’un güvensizliği için önemli nedenlerdendi;ayrıca yine savaş sırasında müttefikleri İngiltere ve Amerikalıların De Gaulle’un tüm ikna çabalarına rağmen Strazburg’tan çekilmeleri de onda bu iki devlete karşı güvensizlikten öte kızgınlık uyandırmıştı.
De Gaulle’in 1945 Yalta Konferansı’na davet edilmemesi de buna eklenince onda ‘Avrupa’nın Sovyetler ve Anglo-Saksonlar arasında paylaşıldığı’ intibaını uyandırmaya yetmişti.