Dünyayı terör tehlikesinden kurtaracak olan bu yüce (!) güç 1993 teki Dünya Ticaret Merkezinin bombalanmasının intikamını insanlık adına (!) yüz gün boyunca bombaladıkları ve 3 bin masum insanın öldüğü Afganistan saldırısıyla aldı. Oysa Terörist eylemlerde bulunduklarına dair hiçbir kanıt bulamamışlardı.
1940 lara geri döndüğümüzde bu barış vaad eden devletin 60 bin askeri personelini kimyasal testlerde denek olarak kullandığı, körfez savaşına katılan askerlerin binlercesinin çeşitli hastalıklarla ülkelerine döndüğü ve Pentagon yetkililerinin, savaş alanında askerlerine zehirli gazlar konusunda uyarıda bulunmadıklarını aynı kurumun bazı yetkilileri dillendirmişlerdi.
Amerikan siyasetini Amerikan halkının üstünde tutan bu gücün dünyada neler yapabileceğini kestirmek gerçekten çok zor olsa gerek. Zorluğu tahminlerde değil, düşünecek cesareti bulmada. Birkaç örnek:
Başta ABD ve Müslüman ülkeler olmak üzere bir çok ülke, Sovyetlerin 1979daki Afganistan işgalini lanetler ve ABD nin Afganistan’a Mesih gibi girdiğini düşünür. Oysa gerçek , jmmy Carter’in güvenlik danışmanı Zibigniew’e sorulan bir soruya verilen cevapla orta çıkmıştı.
Gerçek, ABD nin Sovyetlerin müdahalesinden altı ay önce İslam mücahitlerine yardım yaptığı idi. Peki amaç neydi? Onu da Zibigniew ‘in cümlesiyle söyleyelim: “ Bu yardım bir Sovyet askeri müdahalesine sebep olacaktır ve biz SSCB ye ,onların Vietnam savaşını verme fırsatını ele geçirmiş olduk.” Yani özetle Sovyetleri, içinden çıkamayacakları bir savaşın içine sürüklemiş ve yeryüzünün tek gücü olma arzusuyla binlerce kişi için ölüme giden kapıyı açmışlardı.
Bir söyleşide, ABD eski dış işleri bakanı Maedlenie Albright’e Iraka konulan ambargonun yarım milyon çocuğun ölümüne yol açtığı ve bu sayının Hiroşima’da ölenlerden daha çok olduğunu ve bu bedele deyip değilmediği sorulduğunda “değdiğini düşünüyorum” şeklinde cevap vermesi nasıl bir gücün tehdidi altına olduğumuzu bize açıkça göstermekteydi.
Zaten zayıflara merhamet, acıma ve yardımseverlik gibi insani duygular taşıyan biri ne ABD başkanı olabilirdi ne de Dış işleri bakanı.
İnsani değerlerden uzak birkaç örnek daha;
1991 de Dünya bankası baş ekonomisti, Lawrence Summers ,zehirli atıkların az gelişmiş ülkelere dökülmesinin çok dahice bir fikir olduğunu söylemekten asla çekinmedi.
Clinton’un başkan yardımcı Al Gore 1998 yılında Güney Afrika hükumetine baskı uygulayarak AIDS ilaçlarının eş değerinin kullanılmamasını istemişti.
1991 yılında Irak bombardımanı sırasında sivil bir sığınak, uranyumlu bir mermiyle yok edilmiş yüzlerce çocuk ve kadın kömürleşerek ölmüştü.
Tabi bu tür olayların üstü örtüldü veya haber dahi yapılmadı.Nitekim “diktatörlükte şiddet ve baskı neyse,demokrasilerde de propaganda odur.” Örneklemelere devam edelim..
2.Dünya savaşında Japonya’nın teslim olacağını söylemesine rağmen ısrarla bunu duymazlıktan gelen yönetim neyi amaçlıyordu acaba? Atılan o atom bombalarının hedefi beyaz bayrak çekmiş bir milleti korkutmak, bezdirmek için miydi? Buna gerek var mıydı? Tabiî ki hayır. Peki neden? Bu sorunun cevabını, tam olarak Ruslara verilmek istenen gözdağında aramak isabetli olur.. “Atom bombasının atılışı 2. Dünya Savaşının son bombası değil, Soğuk Savaşın ilk bombası “ olacaktı. Tabi bunun için bir ulusun yok edilmesi gerekiyorsa edilecekti.
Bir başka ulus. Deli saçması olarak düşündüğüm bir tehdit. Kuzey Kore nin ABD yi tehdidi. Kendi halkının karnını doyuramayan Kuzey Kore’nin ABD ‘ye meydan okuması hiç te inandırıcı gelmedi ve gelmeyecek de.Yapılan bir araştırma , ABD den korkan genç Güney Korelilerin oranı Kuzey Kore’den korkanların oranından çok daha fazla olduğunu gösteriyordu. Bu deli saçması atışmalar Amerikan halkının tehdit algısını canlı tutmaktan başka bir amaç gütmüyor.
90lı yıllarda bu algıyı canlı tutmanın en kolay yolu asılsız bomba ihbarları ve sözde kimyasal ve biyolojik saldırılardı.Nitekim bu bahane ile 1998 de Sudanın tek eczacılık tesisi ,biyolojik silahlar imal edildiği gibi sahte bir gerekçeyle bombalanmıştı.
1999 un Ağustos ayında Atlanta’da Türkiye’ye yapılacak bir uçak seferinde, bilet parasını nakit ödemesinden dolayı sorguya alınan adam nedeniyle saatlerce uçakta bekletilen yolcuların ruhsal durumunun, ABD nin tehdit algısını canlı tutma amacının yanında önemi yoktu.
Bir Yahudi bankeri olan Paul Warburg ( Warburglar ailesinin lideri) : “Bir dünya hükümeti ister istemez kurulacak ; tek sorun bu sonuca güzellikle mi yoksa zorla mı ulaşılacağıdır” demişti. Görülüyor ki “Pax Amarican” bu dünya hükümetinin alt yapısını oluşturacaktı. Bu gün dünya haritasının hemen hemen her noktasında ABD askeri tesislerinin, ABD operasyon güçlerinin varlığı da Warburg un hayaline hizmet eden oluşumlardı.
Her ne kadar FBI ‘ın terör tanımı ABD ye karşı yapılan eylemler olsa da bu tanımın kapsamı oldukça geniş tutulmaktaydı ve ABD , diğer devletlerin kendisine yönelik tehditleri ve terörist eylemleri tehdit ve terörist olarak görmüyordu. Aynı şekilde Bin Laden uzun bir süre ABD nin nefret listesinde yer almıyordu. Çünkü Bin Laden Sovyet askerlerine yönelik saldırıda bulunuyordu ve bu nedenle ABD için “iyi terörist” idi.
Ronald Reagan’ın Afganistan'daki CIA in cihatçı çocukları için söylediği “özgürlük savaşçıları” övgüsünün bugün de CIA in PYD si için söylenmesi tesadüfle açıklanacak bir durum değildir.
Oysa 90 lı yıllar çoktan geride kalmıştı ve ne Rusya eski SSCB idi ne de Türkiye eski Türkiye idi. Bu defa güçlülerin galip olduğu bir dünya yoktu haklıların galip geldiği bir dünya vardı.
Ne Rothschildler ne Warburglar ne Rockefeller ne de ABD ‘deki bir numaralı İsrail destekçisi Lehmanlar, evet tüm bu ve diğer Siyonist ailelerin ne finansman desteği, ne de teknolojik sırları yeni dünya ve yeni Türkiye ye karşı galip